Gerçeğe yaklaşmak için kolaycılığı, sıradanlığı, önümüze konulana inanmayı bir kenara bırakırsak, yaşadığımız toplumda sıradan insanlar için iyi ile kötüyü, suçlu ile masumu birbirinden ayırt etmenin hiç de öyle kolay olmadığını görürüz. Bu nedenle öncelikli olan görünürdeki suçluyu değil, suçu ve suçluyu ortaya çıkaranı tespit etmektir. Bir anlamda yaşadığımız zamanın bütün ilişkilerini belirleyen kapitalizm, insanlığa karşı işlenen bütün büyük günahları küçük küçük parçalara ayırıp neredeyse tüm topluma dağıttığından herkes biraz zehirleniyor, herkes biraz suçlu durumuna düşüyor. Nasıl mı?
Önce basına yansıyan bir habere göz atalım. Haber UNICEF İcra Direktörü Catherine Russell’ın Haziran ayında Oslo’da düzenlenen Savaşlarda Çocukların Korunması konulu konferans öncesi yaptığı bazı açıklamalara değiniyor. Raporu ve içeriği uzatmadan Catherine Russell’ın aktarımlarını ve kimi yorumlarını şöyle özetleyebiliriz.
- 2005 yılından bu yana dünya genelinde 120 binden fazla çocuk silahlı çatışmalarda sakatlandı ya da öldürüldü.
- 2005 yılından bu yana en az 105 bin çocuk silahlı güçler ya da gruplar tarafından silahaltına alındı ya da doğrudan çatışmalarda görevlendirildi.
- En az 32 bin çocuk kaçırılırken 16 bin çocuk ise cinsel şiddete maruz kaldı.
- Çocukların bulunduğu okul ve hastanelere 16 binden fazla saldırı gerçekleştirildi.
- Milyonlarca çocuk yerinden yurdundan edildi, arkadaş veya akrabalarını kaybetti ya da ebeveynlerinden veya yakınlarından ayrı düştü.
Aslında herkesin bildiği bu gerçeklere savaşın sebep olduğu gıdaya erişememe nedeniyle açlıktan ölen çocukları da ekleyebiliriz. Ya da temiz suya, ilaca erişemedikleri için salgın hastalıklar nedeniyle ölen çocukları. Ya da savaştan kaçıp göç yollarında ölen çocukları. Fakat yine de tüm bu gerçekler madalyonun sadece bir yüzüne işaret eder. Gerçekliğin diğer yüzünü görmezden gelemeyiz. Peki, tüm bunların altında yatan temel nedir? Savaşları kapitalizmden bağımsız görebilir miyiz? Uzay çağında tüberkülozun yeniden hortlamasına ne demeli? Milyonlarca insanın işsiz olduğu bir zamanda çocuk çalıştırmak, anneleri ve babaları bir çocuğu yetiştiremeyecek ölçüde yoksul bırakmaya ne demeli? Kendilerini savaşın ortasından zar zor kurtarıp hiç bilmedikleri ülkelerde bir hiç muamelesi gören göçmenlere ve çocuklarına ne demeli?
UNICEF’in açıklamalarında gerçekliğin çok küçük bir bölümüne işaret edilmesine rağmen bu gerçekler kapitalizmin nasıl bir sistem olduğunu ortaya koyuyor. Bu sistemde demokrasi, özgürlük, barış egemenlerin dilinde tümüyle anlamını yitiriyor. Amerikan emperyalizmi Ortadoğu’ya demokrasi götüreceğini iddia etmişti. Avrupa ise insan haklarından dem vururken baskıcı despotik rejimlere göz yumdu. Durum böyleyken son yıllarda Türkiye de etrafına “demokrasi ve özgürlük” saçmaktan geri durmuyor!
Konumuz bağlamında herhalde ilgili en trajik ifadeler hem Saddam diktatörlüğünün altında yaşamak zorunda kalmış hem de bu zulümden onları kurtaracağını iddia eden ABD emperyalizminin müdahalesiyle kan gölüne dönen Irak’tan, Basralı Ömer’in savaşı yöneten Tommy Franks’e yazdığı şiirdeki ifadeleridir.
Ben Basralı Ömer,
Belki haberin yoktur diye yazıyorum Mr. Franks.
Önce demokrasi yağdı göklerimizden,
Sonra özgürlük geçti üstümüzden palet palet.
Ve insan hakları namlularından,
Saniyede bilmem kaç adet
Demokrasi bizim eve de isabet etti.
Bir gün sonra anladım koptuğunu ayaklarımın.
Tam on sekiz adet insan hakları saymışlar,
Vücudunda babamın.
Bir çocuğun ağzından yazılan bu şiir bize kapitalizmin ne denli insanlık dışı, burjuva siyasetinin ne denli kirli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Savaşlar için kutsal gerekçeler icat etseler de savaş siyasetin silahlarla yürütülmesinden başka bir şey değildir. Sömürücü egemenlerin ikiyüzlü siyasetini belki de en özlü şekliyle bir Roma atasözü özetliyor: “Siyaset kuzuyu yemek için tilkiyle plan yapıp, kurtla öldürüp, sahibiyle yas tutmaktır”. Roma’dan günümüze egemenlerin siyasetinde değişen bir şey yok. Ortadoğu’nun yoksulları ve emekçileri kapitalizmin ve onun ikiyüzlü burjuvalarının siyasetinin acısını az yaşamadı; elbette çocuklarımız bu zalimlikten payına düşeni fazlasıyla aldı, almaya da devam ediyor.
Ömer, Alan (Aylan bebek), Ceylan. Iraklı, Suriyeli, Diyarbakırlı. Onlar bizim çocuklarımız. İster Latin Amerika’da olsun ister Afrika’da, ister Ortadoğu’da ya da Asya’da küresel düzeydeki bütün sorunların altında kapitalist kâr hırsı yatmaktadır. Emperyalist organizasyonlar savaşlarda çocukların durumunu ve benzeri meseleleri bütünselliğinden kopartıp sanki sadece gelişmemiş bölgelerde rastlanılabilecek sorunlar olarak gösteriyorlar. Bu insanlık dışı durumları kendilerinin yarattığını gizliyorlar. Savaş kapitalizmden, kapitalizm sömürüden, çocuk ölümleri de bu emperyalist kapitalist düzenden bağımsız yorumlanamaz.
Mesela “coğrafya kaderdir” dendiğinde itiraz etmeyenler, hak verenler, içinde yaşanılan sistemin insanın, coğrafyaların, doğanın kaderini şekillendirdiğini unutmamalıdır. İçine doğduğumuz toplum, yaşadığımız zaman ve insanlar arasındaki ilişkiler sistemi, insanı belirler. Bir anlamda onların bir toplamı, onların bir ortalaması ve hatta sonucudur. Büyük toplumsal meseleler hakkında duyarlılık geliştirmek, fikir sahibi olmak ve örgütlenerek etki sahibi olmaya çalışmak, insanlık dışı kapitalizmi yıkmaya çalışmak, bu nedenle insanlaşma mücadelesidir. Kapitalizm insanlaşma sürecini parçalayarak bir anlamda insanın toplumsallaşmasını sekteye uğratıyor. Hayat sanki birbirleriyle hiçbir bağlantısı olmayan kompartımanlara bölünüyor. Büyük meseleler ve olaylar arasındaki, sebep ve sonuçlar arasındaki bağlar görünmez oluyor. Savaşların çocuklar üzerinde yarattığı yıkım insanlaşma sürecinin ne kadar büyük acılarla ilerlediğini, insanlaşma uğruna mücadele zafere ulaşmadığı için ne büyük bedeller ödendiğini gösteriyor. Kapitalizmi yıkmadan çocuk ölümleri durdurulamaz, kapitalizm yıkılmadan insan kölelik ve aşağılanmadan kurtulup insanlaşamaz.
link: Ayşe Çelik, Kapitalizmi Yıkmadan Çocuk Ölümleri Durdurulamaz!, 4 Temmuz 2023, https://en.marksist.net/node/8009
Sivas Katliamının 30. Yılı: Bu Hesap Divana Kalmayacak!
Onlar Sonsuza Dek Çocuk Bırakıldılar