2017-2021 arasında ABD başkanlığı yapan ve 4 yıl aradan sonra başkanlık koltuğuna yeniden oturmak için yarışan Donald Trump 13 Temmuzda suikast girişimine uğradı. Pensilvanya eyaletindeki bir mitingde konuşurken hedef alınan Trump suikast girişimini sağ kulağından aldığı yarayla atlatırken kurşunların isabet ettiği miting katılımcılarından yaşamını yitirenler ve yaralananlar oldu. Dünyanın gündemine oturan olay üzerine ABD medyası başta olmak üzere uluslararası medyada da yorumlar, analizler, değerlendirmeler yapıldı, suikast girişiminin teknik yorumları yapıldı, saldırganın kimliği, polisin, Gizli Servis çalışanlarının tutumları, Donald Trump’ın ilk tepkisi vs. saatlerce süren programlara konu oldu. Neredeyse tüm tartışmalar işin kriminal boyutu ve girişimin ABD seçimlerine etkisi üzerinden yürütüldü. Dolayısıyla bu tartışmalar, gerçekleri göstermek üzere kapıları aralamadığı gibi bu gerçeklerin üzerini daha da sıkı örtmenin aracı haline getirildi. Arkasında kimlerin olduğu bir yana bu suikast girişimi ABD egemen sınıfı içinde şiddetlenen çatışma ve kavgaların bir göstergesi ve sonucudur. Kapitalizmin tarihsel tıkanıklık çağına girmiş olmasının bu sistemin hegemon gücü olan ABD’yi derinden etkilememesi eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Hegemonyası her geçen gün daha fazla aşınan, ekonomik krizle boğuşan bu gücün siyasi krizlerle sarsılmaması, bu sarsıntılar arasında farklı çıkar gruplarının gelişmelerin seyrini kendi hedefleri doğrultusunda etkilemek için daha sert yöntemlere hatta komplolara başvurmaması, ABD’nin müesses nizamının yoluna pürüzsüz devam etmesi düşünülemez.
Hatırlanacağı üzere seçim kampanyasını “Amerika’yı yeniden büyük yap” sloganıyla yürüten Trump 2016’da Demokrat Partinin adayı Hillary Clinton ile yarışmış ve rakibi de dâhil on milyonlarca Amerikalıyı şaşırtan bir sonuçla ülkenin 45. başkanı olmuştu. Görev başında olduğu 4 yıllık sürede Trump, para kazanmayı çok iyi bilen milyarder işadamı olarak alışılagelmiş diplomatik yöntemleri fırlatıp bir kenara attı. Dış politikada pragmatizm ve sıkı pazarlık konusunda tüm maharetini sergiledi, liderlere tehditler savurmaktan, onlarla açıkça alay etmekten çekinmedi. ABD’nin kendi hegemonyasında şekillendirilen uluslararası örgütlerin, kuruluşların, anlaşmaların artık ülkenin sırtında birer kambur haline geldiğini savundu, kimisinden çekilme kararı aldı. ABD’nin yeterince kazanç elde edemediğini ileri sürerek savaş yürüttüğü bazı bölgelerden “çekilmesi” gerektiğini savundu. Çin’e kayan sanayiyi geri getirmeyi, serbest ticaret yerine korumacı politikaları hayata geçirmeyi vaat etti. Yoksulluk ve güvencesizlikle boğuşan Amerikalı işçi ve emekçilerin desteğini almak için müesses nizamın, elitlerin, ayrıcalıklıların karşısında, emekçilerin yanındaymış gibi bir söylem tutturdu. Oysa gerçekte işçi, göçmen ve kadın düşmanlığını, homofobiyi, kürtaj karşıtlığını doruğa çıkardı, milliyetçiliği körükledi, yapay kutuplaşmayı derinleştirdi. Faşist paramiliter çetelerle sıkı ilişkisi özellikle Mayıs 2020’de George Floyd’un polis tarafından öldürülmesinin ardından patlak veren protestolar sırasında ve ardından Covid-19 pandemisi sırasında daha net biçimde açığa çıktı. Dahası Kasım 2020 seçimlerinde başkanlık yarışını kaybetmesinin ardından seçim sonuçlarını tanımayarak destekçilerini kışkırttı, 6 Ocak 2021’de Amerikan Kongre Binasına baskın düzenlenmesinin önünü açtı.
Trump’ın bu “aşırılıkları”, izlediği dış politika, işleyiş ve protokol kurallarını yok sayması vs. Cumhuriyetçi Parti içinde de kimi kesimlerin rahatsızlık duymasına yol açtı. Hatta bu kesimler Trump’ın şansının kalmadığı düşüncesiyle yeni aday arayışına girdiler. Fakat gelişmeler bambaşka bir seyir izledi. Kongre baskınının ardından “Trump bitti, siyasetten silindi, bir daha aday olamaz” denilse de baskından dolayı herhangi bir ceza verilmeyen Trump yeniden yükselişe geçti. Kitlelerin geri bilincine seslenerek, adaylık kampanyasına astronomik yatırımlar yaparak, Elon Musk örneğinde olduğu gibi burjuvazinin en açgözlü ve kibirli kesimlerinin, paramiliter-faşist grupların desteğini arkasına alarak bir kez daha başkanlık yarışına girdi. Trump’a daha önce en sert eleştirileri getiren Ohio Senatörü James David Vance şimdi onun başkan yardımcısı adayı oldu. Öte yandan Demokrat Parti içinde de tüm kesimlerin Trump’a karşı alarma geçtiğini söylemek mümkün değildir. Öyle ki artık bir “politik ceset” olduğu söylenen, akli melekeleri bakımından gelgitli olduğu görülen 81 yaşındaki Joe Biden’ın yerine başka bir aday belirlenmemesi, partinin seçmenleri arasında büyük oranda tepki yaratmasına rağmen Biden’ın adaylığında ısrar edilmesi Trump’ın elini daha da güçlendirmektedir. Amaç Trump’ın önünü açmak olmasa bile bu ısrarın sürdürülmesi mevcut çatışmalı ortamda Demokrat Partinin bir kesiminin Biden’dan başka bir adaya güvenemediğini, dümenin başına kimi geçirecekleri sorununa çözüm üretemediğini yani kriz içinde olduklarını ve aynı nedenle Biden etrafında kirli bir ittifak oluştuğunu gösterir. Çok açık ki ABD egemen sınıfının içindeki kapışma partiler üstü bir kapışmadır. Dış politika başta olmak üzere her alanda patlak veren krizler, sorunlar ABD egemen sınıfı içinde çatlakları büyütürken, parti etiketlerini de eskiye nazaran önemsizleştirmektedir.
Egemen sınıf içinde Trump’ın önünü kesmek isteyen kesimlerin başlıca sorunu ABD’nin aşınan hegemonyasını yeniden güçlendirmenin nasıl mümkün kılınacağı, emperyalist savaşın hangi yöntem ve önceliklerle sürdürüleceği konusundaki ayrılıklardır. Trump’ın başkanlık döneminde, ABD’nin hegemonyasının ürünü olan NATO ve Birleşmiş Milletler gibi kurumlara ilişkin politikaları ve yarattığı tartışmalar henüz akıllardadır. Mesela Rusya’nın NATO’ya borcunu ödemeyen ülkelere saldırması durumunda o ülkelerin desteklenmeyeceği, korunmayacağı yönündeki açıklamaları ve tehditleri egemen sınıf içindeki kimi kesimlerin, özellikle Rusya ile komşu NATO üyesi ve üye adayı devletlerin tüylerini diken diken etmiştir. Trump’ın BM’nin “sadece iyi vakit geçirilen bir kulüp” olduğunu söylemesi, içinin boş olduğunu vurgulaması da aynı şekilde tepki yaratmıştır. Öte yandan Erdoğan’la olduğu gibi, dünya liderleriyle kendi çıkarlarına dayalı somut pazarlıkları, zikzaklı ilişkisi, öngörülemezliği de aynı şekilde rahatsızlık yaratmıştır.
Tüm bunların üstüne Trump Ukrayna savaşı konusunda da Biden yönetiminden farklı bir tutumu savunmaktadır. Örneğin Biden yönetimi seçim sonuçları ne olursa olsun Ukrayna’ya yardımın devam etmesini garantilemek için 2,4 milyar dolarlık yeni bir yardım paketi çıkardığını duyurdu. Oysa Trump ABD’nin kaynaklarının başkaları için çarçur edildiği, kendisi yönetimde olsa farklı yollar izleyeceği, sorunları ABD çıkarlarına uygun şekilde ve hızlı biçimde halledeceği yaygarasını sürdürüyor. JD Vance açıkça “Ukrayna’da ne olduğunu önemsemiyorum” demekten geri durmuyor. Tam da bu nedenle Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski, İngiltere’deki Avrupa Siyasi Topluluğu Zirvesinde “Trump yönetimi gelirse işimiz zor olacak” şeklinde açıklamalar yapmıştır. Fakat aynı açıklamada “onların desteğine ihtiyacımız var, onlarla çalışmak zorundayız” gibi sözler söyleyerek ABD’nin muhtemel yeni yönetimi ile arayı bozmamaya gayret edeceklerini göstermiştir.
Aslında Avrupa’nın tutumu da Zelenski’nin tutumundan farklı değildir. Avrupalı egemenler Trump’ın görev başına gelmesi halinde onunla çalışmaya hazır olmaları gerektiğini iyi biliyorlar. Çünkü ABD’li egemenlerle Avrupalı egemenler ortak bir korku taşıyorlar. Trump döneminde başlayan Covid-19 pandemisi yükselen emekçi isyanlarını sönümlendirmenin ve kriz gerçeğini gizlemenin aracı haline getirilmek istenmişti. Fakat mızrak çuvala sığmadı ve krizin daha da derinleşmesiyle beraber dünya meydanları yeniden hareketlendi. ABD’de de güçlü işçi eylemleri, pek çok sektörde grevler ve sendikal örgütlenme dalgası yükseldi. Yükselen enflasyon, düşen ücretler ve artan yoksulluk ortadayken bu dalganın yine yükselmeyeceğini düşünmek için bir neden yoktur. Son olarak Gazze’de dünyanın gözleri önünde katliamı sürdüren İsrail’e karşı büyüyen öfke İsrail’i her koşulda destekleyen ve son teknoloji silahlarla donatan ABD’li egemenlere karşı da büyüdü, büyüyor. Biden yönetimi Filistin’deki katliamdan sorumlu tutuluyor ve Biden gittiği her yerde “Filistinli çocuk ve bebeklerin katili” haykırışlarıyla protestolara maruz kalıyor. Batılı egemenler medya kanalıyla yaydıkları yalanlara, uyguladıkları baskı ve şiddete rağmen emekçilerin öfkesini bastıramıyor. ABD kampüslerinden İngiltere meydanlarına gençlerin bu eylemlerde başı çekmesi, kâh Kenya’da kâh Bangladeş’te isyanların patlak vermeye devam etmesi egemenlerin yüreğindeki korkuyu, düzenlerinin sarsılması ve yıkılması korkusunu büyütüyor.
Çok açık ki kapitalizmin tarihsel krizi dünyayı her alanda tam anlamıyla kaotik bir duruma sürüklemiştir. Emperyalist hiyerarşinin en tepesindeki ABD’nin egemenleri başta olmak üzere burjuvazi ne yapacağını, kapitalizmi “sürdürülebilir” kılmak için nasıl yollar bulacağını bilemez haldedir. Suikast girişimi ile ilgili kimi iddiaları “komploculuk” olarak kestirip atanlar, yorumlarını “rasyonellik” içinde yapmaya çalışanlar nasıl bir dönemden geçtiğimizin üzerinden atlıyorlar. Kapitalizmin ve burjuvazinin içinde bulunduğu çıkmazı yok sayıp kendilerince “makul” senaryolar üzerinde duruyorlar. Mesela zaten iktidara yürüdüğü ve böyle bir şeye ihtiyacı olmadığı gerekçesiyle Trump cenahının kesinlikle bu tür bir oyuna başvurmuş olamayacağını iddia edenler, buradan, söz gelimi ABD içindeki başka egemen sınıf kesimlerinin, bunların devlet içindeki unsurlarının bu işi kotarmış olabileceği sonucunu çıkarmak yerine, Kasım Süleymani’nin intikamını almak isteyen İran’ın bu suikastın arkasında olabileceği düşüncesini hararetle destekleyebiliyorlar. Sözde sol adına yapılan yorumlarda ise bireysel silahlanmanın sınırlanmaması meselesi ya da psikolojik sorunların yaygınlığı öne çıkarılabiliyor. Bu suikastın ateş eden gencin bireysel işiymiş gibi bir yanılsama yaratılması çabasına katkı sunulabiliyor. Oysa bu çapta bir suikast söz konusu olduğunda ortada bireysel bir tutum olamayacağı çok açık olduğu gibi ABD tarihindeki suikastlar da aynı gerçeğe işaret ediyor. Kuşkusuz bu sözde rasyonel düşüncelerin de egemen mahfiller tarafından üretildiğini unutmamak gerekiyor. Yoksa burjuvazinin yeri geldiğinde nasıl yollara başvurduğunu en iyi bu düşünceleri üretenler biliyorlardır.
Son olarak şu hususun altını bir kez daha kalınca çizelim: Kapitalizmin tarihsel çürüme ve çıkışsızlık çağında olduğu gerçeğinin üzerinden atlayarak gelişmeleri, olguları anlamanın, doğru değerlendirmenin imkânı yoktur. Böylesi kaotik dönemler burjuvazinin olağan yöntemlerinin, burjuva demokrasisinin olağan işleyişinin rafa kaldırıldığı, olağanüstü yöntemlere ve rejimlere başvurulduğu dönemlerdir. Trump gibi bir figürün demokrasinin en gelişkin örneği olarak pazarlanan ABD’de ikinci kez başkanlığa yürümesi, Avrupa’da daha önceki dönemlerde radikal bulunan faşist parti ve hareketlerin güçlenip, normalleştirilip iktidara hazırlanması, siyasetin kutuplara çekilmesi ve keskinleşmesi, Türkiye’den Macaristan’a, Rusya’dan Hindistan’a otoriter rejimlerin inşa edilmesi bu gerçeğin somut yansımalarıdır. Burjuvazinin dünya emekçilerine dayattığı yeni normal budur. İşçi sınıfının olması gereken “normali” ise çivisi çıkan bu kapitalist düzeni yıkıp kendi iktidarını kurmak üzere devrimci örgütlülüğünü güçlendirip mücadeleyi büyütmesidir!
link: Ezgi Şanlı, Trump’a Suikast Girişiminin Gösterdikleri, 21 Temmuz 2024, https://en.marksist.net/node/8317
Suruç Katliamı: Adalet Mücadelesi 9 Yıldır Sürüyor
Sokak Hayvanları Sorunu Katliam Yaparak Çözülemez