Doğu Karadeniz’in incilerinden, dünyanın sayılı güzellikteki vadilerinden biri olan İşkencedere Vadisi talana karşı direniyor şimdi. Cennet gibi bir vadiyi cehennem çukuruna dönüştürecek iş makineleri yüzlerce yıllık ağaçları parçalayarak kökünden söküyor. Vadinin yamacından sökülen kayalarla birlikte yamaç aşağı akan toprak, doğal güzelliklerin ve insanların can suyuna, İşkence deresine taş ve toprak dolduruyor. Cengiz Holding, oradan çıkarılacak taşları İyidere lojistik liman inşaatında dolgu malzemesi olarak kullanmak üzere İşkencedere Vadisine taş ocağı açıyor. Söylendiğine göre yılda 15 milyon ton taş çıkaracak bölgeden. Memleketin ormanı, dağı, denizi önüne paspas edilmiş. AKP’nin devlet ihaleleriyle besleyip büyüttüğü, ülkenin cennet köşelerini, ormanları, vadileri, koyları tarifsiz bir açgözlülükle yalayıp yutmaları için önlerine serdiği beşli çetenin en kalantorlarından biri Cengiz Holding.
Devletten aldığı ihalelerin sayısı ve büyüklüğü ile dünyada ilk on arasına giren şirket, bu kapanma günlerinde de aynı fırsatçılıkla Rize-İkizdere İşkencedere Vadisinde iş makinelerini harekete geçirdi. Cengiz Holding ve ona çalışan taşeron şirketlerin saldırılarına karşı direniş başlatan köylülerin mücadelesi uzun zamandır sürüyordu. Süreci mahkemeye taşıyan ve yürütmeyi durdurma kararı çıkarmaya çalışan bölge halkı, mahkemelerden olumlu bir karar beklemeye devam ederken, şirket AKP iktidarının ve devletinin kolluk güçlerinin desteğiyle sokağa çıkma yasaklarından da faydalanarak vadiye iş makinelerini 21 Nisan günü soktu. Şehirlerarası ulaşımın izne tabi tutulmasıyla aslında fiilen yasaklandığı, insanların sokağa çıkmasının engellendiği koşullarda vadideki bir avuç insanın yalnız ve savunmasız kaldığı günü bekleyip harekete geçmesi meşreplerine uygundu. Ama sayıca az olmalarına rağmen köylülerin, emekçi kadınların, çevre derneklerinin mücadelesi henüz durdurulamadı ve 22 Nisandan bu yana devam ediyor. Çevre köy ve kasabalardan bölgedeki mücadeleye destek yasaklar nedeniyle sınırlı kalsa da eylemlerine devam ediyorlar.
Günlerdir İkizdere Dernekler Federasyonu ve bölgedeki emekçiler sosyal medya üzerinden mücadelelerine destek çağrısı yapıyorlar. Jandarmayla köylülere saldıran sermaye devleti sokağa çıkma yasakları koyup, bunu da caydırıcı bir silah olarak kullanmaya devam ediyor. Bir yandan köylüler gözaltına alınıyor, bir yandan tehdit ve şantaja maruz bırakılıyor, biber gazı sıkılıyor, para cezalarıyla yıldırılmaya çalışılıyor ama hâlâ mücadele devam ediyor. Hukuksuzluğun sıradanlaştığı bir dönemde köylüler sosyal medya aracılığıyla seslerini duyurmaya çalışmaktalar. Açılan davalarda mahkeme kararlarının kaşla göz arasında yırtılıp çöpe atıldığı, her yolla yaptıklarının mubah kılındığı, her seferinde atı alanın Üsküdar’ı geçtiği bir dönemde onlar da bedenlerini siper ediyorlar iş makinelerine. Jandarma vadi girişine kalkanlarla barikat oluşturarak köylülerin mücadelesine katılmak isteyenleri durduruyor. İş makinelerinin önüne siper olan Karadeniz’in emekçi kadınları mücadele türküleri söylerken, iş makinelerini engellemeye çalışan insanların üzerine taş ve toprak yuvarlayan jandarma ve taşeron şirket yetkilileri de öfkeyi büyütüyor. Proje gündeme geldiğinden beri diken üstünde olan köylüler bir yandan tütününde çalışmaya, arıcılık yapmaya, deresini, ormanını evladı gibi korumaya çalışıyordu. Ama su uyuyor düşman uyumuyor, Ramazan demiyor, bayram demiyor hesabını yapıyordu. Ve 20 Martta Cumhurbaşkanlığının kararı ile Cevizlik ve Gürdere köylerindeki pek çok arazi ve yerleşim yerine kamulaştırma kararı çıkarıldı. Yöre halkı buna karşı önlem olarak vadide çadırlarını kurarak nöbet tutmaya başlamıştı. Cengiz inşaatın iş makinelerinin 21 Nisanda vadiye girmesinin ardından mücadele büyüdü.
Bir yanda Cengiz Holding bayrağının arkasına sıralanmış bakanlar, bürokratlar, Rize Valiliği ve jandarmasından muhtarına, esnaf odasından sivil görünümlü yiyici takımı dernek ve odalara kadar kalabalık bir talan ittifakı, diğer yanda etrafı yasaklarla çevrilmiş, genç nüfusu büyük şehirlerden yardıma bile gelemeyen bir avuç köylü ile onlara desteğe gelmiş duyarlı insan… Sosyal medyada paylaşılan videolarla milyonlara ulaşan akıllara ziyan diyaloglar… Yaşam alanına can havliyle sarılmış, kuşu, börtü böceği, dupduru bir dereyi, çatır çatır kökünden sökülen ağacı ağlayarak korumaya çalışan insanlara “maske, mesafe” diyen, kimlik soran, “salgın var yasak” diyen jandarmalar. “Bir müteahhit etmiyor mu bu köylü. Sen bizi niye dinlemiyorsun. Sağır mısın?” diye bağırıyor bir emekçi. Bir diğeri “bu devlet Cengiz İnşaatın devleti mi?” diye soruyor. Ağaçlara kendilerini zincirleyerek iş makinelerine gövdelerini siper eden kadınlardan biri “Tüm Rize’deki askeri birlikleri buraya dökmüşler. Sanki İkizdere’de savaş var, savaşmaya gelmişler. Biz halkız, halk! Doğayı koruyoruz. Ormanı katledenlere karşı koruyoruz. Devletimize karşı koruyoruz doğayı, yaşam alanlarımızı koruyoruz” diyerek isyan ediyor.
Cengiz Holdingin bölgedeki savunmasının neferleri olan AKP’li bakanlar sırayla köylüleri ikna turlarına çıkmışlar. Yaşam alanları iş makineleriyle sökülmekte olan insanlara bölgede yatırım yapılarak iş sahaları açılacağı yalanını terennüm etmeye devam ediyorlar. AKP milletvekili Hayati Yazıcı, ona meramını anlatmaya çalışan bölge insanlarına onları kriminalize etmek umuduyla “oralı olup olmadığını” soruyor, meramına ulaşamayınca da “şirket size brif versin”, “eskisi gibi olmaz ama düzelttiririz” diyerek üst perdeden ortamın ateşini almaya çalışıyor. Bir diğer bakanınsa dostlar alışverişte görsün kabilinden şöyle bir görünüp protestolar karşısında kaçıp gittiği görülüyor. Köylü kadınlar belki biraz vicdanları vardır umuduyla parçalanmış ağaçları, toprak akan dereyi gösteriyor, biri “bakanım bizim burası AKP’li, ne olur yapmayın” diye yalvarıyor ama nafile… Sözler egemenlerin temsilcilerinin zırhlarına çarpıp pul pul yere dökülüp toz oluyor. Onlarca çakarlı lüks otomobille bölgeye gelen bakanlar, bürokratlar, şirket yetkilileri “devletimiz yatırım yapmış, bu yatırımla gençlerimize iş sahası açılacak” diyerek kandırmaya çalışıyorlar, tütünü, arısı, suyu, ormanı tarumar edilen emekçileri. Bir yandan ilçe merkezinde yapılan toplantılara seçilmiş insanları götürerek eyleme katılan köylülerle onlar arasında gerilim ve düşmanlık tohumları saçıyorlar. Diğer yandan mücadeleyi bölmek ve eylem yapanlara desteği kırmak için “yatırıma karşı çıkıyorlar, devlete karşı çıkıyorlar” diyerek karalama kampanyası yürütüyorlar. Tüm bunların gölgesinde, vadinin üstündeki bitki örtüsünde bir daha rehabilite edilemeyecek kadar büyüklükte bir alan talan ediliyor.
İstanbul Havalimanı ile Kuzey Ormanlarını doğrayıp geçen, bütün tarihsel güzellikleriyle suların altına gömülen Hasankeyf’in üzerine Ilısu Barajını diken, Artvin’in güzelim doğasını maden sahaları haline getiren yine aynı Cengiz Holding... AKP’nin büyütüp semirttiği sermaye grupları, cingöz oyunlar ve hesaplarla cehennem zebanileri gibi hayata, doğaya, nesillerimizin gelecek hayallerine, düşlerine karabasan gibi çökmüş durumdalar. Kendi sitesinde yıllık cirosunun 5 milyar doları aştığını, 35 şirket ve iştirakleri ile büyük bir aile olduğunu söyleyen Cengiz Holding, yoğun emek sömürüsünün, doğa düşmanlığının nadide örneklerinden biri olarak gözümüzün önünde semirmeye devam ediyor. Özellikle 2000 yılından sonraki büyüme hızına bakmak yeterli. AKP iktidarının yürü ya kulum dediği Cengiz Holdingin karşısında direnmeye çalışan Rizeli emekçilerin karşısına da elbette devletin kolluk güçleri çıkmaktadır. Bu holding devletten 2017 yılında 7 milyar 901 milyonluk ihale aldı. O günden bu yana aldıklarının parasal değerini hesaplamak bile zorken, 500 milyon liradan fazla vergi borcu da silindi. “Cengiz Holding, Eti Bakır, 3. Havalimanı, Ilısu Barajı, Akkuyu Nükleer Santrali gibi büyük ihaleleri, hükümetin desteğini arkasına alarak kapmış durumda. Türkiye’nin emperyalist atakları sonucu Libya pastasından koparılan inşaat paylarının bir kısmı ve Irak Havalimanı ihalesi de Cengiz Holding’e kaldı. AKP ile kirli ilişkileri sadece ihale kaptıkaçtılığıyla sınırlı da değil. Cengiz Holding, aynı zamanda kitleleri faşist tırmanışa ve emperyalist savaşa ikna etme çabalarının bir aracı olan «havuz medyası»nın önemli aktörlerinden.”[*]
Erdoğan rejiminin özünü yansıtan cümleler dökülüyor İşkencedere’de mücadele edenlerin dilinden. Hayatın dili sade ve çok anlaşılır. 15 Mayıs gecesi köylülerin kendi tapulu arazilerine kurdukları direniş çadırları jandarmalar tarafından parçalanarak sökülüyor. Eyleme destek verenlerden biri isyan ediyor: “Dün gece 02.30’da gelerek çadırlarımızı kaldırdılar. Kaldırmadılar aslında tamamen parçaladılar… Devletin jandarmasına gittik şikâyet için. Jandarma biz yaptık diyor. İçişleri Kanunlarına aykırıymış. Valiliğin yazısı varmış… TC’nin kanunları değil de, Cengiz’in kanunları, polis devletinin kanunları işliyor. Bu kadar vicdansızlık olmaz ki! İnsanlar orada yaşıyorlar. Ne soruyorsun, ne ediyorsun? Yangından mal kaçırır gibi, git Cengiz’in makinasını koru… Buradaki insanlara ne olursa olsun önemli değil, önemli olan taş, tamamen para, tamamen insafsızlık ya, vicdansız bunlar.” Eylemlerde “Mehmet Cengiz’in devletine karşıyız, milletine küfreden Mehmet Cengiz’in jandarmasına karşıyız” sesleri yükseliyordu. Emekçiler Karadeniz’in yamaçlarından böyle bağırıyorlar. Lakin vurgun ve rant düzeni tam gaz devam ediyor.
Rize Valiliği, çadırların sökülmesinin hemen ertesinde, 16 Mayısta, bu kez de İkizdere’de “yürüyüş, protesto eylemi, oturma eylemi, açlık grevi, stant açma, çadır kurma, açık ve kapalı yer toplantısı yapma, yüksek sesli yayın yapan araçlar ile konvoy düzenleme, imza kampanyası, konser, şenlik ve miting düzenleme, el ilanı, bildiri ve broşür dağıtma, afiş ve poster asma, toplu karşılama ve uğurlama, basın açıklaması yapma” vb. her türlü eylem ve etkinliği on beş gün süreyle yasakladı. Valiliğin gerekçesi, işçilerin, emekçilerin her eyleminde kamu otoritelerinin sıraladığı gerekçelerden bir demet niteliğinde: “Farklı kesimler arasında gerilim yaşanmasının önlenmesi, milli birlik ve beraberliğimizi zedeleyici provokatif eylemlerin önüne geçilmesi, kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanması, koronavirüs salgınına karşı halk sağlığının korunması”…
Özellikle Erdoğan rejiminin kırılganlığı arttıkça ve kitle desteği eridikçe, ellerindeki iktidar gücünün sallanmakta olduğunu hissetmekten olsa gerek, beslemeler, az zamanda olabildiğince çok talan yapmaya girişmiş durumdalar. Hem kriz koşullarının yarattığı belirsizlik hem eski güçlerini yitirme endişesi Erdoğan rejimini de beslemelerini de daha fazla telaşa sürüklerken, bir yandan da onları daha da saldırgan hale getiriyor. Termik santral projelerinden HES’lere, dereleri, ormanları, sit alanlarını, koyları, meraları, yaylaları dört bir yanı dağ taş bırakmamacasına iç edenlerin, Bergama, Cerattepe, Ulukışla, Hasankeyf, Kaz dağları ve sayamadığımız kadar çok memleket toprağında yeraltında ve yerüstünde ne varsa kapmaya çalıştığı bir düzen 19 yıldır sürüyor. Ve son günlerde faşist rejimin kurucu ve destekçilerinin dünyevi hırsları, uhrevi vitrinlerin arkasından çok daha çirkin sırıtıyor.
link: Derya Çınar, Talana Karşı Mücadele Sesleri İkizdere’den Geliyor, 18 Mayıs 2021, https://en.marksist.net/node/7362
Açgözlülük Başarı Getiriyormuş!
“Süngüler Kumaş Dokuyamaz”: American Woolen Company Grevi