1900’lü yılların başlarında, Amerika’nın Massachusetts (Masaçusets) eyaletinin Lawrence kentinde yün üreticisi American Woolen Company fabrikalarında birçok ulustan işçiler çalışıyordu. Portekiz, Fransa, Kanada, İngiltere, İrlanda, Rusya, İtalya, Suriye, Almanya, Litvanya, Belçika ve Polonya’dan gelmiş göçmen işçiler, haftalık ortalama 8,5 dolar ücret karşılığında günde 12-14 saat tükenircesine çalıştırılıyorlardı. Ayrıca barınma koşulları da son derece kötüydü. İşçiler adeta yığma kalabalık halinde, ucuz, kolayca yanabilecek ahşap kiralık evlerde yaşıyorlardı. Lawrence kentinde bir kadın doktor, o dönemlerde işçiler hakkında şöyle yazıyordu: “İşe başladıktan sonra ilk iki ya da üç yıl içinde kız, erkek, çok sayıda genç ölüp gidiyordu. Fabrikada çalışan kadın, erkek her 100 işçiden 36’sı daha 25 yaşını görmeden tükenip ölüyordu.”
İşçiler için koşulların yine çok kötü olduğu 1912 yılının kış ortasıdır. Ocak ayında bölgedeki bir fabrikada her zamanki gibi ücret zarfları dağıtılır. Dokuma işi yapan Portekizli kadın işçiler zarflarını açıp aldıkları ücretin çocuklarını doyurmaya dahi yetmeyeceğini herkese gösterince işten atılırlar. Buna tepki olarak diğer işçiler tezgâhlarını durdurup fabrika dışına çıkarlar. Bu durum tüm bölgede duyulmuştur. Ertesi gün bir başka fabrikada beş bin işçi işi bırakır, toplu halde diğer fabrikalara yürür, kapıları zorlar, tezgâhlara giden enerji kanallarını koparıp işçilere işlerini bırakmalarını söylerler. Hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm milliyetlerden işçileri örgütlemeyi hedefleyen Dünya Sanayi İşçileri (IWW) sendikasına üye on bin kadar işçi kısa sürede örgütlenip uzun soluklu bir greve başlar.
Sendika grev süresince toplu gösteriler ve mitingler düzenler. Lawrence kentinin bütün nüfusu 86 bin kişiyken grevciler 50 bin kişi için yiyecek ve yakıt bulmak zorundadır. Grevin başlamasının ardından çorba veren mutfaklar kurulur. Ülkenin her tarafından, sendikalardan, sosyalist gruplardan ve diğer işçilerden dayanışma için paralar gönderilir.
Sermaye sınıfının temsilcileri de zaman kaybetmeden grevi kırmak için harekete geçerler. Belediye başkanı yerel silahlı kuvvetleri, vali ise eyalet polisini işçilerin üzerine salar. Grev başladıktan birkaç hafta sonra polis gösteri yapan grevcilere saldırır. Grevciler bu saldırıya gün boyu gösterilerle karşılık verirler. 29 Ocak akşamüzeri yapılan protestolar sırasında Anna LoPizzo adlı grevci işçi ateş edilerek öldürülür. Tanıklar bu cinayeti bir polisin işlediğini söylese de yetkililer, IWW başkanı Joseph Ettor ve yöneticilerden şair Arturo Giovanitti’yi tutuklar. Tutuklananlardan hiçbiri suç mahallinde bulunmuyordur; ancak suçlama, “Joseph Ettor ve Arturo Giovanitti’nin, işlenen cinayette kimliği belirlenemeyen katile akıl verdikleri, onu kışkırtıp teşvik ettikleri için tutuklandıkları” şeklindedir. Ne kadar tanıdık bir kurgu! 1886’da 8 saatlik işgünü mücadelesinin önderi Albert Parsons ve arkadaşları da aynı “mantığın” kurgusu ile idam sehpalarına gönderilmişti.
Grev komitesinin başında bulunan Joseph Ettor hapse girince onun yerine başka bir IWW yöneticisi, Lawrence kentine gelerek grev komitesinin başına geçer ve işçiler daha kararlı bir biçimde mücadelelerini sürdürürler. IWW sendikasının farklı eyalet ve şehirlerdeki birçok üyesi de destek için kente gelir. Greve desteğin giderek arttığını gören kent yöneticileri kentte sıkıyönetim ilan ederler. İnsanların sokakta birbirleriyle konuşmasını yasaklarlar. İki süvari bölüğünü ek olarak görev başına getirir ve polis sayısını arttırırlar. Ocak ayının sonlarına doğru grevcilerin bir kısmı tutuklanır ve çoğu bir yıl hapse mahkûm edilir. Daha sonra John Ramy adlı Suriyeli bir grevci süngülenerek öldürülür. Ama grevciler pes etmez, fabrikalar çalışmaz. Grev komitesinin başındaki Ettor “süngüler kumaş dokuyamaz” der.
Şubat ayında grevciler toplu halde grev gözcülüğü yapmaya başlar. 7 binden 10 bin kişiye kadar değişen sayıda grevci işçi, kollarında “grev kırıcı olmayın” yazılı beyaz bantlar taşıyarak uçsuz bucaksız bir zincir halinde fabrika bölgelerinde dolaşırlar. Şubat ayının ortalarına doğru uzun soluklu ve kalabalık bir mücadelenin getirdiği çeşitli zorlukların yanında grevcilerin yiyecekleri de bitmiştir ve artık çocukları aç kalmıştır. Fakat hikâyenin özgünlüğü de tam olarak burada başlar.
New York’ta sosyalist bir gazete olan “Call” yani Çağrı bir öneride bulunur. Bu öneri grevcilerin çocuklarının başka kentlerde, onlara sempati duyan ailelerin koruyuculuğuna gönderilmesidir. Bu, daha önce Avrupa’daki grevlerde yapılmış ancak Amerika’da hiç denenmemiştir. Yine de birkaç gün içerisinde “Call” gazetesine çocukları almak isteyen dört yüz mektup gelir. IWW ve Sosyalist Parti grevci işçilerin çocuklarının gönderilmesini organize etmeye başlar. Onları isteyen ailelerin başvurularını incelerken, çocukları da muayene ederler.
10 Şubatta, yaşları 4 ile 14 arasında yüzden fazla çocuk New York’a gitmek üzere Lawrence’dan ayrılır. New York Büyük Merkez Garında “Marseillaise” ve “ Enternasyonal” marşlarını söyleyen beş bin İtalyan sosyalist tarafından karşılanırlar. Ertesi hafta New York’a yüzden fazla çocuk daha gider; otuz beş çocuk da Vermout’un Barre kentine gönderilir. Durumu anlayan Lawrence kent yönetimindekiler, ihmal edilmiş çocuklar konusunda bir yasaya dayanarak “bundan böyle hiçbir çocuğun Lawrence’dan ayrılmasına izin verilmeyeceğini” duyururlar. Ancak artan polis baskısı ve saldırılara rağmen Şubat ayı sonuna kadar onlarca çocuk New York, Barre ve Philadelphia’ya gönderilir.
Grevcilerin bu azimli ve kararlı mücadelesi karşısında Amerikan yün şirketi boyun eğer. İşçilerin talebi olan zam verilir, fazla mesailer için ücret ödenmesi kabul edilir. Ayrıca greve giden işçilere bir ceza verilmeyecektir. 14 Mart 1912’de on bin grevci IWW yöneticileriyle Lawrence Meydanında bir araya gelerek grevi sonlandırır ve kutlama yapar.
1900’lü yılların başlarında, New York, Barre, Philadelphia ve Avrupa’da işçiler mücadele eden sınıf kardeşlerine “mücadeleniz mücadelemizdir” demişlerdi. Bu aynı zamanda “çocuklarınız bizim çocuklarımızdır” demekti. Grevciler başka bölgedeki sınıf kardeşlerine büyük bir güvenle evlatlarını emanet edebiliyorlardı. Bizler, tarihin derinliklerinden günümüze gelen büyük, fedakâr ve köklü bir sınıfın, işçi sınıfının evlatlarıyız. Yaşadığımız coğrafyada ve dünyanın tüm bölgelerindeki işçiler bizim sınıf kardeşlerimizdir. Sermaye sınıfının yapay ayrımlarla bu gerçeği ve onurlu geçmişimizi bizlere unutturmasına asla müsaade etmeyelim.
link: Kocaeli’den MT okuru bir petrokimya işçisi, “Süngüler Kumaş Dokuyamaz”: American Woolen Company Grevi, 21 Mayıs 2021, https://en.marksist.net/node/7363
Talana Karşı Mücadele Sesleri İkizdere’den Geliyor
TÜSİAD’ın “Demokratlığı”