Tuzak tartışmalara dikkat!
1 Mayıs 2004 dünyada ve Türkiye’de çeşitli alanlarda düzenlenen miting, yürüyüş ve gösterilerle geçti. Böylece dünya işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışmasının tarihi sembolü olan bir 1 Mayıs günü daha ardımızda kalmış oldu. Türkiye özelinde konuşacak olursak, 1 Mayıs geçti ama işçi sınıfının beyni ve kalbi demek olan İstanbul’da iki ayrı alanda gerçekleşen miting ve yürüyüş nedeniyle de bazı önemli tartışma konuları sol hareketin gündemine oturuverdi. Önümüzdeki günlerde çeşitli sol çevrelerde ve yayın organlarında bu durumu yansıtan muhtelif tartışma ve yorumlara tanık olacağız. Değişik siyasal tutum ve yaklaşımların sergileneceği, özellikle sınıftan kopuk devrimci çevreler arasında küçük-burjuvaca rekabet ve ağız dalaşının yaşanacağı bir ortamda, Bolşevik bakış açısının bulandırılmasına izin vermemek büyük önem taşıyor.
Öncelikle bir hususu vurgulayalım. 1 Mayıs vesilesiyle gündeme getirilen çekişmelerde görüldüğü gibi, işçi sınıfı içinde Bolşevik tarzda çalışma niyeti ve sabrından uzak olan sol örgüt ve çevrelerin sorunları ortaya koyuş tarzları doğru değildir. Zira sınıf mücadelesinde proletaryanın örgütlülüğünün ve pozisyonlarının ilerletilmesinden yana berrak bir Marksist tutuma sahip olmayanların gerçekten tartışılması gereken soruları yükseltebilmesi beklenemez. Soruları yanlış tarzda soranların veya tartışmaları sol gevezeliğe dönüştürmek isteyenlerin geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıl da –ve eminiz bu kez daha da abartılmış biçimde– sınıf ekseninden kopuk bir 1 Mayıs fenomeni yaratma eğilimleri karşısında uyanık olunmalı. Dikkati, sorunları Marksist tarzda ele alan yaklaşımlardan uzaklaştırıp burjuvazinin iç çekişmelerinde ya da küçük-burjuva devrimciliğinin iç rekabetinde taraf olmaya çeken tuzak tartışmaların içine düşülmemeli. İşte bu bağlamda bazı önemli hususların aydınlatılmasına ihtiyaç var.
Gerçek öncüler yakıcı gerçekleri görebilenlerdir
1 Mayıslar dünya işçilerinin kapitalist sisteme karşı birlik, mücadele ve dayanışma zorunluluğunun örgütlü bir biçimde dile getirilmesi ölçüsünde anlam kazanan günlerdir. Çok açık olan bir gerçek var. Dünya işçi hareketinin tarihine bakacak olursak, somut koşullardaki farklılıklar nedeniyle durum ülkeden ülkeye değişse bile, genelde işçi hareketinin gücünün ve enternasyonal örgütlülüğünün daha yükseklerde seyrettiği dönemlerde 1 Mayısların devrimci içeriğine uygun biçimde sahiplenildiğini görürüz. Devrimci durumlarda sınıf hareketi tarihsel anlamı olan mücadele günlerini devrimci yükselişin yeni sembolleri katına yükseltir. Durağan ve olağan dönemlerde ise en iyi ihtimalle genel demokratik ve ekonomik istemlerin dillendirildiği kitlesel yıldönümleri olarak gündemine alır. Türkiye’de bazı sol çevreler tarafından tartışma konusu yapılan devrimci 1 Mayıs ve reformist 1 Mayıs gibi ayrımların Marksist açıdan doğru anlamları da ancak sınıf hareketinin bu tarihi yükseliş ve alçalış dalgalanmaları temelinde bulunabilir.
İşçi sınıfının sendikal ve siyasal düzeydeki örgütlülüğünün tedirgin edici boyutlarda gerilediği dönemlerde, 1 Mayıs gibi anlamlı bir tarih bile olsa, sınıf hareketinden bir gün içinde devrimci bir nitelik sergileyecek bir sürpriz beklenemez. Bu türden tarihsel kesitlerde proletarya içinde yürütülmesi gereken örgütlenme çabası gerçek komünistler açısından bellidir. Leninist parti anlayışı, sınıfın öncü unsurlarının sağlam siyasal örgütlülüğünün sağlanması sayesinde kitlesinin de ileriye doğru harekete geçirilebileceğine işaret eder. Fakat çok açıktır ki bu tarz bir örgüt ve mücadele anlayışının içselleştirilebilmesi, ancak bu zahmetli işi bıkmadan usanmadan yürütmeyi becerebilecek niteliğe ve disipline sahip devrimci kadroların harcıdır. Kulağa ne denli hoş gelse de, devrimci bir eylemmiş gibi görünse de, sınıfın örgütlü mücadelesini ilerletmeye hizmet edemeyen devrimci söylemler ve eylemler son tahlilde kendi içine dönüp sönmeye mahkûmdur. Bugüne dek tarihin hiçbir döneminde ve hiçbir ülkede küçük-burjuva devrimciliği ve onun sol lafazanlığı sınıf hareketinde mucizeler yaratmaya muktedir olamamıştır. Bu tarihsel gerçek bundan sonra da değişecek değildir. Bu nedenle, işçi sınıfının ezici çoğunluğu örgütsüzlük koşullarında sürünür ve sendikal cephede şu ya da bu sendika bürokrasisi eliyle reformizm veya milliyetçilik batağına çekilmek istenirken hiç kimse bu yakıcı gerçeklerden kaçıp kurtulamaz.
Sendikal bürokrasi arasındaki rekabetin tarafı olunmamalı
İstanbul’daki iki ayrı 1 Mayıs tartışmasını doğru temellerde değerlendirebilmek için somut bir gerçeği görmek gerekiyor. Bu durum işçi hareketinin devrimci ve reformist örgütleri arasındaki bir ayrışmanın sonucu değildir. İki ayrı kutlama hadisesinin temelinde, son tahlilde, farklı işçi konfederasyonlarının üst bürokrasileri arasında cereyan eden siyasal ve sendikal rekabet yatıyor. 2004 İstanbul 1 Mayıs’ına dair çeşitli sol çevrelerin siyasal tercihleri, sergiledikleri yaklaşımları ve tartışma argümanları her ne olursa olsun, bazı önemli sorunların üzerinden atlanamaz. Bugün devrimci örgütlerin hiçbiri sendikaların katıldığı kitlesel sınıf eylemlerinde henüz kararları belirleyici bir güce sahip değildir. Dolayısıyla 1 Mayıs örneğindeki gibi kitlesel eylem ve mitinglerin düzenlenmesine ilişkin kararlar son tahlilde sendika üst yönetimleri tarafından alınmakta ve böylece ortaya fiili bir durum çıkmaktadır.
Hangi işçi konfederasyonu söz konusu olursa olsun, genelde sendika üst bürokrasisi burjuvazinin uzantısıdır ve burjuva düzenin egemen güç odakları arasındaki çekişmelerde taraftır. Bu gerçek bu yılki 1 Mayıs’ın aynasına çarpıcı biçimde yansımış bulunuyor. Düzen güçlerinin Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, AB’ye katılım sorunu gibi önemli konularda liberal ve gerici eğilimler itibarıyla bölünmüş olması tümüyle sendika üst yönetimlerinin tutum ve tartışmalarından da izlenebilir. Örneğin genelde Türk-İş yönetiminin en gerici tutumları takındığı, Kıbrıs ve AB’ye katılım gibi burjuvazinin gündemindeki somut sorunlarda düzenin değişime direnen güçlerine destek verdiği açıktır. DİSK ve KESK yönetimi ise, aslında AKP’ye doğrudan işçi haklarının savunulması noktasından karşı çıkılması gerekirken ona statükocu tarafın sahiplendiği laiklik argümanlarıyla yüklenebilmektedir.
Şimdi de bu bürokratlar son 1 Mayıs sürecinde sergiledikleri üzere, sendikal arenada büsbütün eriyip gitmekten kurtulabilmek için biraz daha sol görünen çıkışlar yapabilme çabası içindeler. AB yanlısı çözüm arayan burjuva odakların yeni bir sosyal demokrat parti yaratma projelerine sıcak bakar görünmekte ve kendilerini canlandırabilmek için sol çevrelerin sempatisini kazanmak istemekteler. DİSK’in kongresinin yaklaşıyor olması, DİSK bürokrasisinin Türk-İş yönetimine oranla kendisine sol hava vermek istemesi veya KESK yönetiminin “Kamu Reformu Yasa Tasarısı” nedeniyle hükümetle arasındaki gerginliği tırmandırması gibi faktörler de bu sendika bürokrasilerinin 1 Mayıs hazırlıkları sırasında kendilerini Türk-İş’ten ayırmalarında birer etkendir.
Ne var ki konfederasyon üst yönetimlerinin siyasal ve sendikal tutumlarını net ve homojen bir niteliğe sahipmiş gibi de algılamamalı. Her şeyden önemlisi çelişkili gelişim bugün Türkiye’de yaşanan siyasal sürecin bizatihi başat özelliğidir. Örneğin statükocu cephe tarafından laiklik karşıtı, gerici, yobaz olmakla suçlanan AKP, AB’ye uyum yasalarını çıkartma çabası içindedir. Sosyal demokrat olma iddiasıyla siyasal arenada yer alan CHP ise pek çok somut sorunda statükocu güçlerin has destekçisi pozisyonunu takınmıştır. Daha fazla uzatmaya gerek yok, burjuva düzenin her türlü kurum ve yönetim katında böyle çelişkili bir süreç yaşanıyor. Böylesi süreçlerde, işçi sınıfının kitle örgütlerinin farklı burjuva tercihler temelinde oraya buraya çekiştirilip işçilerin karşı karşıya getirilmesi konusunda daha da uyanık olunmalı.
İşçi sınıfını milliyetçilikle zehirlemeye çalışan siyasal eğilim ve bunun sendika yönetimlerindeki uzantıları ne denli tehlikeliyse, Türkiye tarihinde çeşitli kereler tanık olunduğu üzere sınıfı sol görünümlü asker-sivil cuntaların peşine takma yönündeki tertipler de o denli tehlikelidir. Bolşevik kadroların görevi, işçi sınıfının her türlü kitle örgütünde çalışarak sınıfın bağımsız siyasal örgütlülüğünü geliştirebilmek ve gün geçtikçe çok daha fazla sayıda işçiyi bilinçlendirip onların burjuva tuzaklara düşmesini engellemeye çalışmaktır. Unutmamalıyız ki, işçi sınıfının sendikal düzeydeki örgütlülüğünün ileriye taşınabilmesinde de temel etken sınıf içindeki sağlıklı devrimci çalışmadır. Ve mevcut sendikal harekette işçiler açısından anlamlı bir atılım, ancak tabandan yükselecek örgütlü militan bir kıpırdanmanın sonucunda sağlanabilir; tepeden yürütülen ve şu ya da bu burjuva kliğin amaçlarına alet olan sendika üst yönetimleri tarafından değil!
Sendika bürokrasileri arasındaki rekabet nedeniyle ortaya çıkan çekişmeli durumlarda komünistler hangi tarafın daha haklı olduğu biçiminde kısır bir tartışmaya sürüklenemezler. Sorun verili koşullarda sınıf içindeki çalışmaları geliştirecek bağımsız taktikleri uygulamaktır. Komünistlerin şu ya da bu sendika bürokrasisini tercih etmek ve yalnızca tek bir konfederasyon tabanında çalışmak gibi bir tutumları olamaz. Tam tersine çeşitli sendika bürokrasilerine eşit uzaklıkta durmayı başarabilmek işin kuralıdır. Öne çıkartılması ve uyulması gereken ilke, komünistlerin sendikal bürokrasi arasındaki rekabette taraf olmamaları gereğidir.
Küçük-burjuva rekabet anlayışı Bolşevik tutumla bağdaşmaz
İşçi sınıfının çeşitli sendikal ve kitle örgütlerinin eylem birliğinin sağlanabilmesi için mücadele edilmeli ve sendika bürokrasilerinin kitlesel eylemleri parçalama eğilimlerine alet olunmamalıdır. Diğer taraftan devrimci örgütlerin kendi aralarında eylem birliğini sağlamaları ve sendika bürokrasilerine daha ileri kararların alınabilmesi doğrultusunda basınç bindirmeleri doğru bir tutumdur. Ne var ki yanlış kararları engelleyebilmek sonuçta bir güç ve örgütlülük sorunudur. Eğer bu açıdan henüz büyük bir yetersizlik söz konusuysa, yalnızca değirmende laf öğütmekle şu ya da bu sendika yönetiminin kararlarının değiştirilebileceğini ummak boş hayalciliktir. Dolayısıyla bazı gerçeklikler artık engellenemeyecek bir biçimde karşımıza dikildiğinde doğru tutum, işçi sınıfının kitlesel eylemlerinde yer almaktır.
Bu yıl İstanbul’da 1 Mayıs mitinginin Taksim alanında yapılması için DİSK ve KESK tarafından başlatılan tartışmalar ve bunun sonucunda ortaya çıkan Türk-İş’ten ayrı miting düzenleme gerçeği işçi sınıfının içinden kopup gelen bir öncü atılımın veya tabandan yükselen bir devrimci basıncın tezahürü değildir. İşçi sınıfının devrimci misyonuna inanan örgüt ve çevrelerin sınıfın kitle eylemlerini daha nitelikli kılma çabası içinde olmaları olumlu bir faktördür ama sınıfın örgütlülüğü henüz çok zayıftır. Bu nedenle bugünün somut koşullarında Saraçhane’deki yürüyüşü devrimci 1 Mayıs, Çağlayan’daki mitingi ise reformist 1 Mayıs olarak değerlendiren yaklaşımlar inandırıcı dayanaklardan tamamen yoksundur. Bu miting ve yürüyüşü hangi kıstaslardan hareketle böyle ayrımlara tabi tutabiliriz ki? Bunları, katılımcı sendikalara ve örgütlere, atılan sloganlara veya katılımcı sayısına göre kıyaslayıp devrimci ve reformcu diye etiketlemek olsa olsa bu tür bir sığ yaklaşımı içine sindirebilenlere bir anlam ifade edebilir. Öte yandan tamamen keyfi bir yaklaşımla kendi katıldığı tarafı devrimci 1 Mayıs ilan etme tutumu oportünizmdir.
Bir kere bugünün koşullarında DİSK ve KESK’in işçi sınıfının devrimci sendikal örgütlülüğünü, Türk-İş’in ise tersini temsil ettiğini söylemek doğru değildir. Eğer bu tür karşılaştırmalar sendika bürokrasilerinin tutumu açısından yapılıyorsa hepten yanlıştır. İkincisi, katılımcı sayısı tek başına bir ölçüt oluşturamaz. Üçüncüsü ve asıl önemlisi, her iki tarafta da katılımcı siyasal örgüt ve çevreler arasında devrimci pozisyonları benimseyenler olduğu gibi reformcu eğilimleri ağır basanlar da vardır. Nitekim aynı tespiti, katılımcı sayısının ve siyasal bileşimin farklılığına göre ağırlıklar değişse bile atılan sloganlar bakımından yapmak da mümkündür.
Hüner geride duranları da öne çekebilmekte
1 Mayıslar gibi mücadele günlerini işçi ve emekçi kitlelerin bilinç düzeyinde bir sıçrama yaratabilmek bakımından önemli bir fırsat olarak değerlendirmeye çalışan komünistler için çok açık olan bir husus var. Devrimci bayrağın yükseltilmesi mücadelesinde asıl kıymetli olan, zaten devrimci bilince ulaşmış kadroların bunu bir biçimde teşhir etmesinden ziyade, geride duranları elden geldiğince biraz daha öne çekebilmektir. Bu nedenle 1 Mayıs benzeri eylemlerde Bolşevik kadroların içinde çalışma yürüttükleri kitleden kopmamaları ve duydukları devrimci heyecanı onlara da iletebilmenin yol ve yöntemi üzerinde odaklaşmaları gerekiyor. Devrimci unsurların sınıfın geri kitlesini kendi kaderiyle baş başa bırakarak, devrimci heyecanı kısa vadede çok daha fazla tatmin edebilirmiş gibi görünen yerlere yönelmeleri tek kelimeyle sorumsuzluktur. Leninist mücadele anlayışı, bilinçsiz işçi kitleleri arasında fuzuli ayrımlar yaratmaksızın onlar neredeyse oraya gitmeyi, mücadeleyi onların arasında onlarla birlikte geliştirmeyi temel bir ilke olarak başa alır. Bu nedenle komünistlerin, en gerici sendikalar da dahil işçi sınıfının tüm kitle örgütlerinde çalışmaları vazgeçilmez bir kuraldır.
Gözden kaçırılmaması gereken önemli bir sorun daha var. 1 Mayıs ve benzeri tarihi günlere salt bir günlüğüne alanlarda boy göstermekle değil, başta işçi sınıfı olmak üzere diğer emekçi ve gençlik kesimleri arasında tüm bir yıl boyunca örgütlü çalışma yürütmekle sahip çıkılmış olunur. Yılın diğer günleri boyunca sınıf içinde çalışma görevinden yan çizip de 1 Mayıs vesilesiyle devşirme kalabalıklarla alanlarda boy göstermeyi devrimcilik addedenlere ne demeli? Niceliğin tek başına hiçbir şeyin ölçütü olamayacağını biliyoruz. Ayrıca kısa süreliğine ve kolayından gelenlerin yine kısa sürede ve kolayca gidecekleri de bilinen bir gerçek. İşçi sınıfının devrimci örgütlülüğündeki zaafiyetin üstesinden günü birlik insanlar devşirmekle ve ikamecilikle gelinemez. Daha çok sayıda işçinin ve genç insanın bilinçlendirilmesi, örgütlenmesi için canla başla çalışmakla, boşlukların bir günlüğüne geçici heyecan boşalımlarıyla doldurulmak istenmesi arasında dağlar kadar fark var. Bu nedenle genel anlamda olduğu gibi tartışmaya konu oluşturan 1 Mayıslarda da, mücadelenin sınıfsal içeriğinin boşaltılması ve sınıfsal temelinden kopartılmak istenmesi tehlikesi karşısında kararlılıkla Bolşevik bir tutum almalıyız.
Bu husus özellikle, yürekleri devrimci heyecanla çarpan genç unsurların zihninin bulandırılmasına fırsat vermemek bakımından önem taşıyor. İşçi sınıfı içinde yürütülen devrimci örgütlü mücadele, sınıf temelinden yoksun küçük-burjuva devrimciliğine oranla her açıdan çok daha sabırlı ve dikkatli olmayı gerektirir. Burjuva düzenin kendi egemen ideolojisiyle işçilerin bilincini çarpıttığı ve çeşitli araçlarla onları geride tutmaya çalıştığı koşullarda sınıf hareketinin ilerletilebilmesi maksadıyla ter dökmek zahmetli bir iştir. Bu yolda sağlıklı adımlar atabilmek için uzun soluklu bir mücadele anlayışıyla donanmak, planlı ve disiplinli bir çalışma temelinde sınıfın öncü unsurlarıyla buluşup kenetlenmek şarttır. Bolşevik çalışma tarzını benimsemiş kadrolar açısından mücadelede başarı ölçütü, şu ya da bu eylemde devrimci heyecanın bireysel tatmininden çok, bu heyecanın sınıfın daha fazla sayıda unsuruna taşınabilmesi ve bu temelde işçi sınıfının devrimci siyasal örgütlülüğünün bir adım daha ileriye taşınabilmesidir. 1 Mayıs’ın işçi sınıfı açısından tarihi bir anlamının olması, sınıf içinde çalışan devrimci unsurlar bakımından bu önemli günü bu söylediklerimiz dışında istisnai bir gün kılmaz. Tam tersine, aslında böylesi tarihi günler sınıf içinde yılın tüm günleri boyunca doğru ve sabırlı bir örgütlenme çalışması yürütenlerin bunun sonuçlarını görüp değerlendirebilmelerine fırsat sunar.
Sağlam birlikler mücadeleyle kazanılır
İşçi sınıfının farklı sendikal konfederasyonlara bölündüğü koşullarda, sınıfın görece ileri ve geri tüm kesimlerinin kitlesel eylemlerde birliğinin sağlanması bir bütün olarak sınıf hareketini ilerletici etkendir. Bu bakımdan, geçtiğimiz birkaç 1 Mayıs’ta görüldüğü üzere işçi konfederasyonlarının ortak katılım kararı alması ve işçilerin kitlesel eyleminin parçalanmaksızın gerçekleştirilmesi olumlu bir adımdı. Hatırlayalım, 1980 öncesinde DİSK’in sahip çıktığı 1 Mayıs mitingleri Türk-İş yönetiminin ufku dışındaydı. ‘80 sonrasında askeri diktatörlük rejiminin çözülmesiyle birlikte 1 Mayıslar devrimci çevrelerin çabası sonucunda yeniden gündeme getirildi ve Türk-İş yönetimi yine uzak durdu. Kendi tabanındaki işçilerin böylesi günlerde alanlara akıp sınıf kardeşleriyle buluşmasını engellemek için onları kapalı salon toplantılarına hapsetmeye çalıştı. O nedenle, nihayetinde Türk-İş yönetiminin de işçi sınıfının 1 Mayıs geleneğine boyun eğmek zorunda kalarak alanlara çıkmaya rıza göstermesi işçi kitlesi açısından bir ilerlemedir. Nitekim genelde işçilerin de bu sonuçtan memnuniyet duydukları ve bunun gerisine düşülmesini istemedikleri çok açık. Bu yıl İstanbul’daki ayrılık, 1 Mayıs’a ister Saraçhane’de ve isterse Çağlayan’da katılmış olsunlar işçilerde bir burukluk yaratmıştır. Zira işçinin gönlü sendikal bölünmüşlükten değil bütünlükten yanadır.
Ancak sağlam ve sağlıklı birliklere yalnızca mücadele yoluyla ulaşılabilir. Bu nedenle tarihin bazı kesitlerinde sendikal mücadelede sınıfın bir bölümünün daha ileriye atılarak örgütlenmesi kaçınılmaz hale gelebilir. Türkiye’de 1960’larda işçi sınıfının nicel ve nitel gelişmesine paralel yaşanan devrimci yükseliş döneminin ürünü olarak örgütlenen DİSK bu durumun bir örneğidir. Böylesi sendikal biçimlenmeler tarihsel ilerleyiş içinde bazen kaçınılmaz olan ve sınıfın geri kesimini de peşinden sürükleyerek daha ileri düzeyde yeni bir birliğin harcını oluşturabilen hayırlı sıçramalardır. Savunulması gereken sendikal birlik ya da eylem birliği ilerlemenin önüne set çekmeyen ve tuğlaları işçilerin mücadelesi temelinde örülen bir birliktir.
Yine Türkiye’den bir başka örnek verelim. 1980 sonrasında askeri diktatörlüğün sınıf hareketine baskıcı müdahalesiyle DİSK’in kapatılması ve Türk-İş’in korporatif bir sendikal anlayışla tek konfederasyon olarak sivrilmesi işçi hareketini gerileten bir durumdur. Bilindiği gibi daha sonra DİSK eski mücadele geleneğini sürdürme ve temsil etme ehliyetinden tamamen yoksun biçimde yeniden açılmış ve yanı sıra başka sendikal konfederasyonlar da kurulmuştur. Böylece sendikal harekette ortaya yeniden parçalı bir tablo çıkmıştır. Dolayısıyla işçi sınıfı 2004 1 Mayıs’ını bu somut koşullar altında karşılamıştır. DİSK-KESK ve Türk-İş yönetimleri arasında İstanbul’da ortaya çıkan 1 Mayıs anlaşmazlığı işçiler açısından bir olumsuzluk olarak karşılansa da, şunu da unutmamak gerekir ki sendikal harekette zaten bir bölünmüşlük vardı. Ve daha önce de belirttiğimiz gibi sağlam birlikler ne birileri tarafından gümüş tepsi içinde sunulur ne de bir günlük gösteri sorunudur; ancak işçilerin mücadelesiyle elde edilebilir.
Hedef daha ileri 1 Mayıslar olmalı
Önümüzdeki 1 Mayıslara yönelik olarak bu yılki İstanbul 1 Mayıs’ından çıkartmamız gereken çok önemli bir ders var. Aslında sınıfın kitle eylemlerini ve özellikle Türkiye’de burjuvazinin 1977 Taksim katliamından sonra ilave tarihsel boyut kazanan 1 Mayısları, daha düzenlendiği alandan başlayarak ileri çekmek için devrimci bir mücadele yürütmek gerekiyor. Burjuvazinin yıllardır mitinglerde, 1 Mayıslarda işçileri boş çayırlara sürme eğilimine kuzu kuzu itaat etmenin savunulacak hiçbir yanı yok. Türkiye işçi sınıfının tarihinde çok önemli bir yeri olan Taksim alanı unutkanlığa terk edilemez. İşçi sınıfı tarihsel hafızasını yitirmediği ve kaybettiği mevzileri geri almak için kavgaya atıldığı ölçüde devrimci bir sınıf haline gelebilir ve ancak bu sayede yeni mevziler elde edebilir. Ama bu nasıl başarılacak? İşte temel problem de zaten bu noktada yatıyor. Bugün çarpıcı biçimde açık olan gerçek, işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyinin düşüklüğüdür. Tüm işçi konfederasyonlarının içerdiği sendikalı işçi sayısının genele oranının düşüklüğü ve giderek daha da aşağıya inmekte olduğu, işçilerin mevcut siyasal bilinç düzeyinin geriliği nedeniyle şu ya da bu burjuva partisinin peşinden sürüklendiği ortadadır. İşçi sınıfı uzun yıllardır askeri ve baskıcı yönetimlerle o denli geriletilmiştir ki, sınıf kardeşlerinin öldürüldüğü alanlara sahip çıkmak için öne atılması gerekirken daha Taksim lafını duyduğunda “ya çatışma olursa” korkusuyla geri adım atmaktadır.
Bugün işçi sınıfının henüz üzerinden atamadığı tutukluğa ve bilinç kaybına bir nokta konabilmesi ve işçi hareketinin anlamlı bir ilerleyiş kaydedebilmesi şart. Bunun için de sınıfın somut bazı mevziler kazanmaya, kendi gücünü yeniden hissetmeye ihtiyacı var. Elbette ki bu tür dönemeç noktalarında ilk başarıların sınıfın geri kitlesiyle birlikte cümbürcemaat elde edilebildiği tarihin hiçbir döneminde görülmemiştir. Tarihte öncülerin ve öncü eylemlerin rolünü asla yadsıyamayız. Ne var ki bundan anlaşılması gereken, yine sınıf içinde ve onun ileri unsurlarının örgütlülüğüne dayanan bir öncü atılım olmalıdır. Bu husus 12 Eylül rejimi sonrasında 1 Mayıslarda Taksim alanı diye haykırarak can veren genç devrimcilerin deneyimiyle de defalarca kanıtlanmıştır. Ne denli yüce duygularla harekete geçiliyor olunursa olunsun, sınıfın kaybettiği mevzilerin ölümü göze alarak öne atılan birkaç devrimci insanın fedakârlığı temelinde geri alabileceğini düşünmek tek kelimiyle hafifliktir.
Bugün işçi sınıfı içinde anlamlı bir devrimci mücadele yürütmek isteyen ve kaybedilmiş mevzileri kazanmak üzere ileri atılmaya azmeden siyasal unsurlara büyük görevler düşüyor. Her şeyden önce mevcut durumu Marksizme yaraşır bir soğukkanlılık ve ciddiyetle değerlendirebilmeli ve karşımızda duran olumsuz tabloyu değiştirme azmiyle harekete geçebilmeliyiz. İşte bu tür sorumluluk sahibi bir devrimci tutumla, devrimciliği adeta küçük-burjuvaca dükkâncı rekabete ve hoppaca çekişmelere indirgeyen siyasal yaklaşımlar birbiriyle asla bağdaşamaz. Örneğin işçi sınıfı içinde ön çalışma yürütmeksizin Taksim gibi kaybedilmiş mevzilerin geri kazanılamayacağını yılların deneyimi ortaya koymuş bulunuyor. Bu gibi konuların sendika bürokratlarının ucuz kahramanlığına malzeme olmasına asla izin verilmemeli. Fabrikalarda, işyerlerinde hiçbir ön hazırlık yürütmeksizin, sadece tepeden ve bu koşullarda sonuçsuz olacağını da bile bile “Taksim” diye geveleyen DİSK ve KESK bürokratları, kararsız tutumlarıyla miting öncesinde işçilerin kafasını karıştırmaktan başka bir iş yapmış olmadılar. Eğer ki bu bürokratlara Taksim için basınç bindirmeye çalışan fakat neticede yine sınıf hareketinin durumu ve hazırlıksızlık faktörleri nedeniyle Saraçhane’deki yürüyüşe razı olan devrimci örgüt ve unsurların katılımı olmasaydı böyle bir eylem de gerçekleşemezdi. O cenahta tam bir dağınıklık ve bozgunun yaşanmamış olması bu sayededir. Ve ayrıca, olumsuz bir durumun doğma riskine kıyasla Saraçhane’de, yine işçi sınıfının tarihi alanlarından birinde binlerce işçi ve emekçinin sesi yankılanmışsa bu sınıf hareketi açısından sevinilecek bir sonuçtur.
Saraçhane yürüyüşündeki katılımın niceliği ve niteliği ve dolayısıyla atılan devrimci sloganların yoğunluğuyla kıyaslandığında, düzenlenmesi bu yıl salt Türk-İş yönetiminin eline kalan Çağlayan mitingi daha sönük gelebilir. Fakat bu cenahta da asıl önemli olan, Türk-İş yönetiminin gerici tutumuna karşı sendika kortejlerinden sınıfın devrimci sloganlarının çağlamasını mümkün kılan işçi ve emekçilerdir. Keza somut sendikal pozisyonları veya görevleri gereği Çağlayan meydanında 1 Mayıs mitingine katılan Bolşevik kadrolar, 1 Mayıslarda devrimci görevin yalnızca slogan atıp, halay çekip coşmak olmadığını, işçi sınıfının bilinç ve örgüt düzeyinin yükseltilmesi için ter akıtmak anlamına geldiğini sabırlı ve inançlı çalışmalarıyla göstermişlerdir.
Çağlayan’daki Türk-İş kürsüsünden yayılmak istenen son derece yanlış ve bölücü içerikli “İnadına Türk-İş!” sloganına kitlenin katılmayarak tepki göstermesi sınıfın birlik istemi yönündeki duyarlılığının yansımasıydı. 1 Mayıs mitinginin bölünmüş olmasından ve yükseltilmek istenen sendikal rekabetten cesaret alarak, işçi sınıfının kızıl bayraklarla ve devrimci sloganlarla bezeli mücadele gününü adeta devlet güçlerinin Türk bayraklı, İstiklal Marşlı geçit törenlerine dönüştürmeye çalışan Türk-İş yönetiminin gücü daha ileri gitmeye yetmeyecektir. 1 Mayıs’taki Türk-İş kürsüsü işçilerden alması gereken cevabı çeşitli işçi kortejlerinden göğe yükselen “Kurtuluş Yok Tek Başına, Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz!” benzeri sloganlarla almış bulunmaktadır. Kapitalist düzeni yıkıp işçi sınıfının iktidarını kurmak için mücadele yürüten bilinçli işçilerin Paris Komünü’nden beri sahip çıktıkları bu anlamlı sloganda dile geldiği üzere, sömürü ve baskı düzeninden kurtuluşun sınıfın devrimci birliğinin sağlanmasından başka hiçbir yolu bulunmuyor.
Bu yıl İstanbul’daki 1 Mayıs’ta yaşandığı gibi, kitlesel işçi kortejlerinin birden fazla olduğu durumlarda komünistlerin derdi yalnızca kendi katıldıkları tarafı savunmaya çalışmak olamaz. Bundan yıllar önce Marx ve Engels’in dile getirdikleri üzere, komünistlerin işçilerin sınıf çıkarları dışında kendilerine özgü çıkarları yoktur ve olamaz. Birbirlerini çekemeyip sürekli didişen sözde devrimcilerden gerçek komünistleri ayırdeden en önemli kıstas da işte budur. Saraçhane’de 1 Mayısları burjuva hükümetlerin dayattığı alanların dışına taşıyanlara ve Çağlayan’da Türk-İş yönetiminin gerici tutumuna rağmen devrimci duruş sergileyenlere, tüm Türk ve Kürt işçi-emekçi kitlelerine selam olsun!
Önümüzdeki hedef, bu yıl Çağlayan ve Saraçhane eylemlerini gerçekleştiren işçi-emekçi kitlelerin, devrimcilerin elele vererek ve büyüyerek 1 Mayısları daha da ileriye taşımaları olmalı. Bolşevik kadrolar sınıfın 1 Mayıs bayrağını daha da yükseklere dikebilmek kararlılığıyla şimdiden çalışmaya atılacaklar. Önümüzde yeni bir mücadele dönemi açılıyor. İşçi sınıfı örgütlü gücünü yükselttiği ölçüde burjuvazinin dayatmalarına direnecektir. Sınıf içinde devrimci çalışma meyvelerini vermeye başladığında, burjuvazinin barikatları işçi kitlelerinin Taksim dahil büyük alanları doldurmasını asla engelleyemeyecek. İşçiler burjuvazinin yasaklarını delip geçecekleri gibi 1 Mayıslarda öldürülen tüm sınıf kardeşlerinin hesabını da soracaklar. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın!
Yaşasın İşçi Sınıfının Mücadele Birliği!
Yaşasın Bütün Dünya İşçilerinin Yeni 1 Mayısları!
link: Elif Çağlı, 1 MAYIS’ın Ardından, 4 Mayıs 2004, https://en.marksist.net/node/147
Rekabetin Gölgesinde 1 Mayıs
İstanbul Üniversitesinde polis öğrencilere saldırdı