Bu yıl 1 Mayıs’ı yine açlık, işsizlik, kriz ve savaş ortamında karşıladık. Dünya kapitalizmi 2000’li yıllarda içine düştüğü derin ekonomik bunalımdan henüz kurtulabilmiş değil. Irak’ta devam eden emperyalist işgal, Afganistan, Filistin ve dünyanın birçok yerinde yaşanan çatışmalar, emperyalistlerin yeni yerlere yönelik hazırladıkları saldırı planları kriz ortamının devam ettiğinin en açık göstergesidir. Bütün bunlara uluslararası burjuvazinin işçi sınıfının elindeki tüm sosyal, sendikal ve ekonomik haklarını gasp etmeye yönelik saldırılarını eklemeden geçemeyiz elbette.
İşçi sınıfı örgütsüzlüğünün sonucunda dünyanın her köşesinde kendisine yönelik saldırılara karşı henüz militan bir mücadeleyle cevap veremiyor. Bazı Latin Amerika ülkelerinde ortaya çıkan devrimci durumu, Enternasyonal düzeyde örgütlü, güçlü bir önderlikten yoksun olduğu için ne yazık ki lehine çeviremedi.
Türkiye’ye baktığımızda da durum pek de farklı değil. Yanı başımızda yaşanan emperyalist savaşa karşı işçi sınıfı gereken tavrı takınamamış, hatta sendikal bürokrasinin burjuvazinin iştahını kabartan pastadan pay almasına yönelik yayılmacı politikalarının kuyruğuna takılmasına karşı anlamlı bir direniş de gösterememiştir. Çıkarılan 4857 sayılı iş yasası, iş güvencesi yasası gibi yasal değişikliklerin getirdikleri, götürdükleri ortadayken adeta hiç sesi soluğu çıkmamıştır. Çalışma koşulları daha da ağırlaşmış, ücretler düşmüş, işsizlik yaşanan krizle birlikte kat be kat artmış durumda. Çalışma süreleri uzamış, bu da iş kazalarının ve ölümlerin artmasına neden olmuştur. Sendikasızlaştırmaya yönelik saldırılar artmış, sendikalaşmaya çalışan işçiler ise ya sarı sendika yada işten atılma arasında tercihe zorlanıyorlar.
İşçilerin bütün bunlara karşı taleplerini, tepkilerini alanlarda yükseltmesi ve 1 Mayıs gibi tarihsel bir mücadele gününe sahip çıkması bu koşullar altında her zamankinden daha da önemli bir hale geliyordu. Ancak sendika ağalarının 1 Mayıs öncesinde yarattıkları belirsizlik, 2004 1 Mayısına damgasını vurdu. 1 Mayıs öncesinde, öncü işçiler, sınıfın daha geniş kesimlerini ne tür taleplerle alanlara taşıyacaklarını, mücadeleyi nasıl daha militan bir temelde ve uzun vadeli olarak yükseltebileceklerini değil, 1 Mayısın nerde kutlanacağını tartışmak zorunda bırakıldı. DİSK ve KESK’in Taksim’e çıkacaklarını duyurmaları, TÜRK-İŞ’in ise izin verilen alan dışında kutlamaya katılmayacağını açıklaması oluşturuyordu bu belirsızliği. Elbette her şey bununla bitmiyor. “Taksim” sözcüğünü ağzında eveleyip geveleyenler, ne yükselen bir sınıf hareketinin basıncıyla hareket ediyorlardı ne de mücadeleyi yükseltme niyetiyle. Eğer kendilerine destek olan sol çevreler olmasaydı, girişimleri tam bir fiyaskoyla sonuçlanacaktı! Türk-iş ise kendi başına günü kurtarmaya yönelik bir eylemle 1 Mayısı kutlamaya dünden razıydı. Çünkü, dev kitlesiyle işçi sınıfının 1 Mayıs alanını sahiplenmesi burjuvaziyi nasıl korkutuyorsa, bu sendika ağaları da aynı korkudan nasiplerini alıyorlar. Bu korkudan ötürüdür ki, burjuvazi yıllardır, haftalar öncesinden 1 Mayısı karalamaya ve kitleleri alandan uzak tutmaya yönelik yayınlarla dolduruyor gazete köşelerini ve televizyon ekranlarını. Elbette bu sendika ağaları da hiçbir çalışma yapmayarak ve dahası kendilerine rağmen alanları dolduran işçilerin çoşkusunu baltalamaya dönük özel önlemlerle burjuvazinin bu kampanyasına çanak tutuyorlar.
Tüm bu yaşananlar zaten örgütsüz olan geniş işçi yığınlarının son ana kadar ne yapacakları konusunda yaşadıkları kararsızlığı açıklamaya yeter. Diğer taraftan bir çok fabrikada 1 Mayıs işçilerin gündemine bile girmedi. Bu durum, bilinçsiz şçilerin gözünde çatışma ortamı olarak canlanan 1 Mayısı artık bir de sendikaların girdikleri sidik yarışının simgesi olarak algılamalarını beraberinde getirir herhalde.
Tüm bunlara rağmen 1 Mayıs Saraçhane’de ve Abide-i Hürriyette alanlara çıkan 50.000 civarındaki bir katılımla kutlandı. Sendika ağaları bir 1 Mayısı daha kazasız belasız atlatmış olmanın huzuru ile evlerine dönerken, Abide-i Hürriyet ve Saraçhane’de alana çıkan binlerce işçi bu 1 Mayısta yan yana, omuz omuza duramamanın burukluğunu yaşadılar.
Yaşanan bu belirsizlik ve dağınıklık en büyük zararı elbette biz işçilere vermiştir. Çıktığımız alanda belki moralimiz bile bozuldu. Fakat içinden geçmekte olduğumuz dönemde moral bozukluğunu, hayal kırıklığını bir yana bırakıp mücadeleye dört elle sarılmak zorundayız. Bu durumun, hele biz öncü işçiler açısından hiç de sürpriz olmaması gerekir. Şu unutulmamalıdır ki, sendikaların tepelerine çöreklenmiş bürokratların gerçek yüzleri bir kez daha ortaya çıkmıştır sadece.
Bu 1 Mayısın öncü, devrimci işçilere adeta görevini bir daha atırlatan, omuzlarındaki yükün ağırlığını hissettiren tarafını da görmek gerekir. Sendikaların tepelerine çöreklenmiş bu bürokratlar varken asla boş durmak yok. Onların göstermelik çağrılarına kanıp rehavete kapılmak yok. İşçileri fabrikalardan alanlara taşıyacak olanlar bizleriz. Yine o alanlarda birleşerek bürokratları sendikalardan defetmek de, militan sınıf mücadelesini geliştirmek de, 1 Mayısı burjuvazinin dayatmalarından kurtarıp “özgürleştirmek” de, biz komünist işçilerin çabalarıyla mümkün olacak. Biz işçiler ancak sendikalarımıza sahip çıkıp örgütlülüğümüzü pekiştirerek sendikalarımızdan bu asalakları defedebiliriz. Sendikalarımızı ancak militan sınıf sendikacılığı perspektifiyle gerçek mücadele örgütlerine dönüştürebiliriz. Önümüzdeki 1 Mayısa kadar koca bir yılımız var. Üstelik bizler için mücadele ile geçecek bir yıl. Hiçbir şeyi son ana bırakmadan her gün, her yerde, her alanda, her işyerinde ve her sendikada sınıf mücadelesini yükselt.
Yaşasın 1 MAYIS
Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Mücadele Birliği
link: Gebze'den MT okuru bir metal işçisi, Rekabetin Gölgesinde 1 Mayıs, 4 Mayıs 2004, https://en.marksist.net/node/317
İşkazaları sonucunda ölümler devam ediyor!
1 MAYIS’ın Ardından