

Gazze’de soykırım sürüyor. İsrail devleti, ABD’nin icazeti ve desteğiyle sürdürdüğü imha, işgal ve tehcir planında ısrarcı. Sözde ateşkes anlaşmaları da, AB başta olmak üzere çeşitli ülkelerden yapılan mide bulandırıcı itidal çağrıları da Gazze kasabı Netanyahu ve avanesini frenlemiyor. Nitekim İsrail ordusu, 19 Ocakta yürürlüğe giren ateşkesin ardından 18 Mart sabahı Gazze’yi yeniden bombalamaya başladı. Aralıksız süren bu saldırılarda çoğunluğu yaşlı, kadın ve çocuk olmak üzere yüzlerce Filistinli katledildi. Filistin Sağlık Bakanlığından son yapılan yazılı açıklamaya göre İsrail ordusunun Gazze’de 19 Ocakta varılan ateşkesi bozarak 18 Marttan bu yana düzenlediği saldırılarda 2500’den fazla Filistinli hayatını kaybetti, 7000’e yakını ise yaralandı. Böylece 7 Ekimden bu yana yaşamını yitirenlerin sayısı yaklaşık 53 bine, yaralıların sayısı 119 bine yükseldi. Üstelik bu sayılar sadece ulaşılan cenazeler üzerinden veriliyor. Yakılıp yıkılan bölgede enkaz altında hâlâ binlerce ölü bulunuyor.
Gazze’de soykırım sadece bombalarla değil Siyonist rejimin sınır kapılarını kapatarak uyguladığı ambargo ve açlık politikasıyla da yürütülüyor. Birleşmiş Milletler Yakın Doğu Filistin Mültecileri Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA), yüz binlerce Filistinlinin iki ya da üç günde sadece bir öğün yemek yiyebildiğini belirtiyor. UNRWA sözcüleri, İsrail’in 2 Marttan bu yana hiçbir insani yardım girişine izin vermediği Gazze’de açlığın ileri aşamaya ulaştığına dikkat çekiyorlar. İsrail’in uyguladığı açlık politikası nedeniyle 66 binden fazla çocuğun ciddi boyutlarda yetersiz beslenme sorunu yaşadığını kaydediyorlar. Bölgede açlıktan ve hastalıklardan kaynaklı çocuk ölümleri dâhil büyük insani felâketler yaşanıyor. Hastanelerin hedef alınması, bölgeye su ve elektrik tedarikinin kesilmesi ve sınır kapılarının kapalı tutulması insani felâketleri derinleştiriyor. Siyonist savaş makinesi, kurduğu sınır tanımaz ablukayla Filistinlileri açlık ve yokluğa mahkûm ederken, canı istediği an kitle katliamları yapıyor. Sosyal medyada paylaşılan bir görüntüde, İsrail askerlerinin “cinsiyet açıklama partisi” için bir binayı havaya uçurdukları, çıkan mavi dumanın ardından kahkaha atarak kutlama yaptıkları görülüyor. Bu manzara çürüyen kapitalizmin manzarasıdır. Çürümüş düzenin egemenlerinin kendi suretlerinde yarattıkları dünyanın yansımasıdır.
İsrailli egemenlere bunlar da yetmiyor. Daha fazla savaş, daha fazla kan, daha fazla yıkım istiyorlar. Ateşkesin bozulmasının ardından İsrail Savunma Bakanı Israel Katz’ın, İsrail ordusuna “Gazze’de yeni bölgelerin ele geçirilmesi, Filistinlilerin zorla göç ettirilmesi ve Gazze Şeridi çevresindeki tampon bölgelerin genişletilmesi” talimatı vermesi boşuna değil. Açıktan “daha fazla toprak ilhakı” duyurusunda bulunan Katz, “Gazze nüfusunu güneye tahliye etmek ve ABD Başkanı Trump’ın Gazze sakinleri için gönüllü transfer planını uygulamak da dâhil olmak üzere tüm askeri ve sivil baskı araçlarını kullanacağız” diyerek, Siyonist planın kesintisiz devam ettirileceğini duyurmuştu. Trump’la görüşmek üzere ABD’ye giden Netanyahu’nun, gerek bu ilhak harekâtı gerekse İsrail’in Suriye topraklarına yönelik işgalci ve tehditkâr politikaları konusunda bir kez daha onay aldığını somut gelişmelerden görüyoruz. Nitekim 5 Mayısta İsrailli yetkililer, bugüne kadar giriştikleri saldırıları aşacak boyutta yeni bir imha ve işgal saldırısının Netanyahu’nun güvenlik kabinesi tarafından onaylandığını büyük bir kibirle duyurdular. Bu saldırı planı yukarıda aktardığımız İsrail Savunma Bakanı Israel Katz’ın orduya verdiği talimatla önemli benzerlikler içeriyor. İsrail ordusunun plana hazırlık olarak on binlerce yedek askeri göreve çağırdığı iddia ediliyor. Planın ilk aşamasında Gazze’de yeni bölgelerin ele geçirilmesi ve İsrail ve Mısır sınırındaki tampon bölgenin genişletilmesi hedefleniyor. Plan çerçevesinde Gazze Şeridi’nin ele geçirileceği ve İsrail ordusunun işgal ettiği bölgelerden geri çekilmeyeceği, Filistinlilerin zorla Gazze’nin güneyine göç ettirileceği ve Hamas’a karşı güçlü saldırılar düzenleneceği anlaşılıyor.
Planla ilgili konuşan İsrail’in faşist Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in açıklamaları ise içinden geçtiğimiz dönemde egemenlerin fütursuzluğunu yansıtması bakımından ayrıca not edilmeyi gerektiriyor. Kararın bir politika değişikliği olduğunu belirten Smotrich, “Gazze’yi kalmak üzere işgal ediyoruz, artık girip çıkmak yok. İşgal kelimesinden korkmayı bırakmanın zamanı geldi” diyecek kadar pervasız ve hadsiz! Öte yandan, bu pervasızlık ABD ve İsrail egemenlerinin Filistin meselesindeki yaklaşımlarını galiz bir biçimde özetlemektedir. ABD-İsrail planlarında Filistin ortadan kaldırılacak bir ülke, Filistinliler ise tehcir edilecek bir halk olarak yer almaktadır. Smotrich gibileri bunu en kaba biçimleriyle ifade etmekten çekinmiyorlar. Elbette bu planın hayata geçirilmesi, emperyalist paylaşım savaşı bağlamında cereyan edecek gelişmelerin seyrine bağlıdır. Malûm, ABD Başkanı Donald Trump’ın 13-16 Mayıs tarihlerinde Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni ziyaret etmesi bekleniyor. İsrailli yetkililer çeşitli basın kuruluşlarına verdikleri demeçlerde bahsi geçen işgal planını ziyaretten sonra uygulamaya koyacaklarını söylüyorlar. Planın hayata geçirilip geçirilemeyeceği bir yana, bu manzara, her geçen gün büyüyen, kızışan ve başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada etkilerini gösteren Üçüncü Dünya Savaşı gerçekliğinin Gazze somutunda bütün vahşetiyle karşımızda durduğunun göstergesidir.
İsrailli egemenler tam da Üçüncü Dünya Savaşının şekillendirdiği bu konjonktürde “Filistin sorununu nihai biçimde kesip atmaya yönelmişlerdir. Kitle katliamı, tehcir, soykırım bunun ifadesidir. Dünyadan yükselen onca tepkiye rağmen göz karartılarak girilen yol budur. Bir Filistin devleti meselesi ortadan kaldırılarak, Filistinliler başka ülkelere sürülerek, İsrail «güvenli» bir toprak alanına ve sınırlara kavuşturulacak. Komşu Arap devletleri de kalıcı olarak bu statükonun bir parçası haline getirilecek. Uygulamaya geçirilmeye çalışılan somut planın bu olduğu görülüyor. Bir emperyalist dünya savaşıyla kurulan İsrail şu an yürümekte olan emperyalist dünya savaşıyla genişleyerek varlığını tam güvenceye kavuşturmak istemektedir.”[1]
Kuşkusuz İsrail’in varlığının güvenceye alınması demek ABD’nin Ortadoğu’daki emperyalist emellerine ulaşmasında kilit önemdedir. ABD, İsrail’in varlığıyla Ortadoğu’daki hegemonik pozisyonunu korumayı ve güçlendirmeyi istemektedir. Gazze başta gelmek üzere Suriye’den Yemen’e, Lübnan’dan İran’a değin İsrail’in doğrudan ya da dolaylı taraf olduğu bölgedeki tüm çatışma ve gerilimlerde ABD’nin odak noktası burasıdır. Bu anlamıyla İsrailli yetkililerin söz konusu planı duyurdukları günün hemen öncesinde ABD-İran geriliminin yeniden tırmandırılmış olması tesadüf değildir. Tabir yerindeyse ilk işaret fişeği ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth tarafından, 1 Mayısta X hesabından “İran’a mesaj” başlığıyla paylaştığı mesajla atıldı. Şöyle diyordu mesajında ABD Savunma Bakanı: “Husilere ölümcül desteğinizi görüyoruz. Ne yaptığınızı tam olarak biliyoruz. ABD ordusunun neler yapabileceğini çok iyi biliyorsunuz ve uyarıldınız. Sonucu, bizim seçtiğimiz zaman ve yerde ödeyeceksiniz.” Hegseth’in tehdidinin ardından 3 Mayısta Roma’da iki ülke arasında yapılacak görüşmelerin ertelendiği açıklandı. Hatırlanacağı üzere, İran ile nükleer anlaşmadan 2018’de tek taraflı olarak çekilen ABD, İran ile doğrudan nükleer müzakere çağrısında bulunan Trump imzalı bir mektubu Mart ayında İran lideri Ayetullah Ali Hamaney’e göndermişti. Tahran ile Washington, mektup trafiğinin ardından çeşitli görüşmeler yapmıştı. Dördüncü tur müzakerelerin 3 Mayısta Roma’da yapılacağı açıklanmıştı. Ancak müzakereler ertelendi. Görüşmelere aracılık yapan Umman Dışişleri Bakanı, müzakerenin “lojistik nedenlerden” ertelendiğini duyurmuştu. Fakat ertelenme sebebinin sadece lojistik nedenlere dayanmadığı gerilimi tırmandıran gelişmelerden okunuyor.
ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth’ın doğrudan İran’ı hedef gösteren “manidar” mesajının ardından zamanlaması bir o kadar “manidar” füze saldırıları gelmeye başladı. Yemen’deki İran destekli Husi güçleri, 4 Mayısta İsrail’in başkenti Tel Aviv’deki Ben Gurion Havalimanına balistik füze saldırısı düzenledi. Husilerin saldırısının ardından 5 Mayısta İsrail Yemen’e saldırdı. Yetkililerden yapılan açıklamalarda Hudeyde Limanına en az altı hava saldırısı düzenlendiği, ayrıca Hudeyde kentinin 55 kilometre kuzeydoğusunda yer alan Bajil bölgesindeki bir çimento fabrikasının vurulduğu belirtildi. İsrail ordusu operasyona 20’den fazla savaş uçağının katıldığını ve onlarca hedefe 50’den fazla mühimmat bırakıldığını duyurdu. Husilerin saldırısının ardından Trump, Truth Social platformundaki paylaşımında “Bundan sonraki her Husi saldırısı, İran’ın silahları ve liderliği tarafından yapılmış kabul edilecektir. İran sorumlu tutulacak ve sonuçlarına katlanacaktır. Bu sonuçlar çok ağır olacaktır” ifadelerini kullandı. İran Savunma Bakanı Aziz Nasırzade ise devlet televizyonunda yaptığı konuşmasında, ABD veya İsrail’in saldırması durumunda karşılık vereceklerini şu ifadelerle açıkladı: “Eğer bu savaş ABD ya da Siyonist rejim tarafından başlatılırsa, İran onların üslerini ve kuvvetlerini nerede olurlarsa olsunlar ve ne zaman gerek görülürse hedef alacaktır.”
Filistin sorunu, içinde pek çok etmeni barındıran çetrefilli bir ulusal sorun olmanın ötesine geçmiştir. Öyle ya da böyle tüm bölge güçlerinin ve küresel aktörlerin kendilerine manevra alanı aradıkları, meşreplerince hisse almak istedikleri bir meseleye dönüşmüştür. İster emperyalist güç olsun, ister bölgesel güç, irili ufaklı tüm burjuva devletler ve kesimler sadece kendi çıkarlarının peşindedir. TC devletinin egemenleri de dâhil Filistin davası ya da Filistinlilerin yaşadığı zulüm hiçbirinin umurunda bile değildir. Hepsi kendi burjuva sınıf çıkarlarını, her türlü insani ve vicdani değerin önüne koyarak hareket etmekte, politikalarını bu temelde yürütmektedir. Öte yandan aralarında kıyasıya bir rekabet vardır. Dengeler her an değişmekte, bugün “olmaz” denilen saatler içerisinde “oluvermektedir”. Diplomasinin ve alışılmış burjuva siyasetin yerleşik bütün kuralları hiçe sayılmakta, mahalle kabadayıları misali karşılıklı racon kesmeler havada uçuşmaktadır. Sözde çözüm için planlanan müzakereler iptal edilmekte, zirvelerden, anlaşmalardan yıllardır sadece ama sadece daha çok yıkım, savaş, kan ve gözyaşı çıkmaktadır. Kuşkusuz kurtlar sofrasındaki bu didişmenin bedelini kanı ve canı pahasına Ortadoğu’nun ezilenleri, emekçileri ödemektedir.
Önümüzdeki günlerde Bağdat’ta yapılacak Arap Birliği Zirvesinden de ne Gazze’deki Filistinliler ne de Ortadoğu’nun diğer yoksul halkları için kalıcı bir çözüm çıkmayacağını şimdiden söyleyelim. Çözüm bir yana, başta Mısır ve Ürdün olmak üzere Arap devletleri, Hamas ve Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi (Abbas yönetimi), İsrail’in Filistin’i yavaş yavaş yutarak meseleyi bu raddeye getirmesinde büyük bir sorumluluğa sahiptirler. Bunların ABD-İsrail yapımı tehcir planına şimdilik kendi sınıf çıkarları gereği karşı çıkmaları, Gazze’de sürdürülen emperyalist imha politikalarındaki süfli işbirliklerini örtemez. Filistin halkı için “din kardeşlerimiz” diyen Müslüman ülkelerin egemenlerinin Allah’a ibadet için kaldırdıkları ellerinde, üzerlerindeki pahalı libaslarda Gazzeli emekçilerin kanı vardır. Türkiye’deki faşist rejim ile onun kankası Azerbaycan devletinin İsrail’e verdiği desteği de es geçmeyelim. Yazar Murathan Mungan’ın, “Ortadoğu’nun dini mürailiktir” tanımı bunların üzerine cuk diye oturmaktadır. Meydanlarda sözde Gazze’ye ağıtlar yakıp köprü altından Siyonist soykırımın devamı için dikenli tel, yakıt ve türlü askeri materyalin ticaretini riyakârlığın kitabını yazarcasına devam ettirmektedirler.
Onların riyakârlığının karşısında İsrail de dâhil dünyanın her yerinde emekçiler savaşa karşı, Siyonist İsrail devletinin işgal ve tehcir planlarına karşı meydanları doldurmaya devam ediyorlar. Dini, mezhebi, dili, milliyeti farklı milyonlarca emekçi, Gazze’deki katliamın son bulması için kendi egemenlerine karşı alanlara çıkıyorlar. Filistin halkını destekleyen gösteriler, eylemler, protestolar yapıyorlar. Filistin halkıyla dayanışma her geçen gün büyüyor.
Ancak son yaşanan gelişmelerin de gösterdiği gibi, “İsrail hükümetine ve başta ABD ve İngiltere olmak üzere onun arkasındaki emperyalist güçlere karşı etkili bir barikat yükseltilmediği sürece emperyalist-Siyonist saldırganlığın durdurulamayacağı apaçık ortadadır. Savaş karşıtı mitingler, barışçıl gösteriler gibi eylemler, kitlelerin savaş karşıtı tutum ve taleplerini ortaya koyup iktidarlar üzerinde bir baskı yaratmak için anlamlı eylemlerdir. Militarizme karşı mücadelede önemli bir başlangıç noktasıdırlar. Ne var ki, bir kez savaşın çarkları dönmeye başladığında, salt bu tür eylemlerle kapitalistleri savaş yolundan döndürmek mümkün değildir. Silah sanayiini durdurmayı, silahların ve askerlerin nakliye süreçlerini bloke etmeyi amaçlayan grevler organize edilmediği, genel grevlerle hayatı durdurup böylelikle kapitalistlerin canları gerçekten yakılmadığı sürece kapitalistler hedeflerinden vazgeçmeyeceklerdir. Bugün karşımızda koca bir dünya savaşı gerçeği durmaktadır ve buna son vermenin yolu emekçilerin militarizme ve kapitalizme karşı devrimci seferberliğinden geçmektedir. Kapitalizmin yarattığı iktisadi yıkıma, yükselen faşizm tehlikesine ve büyüyen dünya savaşına karşı emeğin birleşik direniş cephesini yaratmak her yerde en acil ihtiyaçtır.”[2]
[1] Levent Toprak, Siyonist Zulüm Makinesi ve Filistin Halkının Gerçek Dostları, 21 Mart 2024, https://marksist.net/node/8222
[2] Oktay Baran, Savaş Büyüyor: Ukrayna, Filistin, Şimdi de Lübnan…, 3 Ekim 2024, https://marksist.net/node/8357

link: Can Aytekin, Gazze Yanıyor, Savaş Kızışıyor!, 8 Mayıs 2025, https://en.marksist.net/node/8509
Çürüyen Kapitalizm ve Reformist Safsatalar