

Kapitalizmin gençlik yılları olan 18. yüzyılın sonlarından 19. yüzyılın ortalarına kadar olan dönem, her alanda devrimci gelişmenin izlerinin belirgin biçimde görüldüğü bir zaman dilimidir. Tarihte büyük bir devrimci rol oynayan burjuvazi, tüm üretim araçlarını daha önce görülmedik düzeyde geliştirip, muazzam üretici güçler oluştururken, kendinden önceki üretim ilişkilerinin geri yapılarını da darmadağın ediyor, kendi suretinde bir dünya yaratmaya girişiyordu. Bu dönem devrimci gelişmelerin döşediği zemin sayesinde kültürel ve düşünsel alanda da büyük atılımların gerçekleşmesine kaynaklık etti. Balzac’tan Goethe’ye büyük edebiyatçıların, Mozart’tan Beethoven’a olağanüstü müzikçilerin bu dönemlerde yarattıkları eserlerin nitelikleri, Hegel’in, Kant’ın düşüncelerindeki derinlik, dönemin düşünsel, kültürel alanlardaki yüksek düzeyinin tartışma götürmez göstergeleriydi.
Ne var ki, kapitalizmin eski toplum karşında galebe çalması, burjuvazinin iktidarını eski hâkim sınıflar karşısında geri dönüşsüz biçimde sağlama alması ve bununla eş zamanlı biçimde kapitalizmin mezar kazıcısı proletaryanın bir sınıf olarak yükselmesiyle birlikte, düşünsel ve kültürel alanlardaki atılımın ışıltısı sönmeye başladı. Tüm Avrupa’yı saran 1848 devrimleri ve sonrasında Paris Komünü önemli dönemeç noktaları olacaktı. Bu gelişmeler karşısındaki tutumunun da gösterdiği gibi, koruması gereken iktidarının zorunlu sonucu olarak burjuvazi siyaseten gerici bir sınıf haline gelmişti. Artık buna uygun bir ideolojinin üretilmesini ve yaygınlaşmasını sağlamak zorundaydı. Bunun düşünsel ve kültürel alanda yansımasını bulmaması söz konusu olamazdı. Nitekim kapitalizm için atılım yıllarının aksine artık her türlü gerici fikrin yaygınlaştığı, akıldışı eğilimlerin yükseldiği bir kültürel atmosfer gelişmeye başladı. Ancak elbette burjuvazi tek başına at koşturduğu bir ortama da sahip değildi. Yükselen örgütlü işçi sınıfı hareketi hem kendi içerisinden çıkardığı hem de diğer sınıflardan etkileyip yanına çektiği devrimci entelektüelleri ilerici bir düşünsel, kültürel üretime yönlendiriyordu. Bu sayede, gerileyen burjuva düşün ve kültür dünyasının yanında yepyeni ufuklara yelken açan, canlı bir sosyalist düşün dünyası filizlenmişti.
Emperyalizm çağında burjuvazinin gerici siyasi ve ideolojik eğilimleri daha ileri noktalara ulaşacaktı. Toplumu var olan düzen sınırları içerisinde yaşamasının dışında bir seçeneğinin olmadığına ve bu sınırlar içerisinde avunması gerektiğine inandırmaya çalışan yaklaşımları, ürünleri yaratan bir kültür endüstri yaratıldı. Bu endüstriyi sürekli besleyen akademi ve sanat dünyası oluşturuldu, geliştirildi ve beslendi. Bu mahfillerin ortaya koydukları düzeysiz yaklaşımlar ve niteliksiz ürünler, allanıp pullanıp matah şeylermiş gibi şişirildiler, yüksek düzeyli düşünsel ve sanatsal eserlermiş gibi yutturulmaya çalışıldılar. Günümüze dek büyüyerek, dallanıp budaklanarak gelen bu endüstriyi zorlayan, baskı altına alan etmen ise yükselen devrimci hareketler ve esas olarak Rusya’daki işçi devrimi oldu.
İşçi sınıfının iktidarı ele aldığı Ekim Devrimi, tüm alanlarda olduğu gibi kültürel ve düşünsel alanlarda da bir tarihsel parantezin açılmasına neden oldu. Ekim Devrimiyle ortaya çıkan muazzam enerji, sadece Rusya’da değil tüm dünyada emekçilerin kültürel dönüşümünün de önünü muazzam biçimde açtı. Bolşeviklerin öncülük ettiği devrimin esin kaynağı olduğu devrimci idealler ve coşku dünyanın dört bir köşesine yayıldı. Sanat, edebiyat, tiyatro, şiir, müzik vb. kültürel etkinlikler, kapitalizm karşıtı duyguların ve inancın ifade edilmesinde çok etkili biçimde kullanıldı. Devrimci kültür, işçilerin yeni bir yaşam yaratmak için hayal gücünün kamçılanmasında ve kapitalizm karşıtı düşüncenin işçiler arasında yaygınlaşmasında çok önemli işlevler gördü. İşçi tiyatrosu gruplarından devrimci duvar resmi hareketine, proleter mücadeleyi anlatan müziklerden hatta proletarya operasından, şiirlere, fotoğrafçılıktan işçi gazetelerinin çıkarılmasına kadar pek çok kolektif üretim, yeni bir dünya yaratma mücadelesinin içerisinde yoğruluyordu. Yani işçi devriminin yarattığı kültürel sıçramanın entelektüel alanı dünya ölçeğinde etkisi altına almasıyla dünya çapında istisnai bir dönem yaşandı. Her ne kadar işçi iktidarı bir bürokratik karşı-devrimle çok erken ortadan kalkmış olsa da, işçi devrimin yarattığı ilhamın etkisi uzun yıllar boyunca sürdü.
Kapitalizm de bu gelişmeye karşılık verme basıncı altında kaldı. Sistemin sınırları içerisinde kalmak kaydıyla kültür dünyasının görece nitelikli ürünler ortaya çıkarması için çaba gösterildi, ön açıldı. Her alanda yürüyen mücadelede işçi sınıfının kültürel gelişiminin geriletilmesi için burjuvazi tarafından her yol denendi. Mesela, dönem dönem yükselen sistem karşıtı mücadelelerin geri çekildiği koşulları iyi değerlendiren burjuvazi, kapitalizmle mücadele atmosferi içerisinde yetişmiş, gelişmiş yetenekli insanların binlercesini çeşitli yollarla kendine devşirdi. Burjuva entelektüel alanın üreticilerine dönüştürdü. İkinci Dünya Savaşı ve ‘68 başkaldırısı sonrası dönemlerin ardından düşünsel ve kültürel alanlarda ciddiye alınabilecek ne üretildiyse bu devşirmeler tarafından üretildiğini söylemek abartılı olmayacaktır.
SSCB’nin çökmesiyle birlikte burjuvazinin gericiliğini küresel ölçekte hâkim kılmasının önündeki tüm engeller ortadan kalktı. 90’lı yıllarla birlikte kapitalizmin mutlak zaferini ilan eden burjuva ideologlar kendilerine gün doğduğunu düşünmüşlerdi. Tarihin sonunun geldiğini söyleyen Fukuyama gibiler ideolojilerin de sonunun geldiğini, kapitalizmin artık muzaffer olduğunu hiç tereddütsüz iddia ediyorlardı. Önünde hiçbir engel kalmayan kapitalizmin her konuda toplumun gelişimini sağlayacağını söylüyorlardı. Bu özgüvenle sosyalizm ve devrimci örgütlülük fikrine dair ne varsa tarumar etmek için bir seferberliğe giriştiler. Sosyalist aydınları, örgütleri itibarsızlaştırıp, etkisizleştirdiler. Kültür endüstrisinde onların yerini, yeni dönemin yükselen değerlerine sıkı sıkıya bağlı, bencil, paragöz, hedonist, cahil, laf ebesi tiplerle doldurdular. Böylelikle, 90’lardan itibaren sosyalist solun biçile biçile düşünsel üretim alanından uzaklaştırılması da, kapitalizmin yarattığı düşünsel-kültürel gerilemenin tam bir çoraklaşmaya dönüşmesinde başat faktörlerden biri oldu. Sonunda “muzaffer” kapitalizm düşünsel ve kültürel alanda ortada eser miktarda bile nitelikli bir şey bırakmadı. Kendisi çürürken düşünce namına ne varsa onu da çürüttü. Siyasetiyle, akademisiyle, medyasıyla, sanat çevreleriyle en koyu gericiliği üretmekte birbiriyle yarışanların debelendiği bir çirkef kuyusuna dönüştü.
Düşünsel çoraklık kapitalizmin tarihsel krizinin ürünüdür
Kültürel çürümenin karamsarlığın, akıldışılığın, cehaletin, kör şiddetin, bencilliğin, kayıtsızlığın yaygınlaşması gibi çok çeşitli görünümleri vardır. Değerlerin aşınmasıyla, ahlâki krizle el ele ilerler ve toplumsal yaşamı altüst eder. Bu altüst oluş bugün öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, sağcı düşünürler bile kaygılarını açık bir dille ifade etmektedirler. Mesela Yeni Şafak gazetesinde yazan, o cenahın önem verdiği isimlerden İsmail Kılıçarslan, sağıyla soluyla her kesimde yetkin insan sıkıntısı nedeniyle düşünsel iklimin nasıl çoraklaştığını anlattığı yazısında “Büyük okumalar devri de, büyük adamlar devri de kapanmış görünüyor. Dünyayı «mono» bir yaklaşımla dizayn eden küresel kültür endüstrisi, çoğunlukla duyarlılık yönetimi yaparak, bazen de doğrudan sosyoekonomik yahut politik müdahalelerle dünyadaki hemen herkesi, hemen her aklı birbirine benzetmeyi başardı. Turbosundan vahşisine her çeşidiyle azgın kapitalizmin askeri halinde herkes. Çin’de de böyle durum, Rusya’da da böyle, Türkiye’de de böyle. Bu atmosferden düşünce değil «düşünce zannettiğimiz öğretilmişlikler» dışında hiçbir şey çıkmıyor, çıkamıyor”[1] diyor. Yazısını, bu durumun sürdürülebilir olmadığını ancak ortadan kaldırılabileceğine dair en küçük bir işaretin bile görünmediğini belirterek bitiriyor. Görüldüğü gibi burjuva kültürünün ve düşünsel dünyasının amansız bir çoraklaşmayla sakatlandığını tespit etmek için ille de Marksist olmak gerekmiyor. Ama bu çoraklaşmanın gerçek sebeplerini anlamak ve toplumlara gerçek çıkış yolunu göstermek için Marksizm dışında başka bir kılavuz yok.
Günümüzde toplumla ilgili her şeyi belirleyen nesnel temel kapitalizmin tarihsel krizidir. Düşünsel, kültürel çoraklaşmanın bugün ulaştığı bu düzey de aslında kapitalizmin tarihsel krizinin semptomlarından biridir. Yani asıl neden tarihsel bir çıkışsızlığın ve çürümenin içine giren kapitalizmdir. Dolayısıyla bugünün kültür ve düşünce dünyasındaki çoraklaşmanın nedenlerini anlamak da, ancak, bu sorun tarihsel krizin belirlediği koşullar temelinde ele alındığında mümkün olabilir. Burjuvazi bu zemin üzerinde bir kültür, bir düşünce ve eylem dünyası oluşturmaktadır. Karşısında sınıf içerisinde anlamlı bir güce sahip sosyalistler olmadığı için de hiçbir basınç altına girmeden en pespaye düşünceleri üretmekte, kolaylıkla yaymakta ve toplumların bağrına yerleştirmektedir.
Çürüyen kapitalizm, sanat, kültür, bilim, yani her türlü düşün alanını tam bir kokuşmuşluk yuvasına çevirmiştir. Burjuvazinin kültür endüstrisinin yarattığı ortamın, Yunan mitolojisinin ünlü anlatılarından biri olan Augias’ın ahırlarından farkı yoktur. Bu anlatıya göre, Elis kralı olan Augias’ın ahırları çok uzun yıllar boyunca hiç temizlenmediğinden öyle pislenmiş ki, sürüsü artık orada barınamaz olmuş, üç bin öküz bulunan ahırlardan gelen dayanılmaz kokular ve pislik nedeniyle krallıkta yaşanamaz hale gelmiştir. Yıllar boyu birikmiş bu pisliği temizleme görevini sonunda Herakles (Herkül) üstlenir ve Alpheios nehrinin yatağını değiştirerek bu nehrin hızlı akan suyu ile ahırları bir günde temizler. Augias’ın ahırları metaforu İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu kitabında Engels’in Glasgow kentindeki proleter mahallelerin durumunu anlatmak için aktardığı bir alıntıda da kullanılır.[2] Lenin de Ekim Devriminin dördüncü yıldönümünde yaptığı konuşmada[3] devrim öncesindeki Rusya’nın durumunu anlatmak için. Bu konuşmasında Lenin, devrimin de Herakles gibi, uzun yıllar boyunca birikmiş, ahır sahibinin artık temizleyemeyeceği hale gelen bütün pislikleri, radikal bir biçimde temizlediğini söyler.
Lenin kapitalizmin bugün dünyayı getirdiği hale bakarak konuşsaydı nasıl bir metafor kullanırdı bilemeyiz ama, bütün pislikleri temizleyecek yegâne gücün bir işçi devrimi olduğunu kuvvetli biçimde belirtirdi mutlaka. Kokuşmuş burjuva dünyası, üç bin öküzün yıllar boyunca pislettiği ahırdan daha beter haldedir. Ahır sahibinin ise ne nehrin yatağını değiştirecek Herakles gibi gücü ve fikri ne de ahırı temizleme niyeti vardır. Diğer bütün sorunlarda olduğu gibi düşünsel, kültürel alanda da burjuvazinin yarattığı pislikleri temizleyecek olan sadece işçi sınıfı devrimidir.
Bilimde, sanatta, felsefede, toplumsal yaşamda ya da gündelik hayatta kapitalizmin çoraklaştırıcı ve çürütücü etkilerinin bu düzeye ulaşması hep aynı nedenden kaynaklanmaktadır. Artık ihtiyarlamış, ölmeye yaklaşmış kapitalist sistemin tarihsel krizinden. Tarihsel kriz kavramı kapitalizmin çıkmazda olduğunu ve bu krizden sistem içi yollarla kurtulamayacağını anlatmaktadır. Kapitalizm, bir toplumsal sistem olarak yaratıcı potansiyellerini tüketmiş, tarih sahnesinden ayrılma vakti gelmiştir. Elbette bu durum kendiliğinden değil ancak devrimci işçi sınıfı eliyle gerçekleşebilecektir.
Çürüme, aslında doğa gibi, bir toplumsal düzenin de kaçınamayacağı bir sonuçtur. Diyalektik yöntemin yadsımanın yadsınması bakışıyla değerlendirildiğinde yeni bir başlangıcın mümkün olabilmesi için eskinin çürüyor olması gerekir. Yeninin oluşabilmesi için eskinin çürümesi yeter şart olmasa da gerek şarttır. Bu çürüme eski için yok oluş demekken yeni için varolmanın başlangıcı demektir. Bu nedenle kapitalist toplumun her alandaki çürüme hali her ne kadar toplumları büyük olumsuzluklarla karşı karşıya bırakıyor olsa da, bu olumsuzluğun içinde geleceğin toplumunun doğmasını sağlayacak gelişmelerin mayalandığını da görmek gerekir. Yeni bir dünya yaratmanın zorluklardan geçmeyen bir yolu yoktur. Doğumlar büyük sancılar yaşandıktan, acılar çekildikten sonra kan ve gözyaşı ile birlikte gerçekleşmiyor mu zaten?
Dünyanın mevcut halinden çıkıp insanlığın ileriye doğru adımlar atabilmesi için işçi sınıfının iktidarı eline alması gerekiyor. Bu nedenle de bugün sınıf temelli bir devrimci anlayışın ve örgütlenmenin güçlenmesi için ter akıtmak zorunlu. Kapitalist çürümenin her yanı saran dayanılmaz kokusuna, pespaye görüntüsüne, hastalık yayan haline rağmen yapılması gereken umutla dayanıp, örgütlü bilinçle ve eylemle mücadele ederek kapitalizmi tarihin çöplüğüne göndermektir.
[2] “İmparatorluğun ikinci kentindeki bu Augean ahırlarını, bu kötü ruhların toplanma yerini, bu suç, pislik ve salgın hastalık yumağını temizleme zahmetine kimse katlanmıyor.” Aktaran Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, Sol Yay., 1997, s.87
[3] “1917’de Rusya’da sertliğin başlıca belirtileri, kalıntıları, yaşayan unsurları nelerdi? Monarşi, toplumsal zümre sistemi, büyük toprak sahipliği ve toprağın tasarruf hakkı, kadınların durumu, din ve ulusal baskı. Bu «Augias ahırları»ndan herhangi birini alın, şurasını da belirtelim ki bunlar, daha ileri devletlerin 125 yıl, 250 yıl ve hatta daha önce (İngiltere’de 1649’da) tamamladıkları burjuva-demokratik devrimleri sırasında büyük ölçüde temizlenmeden kalmışlardı; bu Auigias ahırlarından herhangi birini aldığınızda, bizim onları tamamen temizlediğimizi görürsünüz.” (Lenin, Ekim Devrimi Üzerine, Teori Yay., 1976, s.103 –değiştirilmiş çeviri)

link: Selim Fuat, Kapitalist Çürümenin Yol Açtığı Kültürel Çoraklık, 17 Şubat 2025, https://en.marksist.net/node/8445
Rejimden Topyekûn Saldırı Dalgası
Kurtuluş İşçi Sınıfının Örgütlü Mücadelesinde