

Her sabah güne felâket haberleriyle başlıyoruz. Bunları sıralamakla bitiremiyoruz. Göz göre göre gelen felâketlerin, ölümlerin sıradanlaştığını, sermaye ve siyasi iktidar temsilcileri tarafından normalleştirildiğini görüyoruz. TMMOB’un internet sitesinde yer alan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği raporunun verilerine göre, 2002’den bu yana iş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçi sayısı 20 bine ulaştı. 11 ilde yaşanan 6 Şubat depreminde resmi rakamlar 50 binin üzerinde insanın yaşamını yitirdiğini söylese de gerçek sayının 100 binin üzerinde olduğu malûm. Rakamlar ağızdan bir çırpıda çıkıyor ama acılarımızın tarifinde kelimeler kifayetsiz kalıyor.
Diğer taraftan Anayasal haklarını kullanıp sendikal mücadele yürüten işçilere kolluk güçlerinin saldırılarının, baskıların ve yasakların arttığını görüyoruz. Örneğin Antep’te, Başpınar Organize Sanayi Bölgesinde iş durduran işçilerin eylemleri Valilik kararıyla yasaklanıyor, bu direnişlerde işçilerin yanında yer alan BİRTEK-SEN sendikasının genel başkanı tutuklanıyor. Çeşitli illerde belediye başkanları tutuklanıp belediyelere kayyımlar atanıyor. Ormanlar, akarsular, tarım arazileri sermayeye peşkeş çekilip yağmalanıyor. Ekonomik kriz, işsizlik, hayat pahalılığı, barınma, sağlık, eğitim sorunları artık işçi ve emekçi aileleri için çözülemeyecek sorunlar haline geldi. Bu yaşananlar karşısında bizler derin acılar hissederken yönetenler ve sermaye sınıfı timsah gözyaşı döküyor!
İşçiler, emekçiler acılarına, kayıplarına, haksızlara karşı en ufak ses çıkarsalar, eylem yapsalar “vatan haini, terörist” ilan ediliyorlar. Ülkeyi yönetenler ve medya tarafından adeta kriminalize ediliyorlar. Gözaltılar ve tutuklamalar yasaları dahi hiçe sayarak yapılıyor. Toplumda yaratılan korku iklimiyle, baskılar ve tehditlerle emekçilerin kaderlerine razı olmaları isteniyor. Patronlar sınıfı başımıza gelen her felâketi fırsata çevirip zenginleşirken işçiler sefalet içerisinde yaşamaya mahkûm ediliyor.
Tarihsel hafızamız bize böyle gerici dönemlerin ve baskıcı rejimlerin ilelebet yoluna devam etmediğini gösteriyor. Türkiye’de rejim devletin tüm aygıtlarını seferber ettiği halde, tepkiyi tamamen ortadan kaldıramıyor, toplumsal desteğini güçlendiremiyor. Biriken öfkeyi, canı yanan işçi ailelerinin içgüdüsel tepkilerini örgütlü bir güce çevirmek mücadele eden işçilerin öncelikli görevidir. Diğer taraftan kapitalist düzenin nasıl bir düzen olduğunu, kime hizmet ettiğini, hangi sınıfın ihtiyaçlarını karşıladığını anlatmak önem taşıyor. İçinden geçtiğimiz süreci tarihin akışına bırakmak, kendiliğinden düzelmesini beklemek işçi sınıfına bir şey kazandırmaz. Aksine daha büyük acılar ve kayıplar yaşatır! Bu acılara, kayıplara, haksızlıklara karşı işçilerin kendi sınıf cephelerinde örgütlenmesi emekçilerin tek kurtuluşudur. Sınıfımızın saflarında birleşip örgütlenelim, mücadele edelim.

link: İstanbul/Esenyurt’tan MT okuru bir işçi, Kurtuluş İşçi Sınıfının Örgütlü Mücadelesinde, 19 Şubat 2025, https://en.marksist.net/node/8447
Kapitalist Çürümenin Yol Açtığı Kültürel Çoraklık