Geçtiğimiz Eylül ayında açıklanan ve 2024-2026 yılları için siyasi iktidarın ekonomi programı olan OVP (Orta Vadeli Program) işçi sınıfına çok yönlü bir saldırı programıdır. Program, kıdem tazminatının gaspının bir ayağı olan TES (Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi), esnek çalıştırma biçimlerinin yaygınlaştırılması, İşsizlik Sigortası Fonunun sermayenin hizmetine daha fazla sunulması, kamu kaynaklarının sermayeye peşkeş çekilmesinin önünü daha fazla açacak düzenlemelerin yapılmasının yanı sıra göçmen işçilerle ilgili maddeleri de içeriyor. Programda istihdam başlığı altında kayıt dışılığı önleme bahanesiyle, “Yurtiçinden temininde zorluk yaşanan hallerde işgücü piyasasının farklı vasıflarda ihtiyaçlarını karşılamak üzere göç ve istihdam politikalarının dengeli bir şekilde uyumlaştırılması sağlanacaktır. Geçici ve/veya uluslararası koruma statüsündekilerin, kayıtlı olduğu ilde ikamet başta olmak üzere Türkiye’de bulunma şartlarına riayet etmeleri gözetilerek, işgücü temininde güçlük çekilen alanlar öncelikli olmak üzere kayıtlı bir biçimde çalışmaları tesis edilecektir” deniliyor.
Elbette göçmen işçilerin kayıtlı olarak çalışması genel anlamda bakıldığında olumsuz değildir. Fakat çıkarları birbirine zıt iki sınıfın varlığı üzerine kurulu kapitalist sistemde burjuva sınıfın programlarından emekçi sınıflara hayırlı bir şey çıkamayacağı da nettir. Aynı zamanda göçmen işçiler üzerine burjuvazinin yaptığı planlar sadece Türkiye’de gördüğümüz bir durum da değil. Dünya genelinde artan işsizlik ve göçmen işçi nüfusu sermayeye yeni kârlı alanlar açıyor. İşçi nüfusu fazlası olan ülkeler aynı mal ihraç eder gibi dünyaya göçmen işçi ihraç ediyorlar. Bu işten hem işçi simsarı şirketler hem de bu işçileri çalıştırarak ücretleri düşüren, sendikalaşmanın önüne geçen sermaye sınıfı kazanıyor.
İşçilerin sözleşmeli işçi adı altında göçmen işçi olarak çalıştırılması yeni değil
On yıllarca süren mücadeleler sonrasında 19. yüzyılda kölelik kaldırıldı ama kapitalist sistemin efendileri insanın emek gücünü sömürmenin daha kârlı yollarını bulmakta gecikmediler. Köle emeği yerine sözleşmeli işçilik sistemi getirildi. Avrupa sermayesi 1820’li yıllardan başlayarak tropikal bölgelerde üretilen kahve, çay, şeker, muz plantasyonlarında çalışmaları için fakir ülkelerden sözleşmeli işçi getirdiler. Bu işçilere İngilizcede hamal anlamına gelen Coolie veya Kuli deniyordu. Bu işçilerin ülkelerindeki işçi simsarı şirketlerle yaptıkları sözleşmelerde çalışma saatleri ve ücretleri belirleniyordu. Hatta kalacakları yer ve sağlık imkânları da sözleşmede yazıyordu. Fakat gerçekte bütün bunlar kâğıt üstünde kalıyor, çeşitli bahanelerle işçinin ücreti kesiliyor, geri gönderilmekle tehdit ediliyor, hatta hapisle cezalandırılıyordu. İşçinin bu cezaları almasının gerekçeleri ise işverenin emirlerine karşı gelmesi, istenilen verimde çalışmaması, işe gelmemesi gibi keyfi gerekçeler oluyordu. Sözleşme işçileri koruyor gibi gözükürken gerçekte işverenin istediği standartları sağlıyordu. İngiliz burjuvazisi sistemin işleyip işlemeyeceğini denemek için ilk olarak 1820 yılında şeker üretimi yapılan Mauritius adasında uygulamaya başladı. Buranın seçilmesinin nedeni Hint Okyanusunda Asya ve Afrika kıtalarına yakınlığıydı. İngiltere’nin bu “Büyük Deney”i başarılı olunca Avrupa sermayesi de aynı yöntemi iştahla uyguladı. Yıllar içinde milyonlarca işçinin bu ağır sözleşmeler altında çalışmak için başka ülkelere gitmek zorunda kalmasının sebepleri ise işsizlik, doğal afetler ve savaşlardı. Hintli işçiler sessiz, sakin ve çalışkan oldukları için özellikle tercih ediliyorlardı. Hintli işçiler dışında Çin, Kore, Filipinler gibi ülkelerden işçiler de bu sistem altında çalışmak için başka ülkelere götürüldüler.[*]
Elbette sözleşmeli işçilik adı altında kölece çalıştırılmaya karşı işçiler küçük büyük pek çok mücadele yürüttüler. Bu mücadeleler sonucu göçmen işçilerin sözleşmeli işçi olarak köle gibi çalıştırılmasını yasaklayan kanunlar çıktı. Bir yandan da bir müddet sonra bu işçiler yol masrafı, barınma, beslenme vb. nedenlerle işverenlere masraflı gelmeye başladı. Fakat dünya burjuvazisi örgütsüz bulduğu anda diline, dinine, rengine bakmadan dünya işçilerini köle gibi çalıştırmanın çeşitli yollarını buldu.
Türkiye’deki durum
Bir müddettir Türkiye’ye getirilen Hintli işçiler özellikle işçilerin hak arama mücadelesi verdiği işyerleri üzerinden gündem oluyor. Abalıoğlu Lezita’da Öz Gıda-İş Sendikasının yetki almasından sonra işveren önce sendikanın yetkisine itiraz etti. Sendika yetki davasını kazanıp TİS masasına oturmayan işverene karşı grev kararı alınca da grevi kırmak için Hindistan’dan işçi getirip fabrikada çalıştırmaya başladı. Tıpkı 19. yüzyılda olduğu gibi işçi taciri şirketler tarafından belli bir sözleşme yapılarak getirilen işçiler Lezita grevinde grev kırıcı olarak kullanılıyor. Evlerinden binlerce kilometre uzakta, bambaşka bir kültürde, grev kırıcı olarak görülmenin etkisiyle düşman bakışlar altında fabrikayla işçi lojmanı arasında adeta çalışma kampındalar.
Hintli işçiler, Yalova Altınova’da faaliyet gösteren Sefine Tersanesinde yaşananlar üzerinden de gündem oldu. Bu işçiler tersanelerde ağır ve güvencesiz çalışma koşullarına, düşük ücret dayatmasına, ödenmeyen ücretlere karşı işçilerin verdiği mücadelelerde de tehdit olarak kullanılıyorlar. Gemi inşa müteahhitleri Hintli işçi çalıştırmalarının gerekçesi olarak sektörde kalifiye işçinin az olduğu yalanını söylüyorlar. Oysa Türkiye’de gemi inşa sektörü dünyada kalifiye ve deneyimli işçiliğiyle biliniyor. Müteahhitler Hintli işçileri Türkiyeli işçilere göre daha az ücrete daha verimli çalıştırabildiklerini de itiraf ediyorlar. Gemi İnşa Müteahhitleri Birlikteliği Meslek Eğitim ve Dayanışma Derneği (GİMBİRDER) Yönetim Kurulu Başkanı Rüstem İnce basına verdiği bir demeçte “Hintli işçi aynı işi yüzde 70 verimle asgari ücrete yapıyor. Ülkemizin işçisi ise aynı işi 60 bin TL maaş almasına rağmen yüzde 40 verimle yapıyor. Şu an tersaneye 8 saat çalışıyorum diye gelen bir işçi ortalama 4 saat çalışıyor. Bunun sorgulanması lazım. Pencerenin diğer tarafından da bakmak gerekiyor” diyor. 4 saat çalışıp 60 bin lira maaş alan işçilerin olduğu ve bu çalışma koşullarında, bu paralara işçi bulamadıkları yalanı tersaneleri bilmeyenlere dahi gerçekçi gelmiyor elbette.
Geçen yıl Erdemoğlu Holding’e bağlı SASA Polyester’in ek tesis inşaatında şantiye dışına çıkmaları ve yerli işçilerle temas kurmaları engellenerek çalıştırılan 1500 işçi de gündem olmuştu. Hintli işçilerin SASA Polyester’de bünyesinde çalıştığı Gemont A.Ş. 2020 yılında Rusya’ya götürdüğü Türkiyeli işçilerin parasını ödememesiyle tanınıyor. Ana firma Sibur ile Gemont A.Ş. arasında anlaşmazlıklar yaşanınca Gemont A.Ş.’nin iş sözleşmesi feshedilmiş, Gemont A.Ş. 2200 işçinin ücretlerini ödememişti.
Türkiyeli inşaat patronları da yurtdışından aldıkları işlerde Vietnamlı, Filipinli, Bangladeşli, Hintli işçiler çalıştırıyorlar ve “Türk işçilerin maliyetlerinin çok yükselmesi”ni gerekçe olarak gösteriyorlar. Ücret yüksekliği dışında Türkiyeli işçilerin, ücretlerinin ödenmemesi, eksik ödenmesi durumunda bu şirketlere dava açması yani gasp edilen hakkını almak için uğraşması da patronları rahatsız ediyor. Hatta şirketler işçileri haklı bulduğu için mahkemelere diş biliyorlar. İşte bütün bu sorumluluklardan kurtulmak için uluslararası işçi simsarlığı yapan şirketlerden işçi buluyorlar. Bu işçilerin hiçbir sorunuyla ilgilenmiyorlar. İşçiler ise herhangi bir sorunlarını çözmek için aracı şirkete ulaşmak zorunda kalıyorlar.
Hindistan kapitalist dünya için ucuz işçi deposu
Hindistan ekonomisi dünyanın 5. büyük ve en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olmasına karşın milyonlarca işsiz var ve çalışanların büyük kısmı da sürekli bir iş bulamıyor. Çalışanların ortalama aylık geliri ise 100 dolar, şanslıysa 300 dolar civarında. Hükümetin istihdam programı kapsamında ancak yarım gün çalışabilenler ise günde en fazla 3 dolar kazanabiliyor. Nüfusun yüzde 40’ı 25 yaş altında ve 25 yaş altındaki üniversite mezunlarında işsizlik oranı yüzde 42. 2014 yılında iktidara gelen Modi altyapı, santral ve otoyol yatırımlarıyla ekonomik büyümeyi sağladı. Kapitalizmin kuralı burada da devreye girdi ve sermaye büyüdükçe ülkedeki eşitsizlik de arttı. Hindistan’da nüfusun yüzde 1’i kaynakların yarısından fazlasına sahip. 2023 yılında Freedom House, Hindistan’ı “kısmen özgür” bir ülke olarak sınıflandırırken, Economist Intelligence Unit’in (EIU) Demokrasi Endeksinde ise “kusurlu demokrasiler” kategorisinde. Bu verilerden anlaşılıyor ki beğenilmeyen, hor görülen Hintli işçilerle Türkiyeli işçilerin içinde bulunduğu şartlar ne kadar da benzer, sorunlarımız ne kadar da ortak! Ten rengimiz, yemek alışkanlıklarımız, dini inancımız, konuştuğumuz lisan çok farklı olabilir, ama eşitliğe, özgürlüğe, ekmeğe, güvenli çalışmaya ve geleceğe umutla bakmaya olan ihtiyacımız aynı.
Hindistan’da yeterince iş ve ekmek bulamayan Hintli işçiler hükümetin de desteği ve yönlendirmesiyle, başta Suudi Arabistan olmak üzere BAE, Katar, Kuveyt, Umman, Rusya, İtalya, Tayvan ve İsrail gibi ülkelere çalışmaya gidiyor. Belli ki son yıllarda Türkiye de bu ülkeler arasına katılmaya başlamış durumda. Hint hükümeti yurtdışına çalışmaya gidecek işçiler için gidilecek ülkelerle anlaşmalar yapıyor. Bu yolla yurtiçinde işsiz nüfusun azalmasını sağlıyor, daha da önemlisi göçmen işçilerin Hindistan’a gönderdiği milyarlarca dolar sayesinde ülkeye döviz girdisi sağlıyor. Tıpkı 1963’ten itibaren Türkiye devletinin Almanya’ya işçi gönderirkenki meramı gibi. Dünyaya işçi ihracatı yapan ve bundan milyarlarca dolar gelir elde eden sadece Hindistan da değil. Mesela Tayland; Tayvan, Güney Kore, İsrail, Japonya, Malezya, Singapur, Hong Kong, Macaristan, ABD ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelere gönderdiği işçilerden sadece bu yıl 2 milyar dolar girdi elde etmiş.
Hintli işçiler emperyalist savaşın harlandığı İsrail’e de gidiyor
Hintli işçiler İsrail için de kullanışlı ucuz iş gücü kaynağı. Hindistan zaten uzun yıllardır İsrail’e işçi ihraç ediyor. Hintli işçiler İsrail’de daha çok hasta ve yaşlı bakımı benzeri işlerde çalışıyorlar. Filistinli 90 bin kadar işçi ise İsrail’de daha çok inşaat işlerinde çalışıyordu fakat İsrail’in Gazze’ye başlattığı saldırılar sonrası İsrail işsizlikle de terbiye etmek için on binlerce Filistinli işçinin çalışma iznini iptal etti. Binlerce yabancı işçi de savaş nedeniyle İsrail’i terk etti. İsrail burjuvazisi bu boşluğu doldurmanın çaresini ucuza ve sorun çıkarmadan çalışan Hintli işçi getirtmekte buldu. Zaten 2023 Mayısında İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen’in Hindistan ziyareti sırasında Hindistan’dan İsrail’e işçi gönderilmesi üzerine ikili anlaşma imzalanmıştı. Hintli işçiler savaş alevlerinin yükseldiği İsrail’e gitmeye çekinseler de ülkelerinde yaşadıkları işsizlik, çocuklarını aç bırakma korkusu her şeyi göze almalarına neden oluyor. İsrail’in teklif ettiği ücret aylık 1650 dolar. İsrail’de çalışmak için sıraya giren işçiler “Öleceksek orada öleceğiz. En azından çocuklarımız bir şeyler alacak. Burada aç kalmaktan daha iyi” diyorlar. Ayrıca İsrail işgücü açığını sadece Hintli işçilerle kapatmayı planlamıyor. Sri Lanka, Çin, Tayland ve Moldova’dan da işçi getirmek planları arasında.
Hindistan’da bazı işçi sendikaları ise Hintli işçilerin güvenliği ve Filistinli işçilerin işsiz kalmasına sebep olacağı için Hintli işçilerin İsrail’e gönderilmesine karşı çıkıyorlar. Ayrıca Hindistan Su Taşımacılığı İşçileri Federasyonu (WTWFI), “İsrail’den ya da Filistin’deki savaş için askeri teçhizat taşıyan başka herhangi bir ülkeden gelen silah yüklü kargoları yüklemeyi ya da boşaltmayı” reddettiklerini söyleyen bir bildiri yayınladı. İşçi sendikalarının hem Filistinli işçilerin Hindistan devleti tarafından savaşın olduğu bir bölgeye gönderilmesine karşı çıkması hem de İsrail’in Filistin saldırılarını protesto etmesi bütün bu sorunların çözülmesi için alınması gereken önemli bir tutumdur.
Kapitalizm emekçi sınıfların yaşamını cehenneme çeviriyor. Yıllardır Türkiye’de Suriyeli ve Afgan işçiler aşağılandılar. Vatanlarını korumamakla, Türkiyeli işçilerin işlerini ellerinden almakla, yoksulluğun sebebi olmakla suçlandılar. Pek çokları sağlık, eğitim gibi alanlardaki kötü gidişatı bile göçmen işçilerin varlığına bağladılar. Şimdi de Hintli işçiler sermayenin çarkları arasında ezilmek için getiriliyor. 19. yüzyılda kaldırılan kölelik, sözleşmeli işçilik adı altında bugün hâlâ insan onurunu ayaklar altına alıyor. İşçi sınıfı kapitalizme karşı mücadeleyi onu yıkıp yerle bir edecek seviyeye çıkarmadığı sürece kazanımlarını kaybediyor. Tüm dünya üzerinde onlarca milletten işçilerin böylesine kaynaşarak çalıştığı günümüzde işçi sınıfının tek çıkar yolu enternasyonal mücadeleyi güçlendirmektir. Emperyalist savaşa ve göçmen düşmanlığına karşı dünya meydanlarını dolduran milyonlar, barış, özgürlük ve kardeşliğin hâkim olacağı sosyalist bir dünyayı düşleyenlerin, kapitalizme karşı enternasyonal mücadeleyi büyütmek için ter dökenlerin umudunu, direncini, azmini arttırıyor.
[*] Hüseyin Günarslan, Yeni Kölelik Sistemi: Sözleşmeli Ucuz İşçi Sistemi, https://doi.org/10.35239/tariharastirmalari.548143
link: Meral İnci, Sıradaki Ucuz İşgücü: Hintli İşçiler, 14 Nisan 2024, https://en.marksist.net/node/8238
Emekçi Kadınlar Yalnız ve Çaresiz Değildir!
İran’ın İsrail Saldırısı: Emperyalist Savaş Harlanıyor