Filistin halkı üzerinde estirilen kan fırtınası, Üçüncü Dünya Savaşı gerçekliğini tüm dünyaya bir kez daha gösterdi. Faşist Netanyahu yönetimindeki İsrail devleti, ABD, NATO ve diğer Batılı emperyalist güçlerin desteğini arkasına alarak Filistinli emekçilerin yaşam alanlarına vahşi bir saldırı başlattı. Katliamın başladığı ilk andan beri Akdeniz suları emperyalist güçlerin karargâhına dönüştürülürken işçi ve emekçiler dünya meydanlarını “savaşa hayır” sloganları ile doldurdu. Siyonist İsrail devletinin başlattığı son saldırıda burjuvazi ile işçi sınıfının konumlanışı, emperyalist paylaşım savaşının mahiyetine ve dünya barışının nasıl gerçekleşebileceğine dair önemli ipuçları sundu. Kapitalizmin merkez ülkelerinde milyonlarca emekçinin bir araya geldiği kitlesel gösterilerin yanı sıra metal, liman ve taşımacılık sektöründe grev ve iş durdurma eylemleri gerçekleşti. Bu eylemler savaşa karşı mücadelenin hangi sınıfın harcı olduğuna bir kez daha ışık tuttu.
Emekçiler cephesinde emperyalist saldırganlığa karşı duruş hâkimken, dünya burjuvazisi savaş çığırtkanlığını ve riyakârlığı tam gaz sürdürdü. Riyakârlık bakımından TC egemenleri şampiyonluğu yine kimseye bırakmadı. Din istismarıyla yoğurdukları hamasi nutuklar eşliğinde mazlum Filistin halkının yanında olduklarını ve bölge barışı için çalıştıklarını söyleyen rejim sözcüleri ve egemenler, gerçekte İsrail’e karşı tek bir adım atmadılar. Bırakalım bu yönde bir adım atmayı, Filistinli emekçiler katledilirken İsrail devletine Türkiye limanlarından milyonlarca ton mal sevkiyatı yaptılar. Öyle ki savaşın başladığı 7 Ekimden 27 Kasıma kadar 335 gemi Türkiye’nin limanlarından İsrail limanlarına 3 milyon tonluk sevkiyat yaptı. Gemilerle taşınan ürünler arasında silah yapımında kullanılabilecek demir çelik ürünleri de vardı.
Elbette yıllardır kandan, savaştan, militarist söylemden beslenen ve nihayetinde bir sivil faşist rejim inşa eden bugünün muktedirleri yaptıklarıyla bizleri şaşırtmıyor. Sermayeden ve onun çıplak diktatörlüğü faşizmden başka türlü davranmasını beklemektir şaşırtıcı olan. Aksine askeri harcamalara devasa kaynaklar ayıran rejim bu hususta da gemi azıya almış durumda. Ne yazık ki, Türkiyeli işçi ve emekçiler, TC devletinin, kuruluşundan bu yana sistematik olarak zihinlere zerk ettiği militarist zehrin ve örgütsüzlüğün etkisiyle, bugünkü militarist havanın etkisine kolaylıkla girebiliyorlar. İktidar yanlısından muhalifine pek çok işçinin çoluğunu çocuğunu yanına alarak gittiği TEKNOFEST’lerde ülkesinin “yerli ve milli” savaş aygıtlarından duyduğu övünç, hem yıllardır etkisini yitirmemiş militarist devlet geleneğinin hem de rejimin bu yöndeki politikalarının etkisini gösteriyor. Bu etkiyi yine muhalif olanları da dâhil pek çok gencin Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar’a duyduğu hayranlıkta da görmek mümkün. Öyle ki zehir zemberek sözlerle iktidarı eleştiren pek çok kişi, mevzubahis Bayraktar ve yerli-milli silah sanayi olduğunda “ulusal gurur”la coşuyor. Oysa emekçilerin vergilerinden oluşan bütçeleri savaşa, silahlara, bombalara ayıranlar, giriştikleri emperyalist ataklarla başka ülkelerdeki emekçilerin hayatını karartırken, içeride de faşist baskıları arttırıp yoksulluğu derinleştirerek emekçileri tam bir kuşatma içerisine alıyorlar. Başta Türkiye olmak üzere dünya ölçeğinde egemenlerin her yıl parlamentolarında veya senatolarında oy çokluğuyla kabul ettirdikleri bütçeler bu kuşatmaya dair pek çok çarpıcı veriyi barındırıyor.
2024 bütçeleri: Emperyalist saldırganlıkta rekordan rekora…
Burjuva medyanın gündemini yoğun bir şekilde işgal eden, fakat işçi sınıfının pek de ilgilenmediği bütçe taslakları, genel olarak devletin burjuva karakterini yansıtması bakımından önemlidir. 2024 bütçesi ise iktidardaki rejimin faşist ve militarist mahiyetine tüm çarpıcı verileriyle ayna tutmaktadır. Bu verilerden Türkiye özelinde en ibretlik olanıyla başlayalım. 2023’te önceki yıla kıyasla %98 artışla 470 milyar liraya ulaşan savaş bütçesi, 2024’te önceki yıllarla kıyas kabul etmeyecek bir rekor artışa ulaştı. İktidar 2024 yılı bütçesinde savaş harcamaları için tamı tamına 1 trilyon 133 milyar 500 milyon lira ödenek tahsis etti. Bugünkü kur ile ifade edecek olursak söz konusu ödeneğin tutarı yaklaşık 40,5 milyar dolar ediyor. 2023 yılındaki “savunma ve güvenlik” harcamalarının dolar cinsinden yaklaşık 16 milyara denk geldiği düşünüldüğünde, 2024 yılı “savunma” bütçesinde %150’lik rekor bir artışın gerçekleştiği açığa çıkıyor. Bu aynı zamanda cumhuriyet tarihinin en militarist bütçelerinden birinin yapıldığını gösteriyor.
Askeri harcamalardaki rekor artışlar sadece Türkiye ile sınırlı değil. Neredeyse tüm kapitalist devletler önümüzdeki dönem için bütçelerinin önemli bir kısmını savaşa ayıracaklarını ortaya koydular. Sistemin amiral gemisi ABD burada da başı çekiyor. 15 Aralıkta Kongrenin onayından geçen savaş bütçesi 886 milyar dolar olarak açıklandı. ABD tarihinin en yüksek “savunma bütçesi” olarak kayıtlara geçen bu devasa artışın emekçiler için ne ifade ettiğini, Filistinli emekçilerin 7 Ekimden bu yana dinmeyen feryatları çok acı bir şekilde özetliyor. Putin’in onayladığı 2024 bütçesinde ise Rusya’da askeri harcamalara ayrılan pay tüm bütçe harcamalarının yaklaşık %40’ına ulaştı. Buna göre askeri harcamaları 2023’e kıyasla neredeyse %70 oranında artmış oldu. Fransa parlamentosu askeri harcama bütçesini 2024-2030 yılları arasında 413 milyar euroya çıkaran yasa tasarısını kabul etti.
Savaş harcamaları bakımından en dikkat çekici verilerden biri de Japonya’dan geldi. 2024 mali yılında Japonya Savunma Bakanlığı yüzde 12’lik bir bütçe artışı istedi. Talep edilen bu miktar 7,7 trilyon yen (52,5 milyar dolar) ile ülke tarihinde rekor olarak ifade ediliyor. Hatırlanacağı üzere, Asya-Pasifik’teki gerilimin tırmanmasıyla birlikte, İkinci Dünya Savaşı sonrasında sürdürdüğü sözümona barışçıl politikasını değiştiren Japonya, Fumia Kişida hükümetinin senenin başında kabul ettiği güvenlik stratejisiyle emperyalist ataklara hız vereceğini de duyurmuştu. Ekim 2021’de iktidara gelen Kişida, ABD’nin talimatları doğrultusunda ve yeni güvenlik stratejisi uyarınca zaman yitirmeksizin savaş bütçesini %20 arttırarak 55 milyar dolara çıkardı. Beş yılda NATO standartlarını yakalama (GSYH’nin %2’sini savaş harcamalarına ayırma) hedefini de önüne koyan Kişida hükümeti, her yıl harcamalarını ikiye katlayıp 2027’ye kadar toplamda 43 trilyon yeni (315 milyar doları) orduya aktarmayı hedefliyor. Bu da her yıl yaklaşık 10 trilyon yen (68 milyar dolar) anlamına geliyor. Bu hedefe ulaşıldığında, Japonya’nın ABD ve Çin’den sonraki en yüksek askeri bütçeye sahip ülke haline geleceğini de belirtelim. Birkaç örneğini aktardığımız savaş bütçeleri listesine Çin’den İngiltere’ye, Hindistan’dan Güney Kore’ye ismini saymadığımız diğer tüm küresel ve bölgesel kapitalist güçleri de ekleyelim. Ortaya çıkan tablo, Üçüncü Dünya Savaşının çoktandır başladığını ve emperyalist savaş makinesinin tüm yerküreyi saniyeler içerisinde yok edebilecek güçte olduğunu çok net bir biçimde göstermiyor mu?
Nitekim bütçe verilerinin yanında Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsünün (SIPRI) verileri de dünya genelinde askeri harcamaların 2 trilyon 240 milyar dolarlık rekor düzeyi çoktandır aştığını ortaya koyuyor. Enstitünün 2019-2023 yılları arasındaki askeri harcamaları konu edinen raporu, küresel boyutta askeri harcamaların bir önceki yıla oranla yüzde 3,7 arttığını gösteriyor. Rapora göre ABD’nin toplam askeri harcamalardaki payı yüzde 40’a ulaşmışken, Çin yüzde 13’le ikinci, Rusya yaklaşık yüzde 4’le üçüncü sırada yer alıyor. Bu oranlar emperyalistler arasında kızışan hegemonya yarışı ile askeri harcamalar arasındaki bağlantıyı açıkça ortaya sermesi bakımından da dikkat çekicidir. Bu noktada Çin’in yıllar içindeki sıçramalı ilerleyişine dair küçük bir parantezle devam edelim. ABD’den sonra dünyanın en yüksek silah harcaması yapan ikinci ülkesi konumundaki Çin, SSCB’nin dağılmasının ardından hızlı ilerleyişini sürdürerek ABD’ye rakip bir emperyalist güç konumuna yükselmiştir. Milenyumun başında askeri harcamaları ABD’nin 15’te biri kadarken ve altıncı sıradayken, 2022’de ABD’ninkinin (877 milyar dolar) üçte biri dolaylarındaki (292 milyar dolar) askeri harcamalarıyla ikinci sıraya yükselmiştir. Üstelik bu sıralamada kendisine en yakın devlet olan Rusya onu 86,4 milyar dolarla son derece geriden takip etmektedir. Afrika’daki nüfuzunu son yıllarda belirgin biçimde arttıran Çin, ABD’yle karşılıklı olarak Asya-Pasifik bölgesine yaptığı savaş yığınağıyla özellikle öne çıkmaktadır. Emperyalist savaşın bu bölgesinde artan gerilim dikkate alındığında bu emperyalist gücün de önümüzdeki dönemde ABD ile kıyasıya rekabetini sürdüreceği aşikârdır. Kısacası emperyalist hegemonya kavgasının ana aktörleri arasındaki askeri rekabet alevlenirken, savaş harcamalarında yeni rekorların kırılmasının ve militarizmin yükselmesinin zemini genişliyor.
Sanayinin militarizasyonu
Emperyalist güçler arasındaki hegemonya savaşı kızıştıkça militarizm yükseliyor. Militarizm yükseldikçe sınai üretim de militaristleşiyor. Başta silah sanayii olmak üzere savaş endüstrisine yapılan yatırımlar, rekor düzeye ulaşan askeri harcamalara doludizgin bir militarizasyonun eşlik ettiğini gösteriyor. SIPRI, silah ticaretine ilişkin verileri derlediği son raporunda, dünyanın en büyük 100 askeri şirketinin 2022 yılında silah ve askeri hizmet satışından elde ettiği toplam gelirin 597 milyar dolar olduğunu açıkladı. 2018’den bu yana meşhur Amerikan tekelleri Lockheed Martin, Raytheon Techologies, Northrop Grumman, Boeing ve General Dynamics’in ilk beşte yer aldığı listede, hegemonya savaşının karşıt kutbundaki Çin, Norinco, Avic ve Casc isimli şirketlerle listede ilk 10’da yer aldı. Bu sektördeki en büyük 100 şirket içinde yer alan 42 Amerikan şirketi, 2022’de 302 milyar dolarlık silah satışı yaparak, tüm satışların yüzde 51’ini gerçekleştirdi. Listedeki 8 Çinli silah şirketinin toplam satışları bir önceki yıla göre %2,7 artışla 108 milyar dolara yükseldi. İlk 100 şirket içinde merkezi Avrupa’da bulunan 26 şirketin toplam satışı ise %0,9 artarak 121 milyar dolara ulaştı. Raporda Asya, Okyanusya ve Ortadoğu’da silah şirketlerinin gelirlerinin önemli ölçüde arttığı belirtilirken, bekleyen siparişler ve yeni sözleşmelerdeki artışla birlikte, küresel silah şirketlerinin gelirlerinin önümüzdeki birkaç yıl içinde önemli ölçüde artabileceğine dikkat çekiliyor.
Rapor Türkiye’ye ilişkin de önemli veriler içeriyor. Ortadoğu’daki gelir artışına büyük oranda Türk şirketlerin öncülük ettiği belirtiliyor. Dört Türk şirketinin yer aldığı listede ASELSAN 60’ıncı, Baykar 76’ıncı, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TUSAŞ) 82’nci, Roketsan ise 100’üncü sırada yer alıyor. Söz konusu dört şirketin toplam gelirlerinin önceki yıla göre yüzde 22 artarak 5,5 milyar dolara yükseldiği aktarılıyor. En çarpıcı veri ise silahlı insansız hava aracı (SİHA) üretimiyle adından söz ettiren Baykar’a ilişkin. Rapora göre Baykar, geçen yıl gelirlerindeki yüzde 94’lük artışla 76. sıraya çıkarken, listedeki tüm şirketler arasında en hızlı büyüme oranını yakalayan şirket oldu. SIPRI’nin başka bir verisine göre ise Türkiye 2022 yılında 10,6 milyar dolar ile dünyanın en çok savaş harcaması yapan 23’üncü ülkesi oldu. Savaş sanayiinde yaşanan bu gelişmeler, Savunma ve Havacılık Sanayii İmalatçılar Derneği (SASAD) Performans Raporuna da yansıdı. Buna göre savunma sanayiinin 2022 yılı toplam cirosu 12 milyar 200 milyon dolara ulaştı. 2021 yılı verileri ile kıyaslandığı zaman %20’lik bir artışın söz konusu olduğu savunma sanayi cirosunda, 20 yıl öncesi ile kıyaslandığındaysa 12 katlık bir artış ve büyüme söz konusu.
Türkiye’deki mevcut savaş sanayii yüzlerce imalatçı ve ithalatçı firmanın faaliyet gösterdiği, kara, deniz ve hava araçları, uzay sistemleri, ağır ve hafif silahlar, radar ve elektronik harp sistemleri, muhabere ve elektronik sistemler, güvenlik sistemleri gibi nice alanda durmaksızın üretim yapan askeri-sınai komplekslerin bileşkesinden oluşan dev bir askeri yapıya işaret ediyor. Öyle ki sanayi havzaları başta olmak üzere büyük şehirlerdeki pek çok organize sanayi bölgesinde yer alan binlerce üretim tesisinde, silah üretiminden zırhlı araçların parça üretimine dek olağanüstü ölçekte bir işgücü ve makine gücü savaş endüstrisinin emrine amade kılınmış durumda. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda milletvekillerine 2024 bütçesine ilişkin bir sunum yapan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın şu ifadeleri Türkiye’de sanayinin militarizasyonunun kısa sürede gerçekleştirdiği sıçramaya işaret ediyor: “2002’de savunma sanayii sektöründe sadece 56 firma faaliyet gösterirken, bugün bu sayı 3 bini aşmış, 62 olan proje sayısı 850’yi geçmiştir. Savunma sanayii projelerimiz, 16 kat artışla 90 milyar doların üzerinde bir büyüklüğe ulaşmıştır. 2002 yılında savunma sanayii alanında AR-GE’ye ayrılan bütçe sadece 49 milyon dolar iken, bugün yıllık 2 milyar doları geçmiştir. 2002 yılında 248 milyon dolar olan ihracatımızın 2023 yılında 6 milyar dolara ulaşması beklenmektedir.”
Elbette bu askeri yığınak ihracat kalemlerindeki artışa da kaynaklık ediyor. Nitekim Kasım 2023’te 485 milyon dolar tutarında askeri ihracat gerçekleşti. Böylece sektör ihracat rekorunu yeniden tazelemiş oldu. Geçen yıl ihracat rekorunu 4,4 milyar dolara çıkaran sektör, bu yıl Kasım ayı itibarıyla 4,8 milyar dolara çıkardı.[*] Savunma ve havacılık sanayii, böylece bir kez daha yıl tamamlanmadan ihracat rekoru kırdı. Son olarak, bu sektördeki 230’dan fazla ürünün yaklaşık 170 ülkeye ihraç edildiğini de geçerken aktaralım.
Tüm bu veriler, sanayinin ve ekonominin olağanüstü bir hızda militaristleştirildiğini anlatıyor. Dünyanın en büyük 100 savunma şirketi arasına ilk kez giren Baykar’ın sıçramalı yükselişi de bu gerçeğin en net ve manidar ifadesidir. Manidardır zira listede 100 şirket içinde satış gelirini en fazla arttıran Baykar’ın dümenindeki zat, Erdoğan’ın güzide damadıdır. Nitekim 12 Aralıkta Resmi Gazetede yayımlanan 7926 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile Baykar’ın insansız hava araçları (İHA) ile akıllı sistemlerin test ve geliştirme merkezlerinin de proje bazlı teşvik kapsamında yer alacağı duyuruldu. Peki, nedir bu proje bazlı devlet teşviki? Bunun cevabını da Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı veriyor: KDV istisnası, gümrük vergisi muafiyeti, vergi indirimi veya istisnası, KDV iadesi; sigorta primi işveren hissesi desteği, gelir vergisi stopajı desteği, nitelikli personel desteği; enerji desteği, faiz desteği/ hibe desteği, sermaye katkısı; altyapı desteği, yatırım yeri tahsisi; izin, tahsis, ruhsat, lisans ve tescil kolaylığı, kamu alım garantisi.
Faşist baskılar tırmandırılıyor!
Askeri harcamalardaki rekor artışlar ile sanayinin militarizasyonunun at başı gitmesi, kuşkusuz üçüncü emperyalist paylaşım savaşının pek çok cephede şiddetleneceğinin habercisidir. Böylesi bir konjonktürde rejimin uzunca bir süredir açmazlar içinde savrulan emperyalist dış politikasına rağmen, yeni alt-emperyalist ataklara girişmesi, hatta boyundan büyük emperyalist maceralara soyunması şaşırtıcı olmayacaktır. Ekonomik krizin yıkıcı etkileriyle boğuşan işçi ve emekçilerin en ufak derdine dahi derman olamayacağı her halinden belli olan rejimin, dış politikada olduğu gibi iç politikada da baskı ve zor aygıtlarına çok daha fazla sarılacağına şüphe yok. 2024 bütçesinin de tıpkı Orta Vadeli Program gibi, rejimin, işçi sınıfına yönelik ekonomik, sosyal, siyasal ve sendikal baskılara pervasızca yöneleceğini ve bu anlamıyla zorlu bir dönemece girildiğini bir kez daha vurgulayalım. Zira cumhuriyet tarihinin en yüksek savaş bütçesi, salt dış politikada kudurganlığın artması değil, içeride de başta Kürt halkı olmak üzere işçi sınıfına ve tüm muhalif kesimlere yöneltilecek faşist baskı ve terörün yükseltilmesi anlamını taşıyor.
Nitekim askeri harcamalardaki rekor artışla birlikte içeride polis gücüne ayrılan bütçe de artıyor. Milli Savunma Bakanlığına 2024 yılında 440,4 milyar lira bütçe ayrılırken, İçişleri Bakanlığına 76,2 milyar lira, Jandarma Genel Komutanlığına 189,6 milyar lira ve Emniyet Genel Müdürlüğüne ise 305,4 milyar lira bütçe ayrıldı. 2024 yılı bütçesinde MİT’e yaklaşık 17,5 milyar lira, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine ise 286 milyon lira pay ayrıldı. Tüm bu kalemler az evvel de belirttiğimiz gibi başta Kürt halkı olmak üzere, toplumun çeşitli kesimlerinden yükselecek haklı tepkilere daha fazla copla, tomayla, gazla, baskı ve şiddetle karşılık verileceği anlamına geliyor. Emekçilere göz açtırmayan rejimin, grevlere, protestolara yönelik saldırganlığını arttırarak sürdüreceğinin güncel bir örneği, Özak Tekstil işçilerine günlerdir sistematik olarak uygulanan zulümdür. Direnişçi işçileri yıldırmak adına her türlü baskı aracını devreye sokarak sendika yöneticilerini yaka paça gözaltına alanlar, işçilere fütursuzca saldırılması için emir ve talimat gönderenler 2024’te bu saldırganlığı çok daha geniş bütçelerle devam ettireceklerdir!
Türkiye özelinde aktardığımız bu tablo bir anlamda tüm dünyada egemen sınıfların politikalarına da ayna tutuyor. Demokratik hak ve özgürlüklerdeki gerileme küresel çapta sürüyor. Burjuva siyaset arenasında faşist lider ve partilerin her geçen gün daha da boy göstermesi bu anlamıyla hiç de tesadüfi değildir. Benzer biçimde hegemonya kavgasının farklı kutuplarında yer alsalar da Çin, ABD, Rusya, Fransa, İngiltere gibi küresel güçlerle İsrail, Türkiye, İran, Hindistan gibi güçlerin emperyalist savaş konusunda öz olarak aynı hedefte buluşmaları da dikkat çekicidir.
İsrail devletinin Filistin’e yönelik saldırısının ardından tanka, topa, tüfeğe sımsıkı sarılan burjuva egemenlerin dünya barışı için tek bir adım dahi atmayacakları ayan beyan ortadadır. Tam aksine Ortadoğu’dan Asya Pasifik’e, Avrupa’dan Afrika’ya her nerede olursa olsun, yer kürede emperyalist çıkarlar temelinde yaşanan her bir çatışmanın, savaşın, saldırı ve katliamın sorumlusu burjuvazidir. Egemenler bugün yeryüzünün neresinde olursa olsun, akan kanın, dökülen gözyaşlarının, yitirilen canların topyekûn sorumlusudurlar. TC egemenlerinin İsrail’e doğrudan silah göndermemesi onların başta Filistin olmak üzere mazlumların akan kanından sorumlu olmadıkları anlamına gelmez. Emperyalist, kapitalist güçlerin çıkarları uğruna emekçilerin yaşamı cehenneme çevriliyor. ABD silahları Filistinli emekçilerin yaşam alanlarını yok ederken, Türkiye’nin ürettiği silahlar başka yerlerdeki emekçilerin yok edilmesi için kullanılıyor. Ölenler, yerinden yurdundan olanlar, savaştan hiçbir çıkarı olmadığı halde savaşın kurbanları olanlar emekçiler oluyor. Bunun nedeni kapitalist sistemdir, kapitalist sistem böyle işliyor. Sözün özü, başta Filistin’deki katliam olmak üzere emperyalist savaşa son vermenin tek yolu kapitalizme karşı mücadele etmekten, kapitalizmi yıkmaktan geçiyor.
link: Can Aytekin, Savaş Bütçeleri, Sanayinin Militarizasyonu ve İşçi Sınıfı, 22 Aralık 2023, https://en.marksist.net/node/8148
Siyonizme Karşı Olmak Yahudi Düşmanlığı Değildir!
Arjantin’de “Şok Terapisi”nin Düğmesine Basıldı