“Ben buraya gelin geldim. Anılarım, hayatım burada geçti. Ormanlar olmazsa bir damla yağmur düşmez, kuraklık olur, ekinler büyümez, insanlar aç kalır. Orman olmazsa suyu nereden bulacağız? Çamların kuru dalı düşse canım yanar. Ormanımızı kesmesinler.” İkizköylü Sultan Ananın sözleri, yıllardır madenler, santraller, oteller, organize sanayi bölgeleri için kıyılan ormanların emekçiler için ne anlama geldiğini ne de özlü anlatmış…
Akbelen ormanında yaşananlar Türkiye’de sermayenin faşist rejimden aldığı güçle nasıl da kendinden geçtiğinin en net örneklerinden biri olarak tarihe yazılıyor. Ağacını, ormanını, ekmeğini, yaşamını korumak isteyen köylüler, 80 yaşını çoktan geçmiş kadınlar ve onlara desteğe gelenler, maden şirketinin adamları jandarma korumasında kesmesinler diye sarılmışlar ağaçlara. İkizköylü bir kadın çocukları gibi gördüğü çam ağaçlarına yüreğinden gelen ağıdını yakıyor. Ağıdı da sesi de buram buram Ege kokuyor. Bir yandan da “sizin göreviniz vatanı korumak, bize değil ağaçları kesen şirkete engel olun” diye jandarmaya sesleniyorlar. Bir başkası da bir ağaca sarılmış Anayasanın 169. maddesini[1] okuyor: “Devlet ormanları hiçbir şekilde eksiltilemez, ağaç eksilse yerine dikilmek zorundadır.”
Yeniköy ve Kemerköy enerji santrallerinde yakıt olarak kullanılan linyit kömürünü çıkarmak için maden alanını genişletmek isteyen şirket ekipleri, 24 Temmuz sabah saatlerinde Muğla’nın Milas ilçesinde bulunan İkizköy mahallesindeki Akbelen ormanına Jandarma ve TOMA’lar eşliğinde girdiler. Ormanlarına sahip çıkan, ağaçları kesilmesin diye 4 yıldır mücadele eden ve 2 yıldır çadırlarda nöbet tutan İkizköylüler, ağaç katliamına engel olmaya çalışınca jandarmanın biber gazlı saldırısına uğradılar. Yaralananlar, gözaltına alınanlar oldu. Şirket günlerdir ormanda ağaç katliamı yapıyor, yöre halkı ve desteğe gelenler ise tazyikli suya, biber gazına, coplu saldırıya, gözaltılara rağmen bir adım geri atmadan, tüm yorgunluğa rağmen her gün daha fazla hırslanarak ve çoğalarak, kalan ağaçları kurtarmak için, ormanını teslim etmemek için mücadele ediyor. Köylünün ve desteğe gelenlerin direnişi devleti öyle şaşırtmış olmalı ki, sanki savaşa gider gibi, yola barikat kuranları dağıtmak için kalkanlarına vura vura geliyor üstlerine jandarma.
Bölgede termik santralden kaynaklı sorunlar santrallerin kuruluşuna kadar uzanıyor. Gökova Körfezine yapılan Kemerköy termik santrali, açılan dava sonucunda inşaatı durdurma kararı olduğu, 1996 yılında idari mahkeme kapatma kararı verdiği, 1998 yılında ise bu kararı Danıştay da onayladığı halde Bakanlar Kurulu kararıyla çalıştırılmaya devam etti. Bakanlar Kurulunun bu hukuksuz karara gerekçesi “ülkenin enerji ihtiyacı” idi. Yeniköy ve Kemerköy termik santralleri 2014 yılında IC Enerji tarafından işletilmek üzere devralındıktan sonra IC Enerji, Limak Holdinge bağlı Limak Enerji ile ortaklık kurdu. Bu iki şirket daha sonra YK Enerjiyi kurdular. Özelleştirme sonrası santralden kaynaklı sorunlar katlanarak arttı.
İkizköy mahallesi Işıkdere mevkiinde 2017-2018 yıllarında 50’ye yakın hane maden için yerlerinden edildi. Yemyeşil zeytin ağaçlarının kapladığı Işıkdere kısa sürede çorak maden alanına dönüştü. Maden sadece Işıkdere’yi değil çevresini de etkiledi. Zeytin ağaçlarının verimi düştü. Hayvan ölümleri başladı. Patlatılan dinamitler nedeniyle evlerin duvarları çatladı. Tarihi kalıntılar, cami ve kilise yerle bir edildi. Şirket maden bölgesindeki su kaynaklarına da adeta el koydu. Mahalleli ve santral ortak su deposunu kullanıyor. Mahalleliye deponun yüzde 90 dolu olması halinde su veriliyor. İkizköylüler Işıkdere’de yaşananlardan ders çıkardılar ve kamulaştırma istemediklerini söylemek için Ankara’ya Meclise kadar gittiler. Ankara’dan döndüklerinde maden şirketi adeta yöre halkını cezalandırmak için 10 gün boyunca sularını kesti. Madende çalışanlar işten atılmakla tehdit edildi.
2019 yılında İkizköylüler Orman Genel Müdürlüğüne karşı yürütmeyi durdurma davası açtılar. Dava sürerken 23 Nisan 2021’de şirket kesim için ormana girince İkizköylüler kesime engel oldu ve Karadam Karacahisar Mahalleleri Doğayı Doğal Hayatı Koruma Güzelleştirme ve Dayanışma Derneğinin (KARDOK) çabalarıyla, 740 dönümlük Akbelen ormanında Tarım ve Orman Bakanlığı onayıyla linyit madeni işletmesi açılması izni verildiği öğrenildi.
Maden alanını genişletmekte kararlı olan şirket 2021 yılının yaz aylarında yaşanan orman yangınlarını fırsata çevirmeye kalktı. Santrallere çok yaklaşan yangın gerekçe gösterilerek 105 ağaç kesildi. Denizli’den yangını söndürmek için gelen “gönüllü” ekibin ellerindeki elektrikli testerelerin üstünde maden şirketinin logosu vardı. Yöre halkı ağaç kesimini durdurmayı yine başardı ama iki gün sonra nöbet alanına giren yüzlerce jandarma köylüleri sürükleyerek alandan çıkardı.
12 Ağustos 2021’de, hem entegre tesis ÇED muafiyeti iptal davası ile hem de orman kesimi iptal davasında mahkemeler yürütmenin durdurulmasına karar verdi. Karar uyarınca 2021 Eylülünde, bölgede yeniden keşif ve bilirkişi incelemesi yapıldı.[2] Muğla Barosundan avukat İsmail Hakkı Atal, şirketin son ağaç kesme girişiminden sonra yöre halkının yaptığı basın açıklamasında, yaşanan hukuksuzluklara şöyle değindi: “Anayasal suç işleyen bilirkişi heyetini gerçeğe aykırı rapor düzenlemekten ve kasten bilirkişi görevini kötüye kullanmaktan dolayı Milas Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyet ettik. Bu 7 bilirkişi hakkında Milas Cumhuriyet Başsavcılığında soruşturma yürütülüyor. Dolayısıyla Anayasanın 169. maddesinin ihlali dışında haklarında soruşturma yürütülen bir bilirkişi heyetinin verdiği raporla yürütmeyi durdurma kararı kaldırıldı. Biz kesim işlemi başlayınca yeniden yürütmenin durdurulması için başvurduk. Ve şu anda Akbelen ormanında anayasal suç işleniyor, bu yanlıştan bir an önce dönülsün. Burada hem adalet hem de toplumsal kamu düzeni tekrar tesis edilsin. Tekrar yürütmenin durdurulması kararı verilsin.”
YK Enerji kendisini savunurken Türkiye’nin enerji ihtiyacını öne sürüyor. Siyasi iktidar da yine aynı gerekçeye dayanarak ağaç katliamına itiraz edenlerin üstüne kolluk güçlerini salıyor. Bir de her türlü medya aracını kullanarak yaşamı savunanları adeta “vatan hainliği” ile suçluyor. Bütün bu saldırıların ne uğruna yapıldığı ve bunca ağacı kesmeye, köylünün geçim alanlarına girmeye, hadi hepsini geçtik 80 yaşındaki teyzelerin canını yakmaya değip değmeyeceğinin cevabını Çiğdem Toker T24’de yayınlanan makalesinde veriyor. Toker’in Elektrik Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) verilerinden aktardığına göre iki santralin toplam kurulu gücü 1100 megavat. Türkiye’nin Haziran ayı sonu itibariyle kurulu gücü 104 bin 904 megavat. Yani bunca zulüm Türkiye’nin yüzde 1 elektriğini üretmek için. Bu yüzde 1 elektrik elbette başka yollardan elde edilebilir. Hatta daha fazlası elde edilir. Fakat kapitalizmin işleyiş yasaları gereği şirketin yatırdığı sermayeyi katlaması gerekir. Ayrıca ormandaki ağaçları kesmenin, koca bir yörenin insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle yaşamını cehenneme çevirmenin gerekçesi olarak ülkenin enerji ihtiyacını gösterenlerin enerji ihraç ettiği gerçeği de cabası.
Maden şirketleri kestikleri ağaçlar karşılığında Orman Genel Müdürlüğüne (OGM) ağaçlandırma yapsın diye para ödüyor. YK Enerji ve Orman Genel Müdürlüğü arasında da kesilen ağaçların karşılığında ağaç dikilmesi için bir protokol imzalanmış. Şirket 2020’den 2022’ye 3 yıllık bir süre için yılda 1 milyon fidan dikimi için OGM’ye 6 milyon 100 bin lira ödemeyi taahhüt etmiş. Fakat maden aramasının yapıldığı bölgede toprak çekildiği için kayaların üzerine ağaç dikimi yapılması imkânsız. Bölgenin tekrar toprak alanı olması için ise yüzlerce yıl gerekli. Diyelim fidan dikimi yapıldı. Bir fidanın eğer tutarsa büyümesi 20 yılı buluyor. Yetişmiş bir ağacın, doğal bir ormanın doğaya katkısıyla bir fidanın katkısı aynı olabilir mi? Madenden kalan kayalık bölgede ağaçlandırma yapılamayacağının bilinmemesi de mümkün değil. O halde burada da bir kötü niyet aramak gerekiyor. Devlet şirketten bu yolla da adeta rüşvet alıyor. Ayrıca maden araması patlatma yöntemiyle yapıldığı için yer altının bütün yapısı bozuluyor. Bu da gelecek yıllarda maden aramasının yapıldığı bölgelerde su kıtlığının da yaşanması riskini yükseltiyor. Ne için bu riskler alınıyor peki? “Beşli Çete” denilen şirketlerden biri olan Limak Holding daha fazla kâr etsin diye!
Bugün yaşanan ağaç katliamlarının zemini esas olarak 2004 yılında Madencilik Kanununda yapılan değişiklikle atıldı. Bu düzenlemeyle orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, sit alanları, tarım alanları ve su havzaları madenciliğe açıldı. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Başkanı Doğanay Tolunay’ın verdiği bilgilere göre Cumhuriyet tarihi boyunca maden ve enerji için ormanlık alana verilen 809 bin hektarlık giriş izninin 550 bin hektarı 2004 sonrasında gerçekleşti. Bu da Trakya’daki orman alanları kadar bir büyüklüğü kapsıyor.
Siyasi iktidarın yarattığı baskı ortamında maden patronları rahat rahat neredeyse istedikleri yere girip tarım alanlarını, ormanları, zeytinlikleri katlediyorlar. Sermayenin açgözlülüğüne karşı verilen mücadele ancak işçi sınıfının örgütlü kesimleri başta olmak üzere daha geniş emekçi kesimlerin bu talana müdahale etmesiyle başarıya ulaşabilir. Fakat işçi sınıfı örgütsüz ve sendikaları sarı, gangster sendikacıların elinde. İşte bunlardan ikisi olan TES-İş ve Maden-İş sendikaları da siyasi iktidarın, sermayenin onlara biçtiği rolü Akbelen ormanındaki ağaçların katledilmesini savunarak oynadılar. Şirket ağaç kesimine başladıktan sonra halk büyük bir direniş sergileyince, rejimin korporatif aygıtlarına dönüşen bu sözde “işçi sendikaları” işsizlik tehdidiyle maden işçisini korkutan, iktidarın “enerji üretirsek, ucuza kullanırız” yalanını ısıtan açıklamasıyla adeta sermayenin yanında saf tuttular. Sırtını iktidara dayayan bu sendikaların yanı sıra iktidarın medyası da yalanlarını eksik etmiyor. Yıllardan beri ekmeğini, ağacını, evini, yaşamını sermayeden, devletten korumak için canı pahasına mücadele veren yöre halkını “dışarıdan gelmiş provokatörler” diyerek karalamaya çalışıyor. Mücadelenin başını yöre halkının çekiyor olduğu gerçeği bir yana, o yörede oturmayan insanların Akbelen ormanında yapılan katliamı engelleme hakkı yok mudur? Sefillikleri paçalarından akıyor. İktidarın gemi azıya almış arsızlığı o boyutta ki, onu savunan medya da kepazeliğin dozunu arttırıyor.
Ormanlar iklim kriziyle mücadelenin en temel, en doğal araçlarından biri. Ormanların yok olması çevresindeki tüm doğal yaşamı yok ediyor ve istense ve çaba gösterilse bile onun tekrar aynı halini alması onyıllar sürüyor.
Enerji elbette temel bir ihtiyaç ama kömür kullanılmadan da gerekli enerjiyi elde etmek mümkün. Güneş ve rüzgâr enerjileri dışında daha kolay erişilebilir madenlerle de enerji ihtiyacı fazlasıyla giderilebilecek durumda. Ama bunun için yeni yatırımlar yapmak gerekir ve sermaye yaptığı yatırımdan en büyük kârı elde etmeden yeni yatırımlar yapmak istemiyor. Bugün Türkiye’de maden çıkarma da elektrik üretimi de aslında geri teknolojiyle yapılıyor. Türkiye burjuvazisinin sırtını devlete yaslayıp kazanma anlayışının bedelini de emekçi sınıflar ödüyor.
Burjuvazi faşizm koşullarında doğayı, insan emeğini kanun kural tanımadan sömürebildiği zaman iyice azgınlaşır. Tıpkı bugün Türkiye’de olduğu gibi. İnsan kılığına girmiş sermayenin karakterinde ne bugünü düşünmek vardır ne de yarını. Fakat emekçi sınıflar nefes almak, doymak, kaygısız yaşamak için kapitalizmin yaşam alanlarına verdiği zarara engel olmak zorundalar. Doğa katliamı kapitalizm yıkılmadan bitmez, kapitalizm ise işçi sınıfı onu yıkmaya yönelmeden yıkılmaz. Kurdun kuşun, börtü böceğin, ağacın çimenin, yeni doğmuş bebekten 80 yaşındaki teyzenin hakkını almak için kapitalizme karşı devrimci işçi sınıfı mücadelesini büyütelim.
[1] Anayasanın 169. maddesi (Ormanların korunması ve geliştirilmesi): Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir.
Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.
Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasi propaganda yapılamaz; münhasıran orman suçları için genel ve özel af çıkarılamaz. Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz.
Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler ile 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvelik, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında veya hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerler dışında, orman sınırlarında daraltma yapılamaz.
link: Meral İnci, Akbelen’de Talan ve Direniş, 31 Temmuz 2023, https://en.marksist.net/node/8028
Sermayenin “Kelepçe” Oyununu Örgütlü İşçi Sınıfı Bozar
İran’da Rejim Kendisini Tahkim Arayışında