Yirmi yıllık iktidarını emekçileri Türkiye tarihinin en ağır ekonomik ve sosyal yıkım tablosuyla yüz yüze bırakarak tamamlayan Erdoğan/AKP iktidarı, bütün bu yaşananların müsebbibi kendisi değilmiş ve onca yıldır iktidar koltuğunda o oturmuyormuş gibi, halkı türlü yalanlarla bir kez daha kandırmaya çalışıyor. Üstelik bunu, siyasi gericiliğin doruğunu oluşturan bir şer ittifakıyla ortaklık halinde yapıyor. Ne var ki özellikle 2018 ve 2020 krizlerinin ardından dillendirdikleri ve yaptıklarıyla çıkışsızlığını ve acizliğini fazlasıyla kanıtlayan bu iktidar tüm çırpınışlarına rağmen artık yolun sonuna gelmiş bulunuyor. Kendi bekası uğruna ekonomiyi iflas noktasına getiren bu iktidar, emekçileri uçurumdan aşağı atıp peşlerinden “kurtuluş yakın” diye bağırmayı sürdürerek paçayı kurtarmaya çalışıyor.
AKP’nin iktidara geldiği ilk günden itibaren uyguladığı küresel neoliberal program, işçi sınıfı ve çiftçiler başta olmak üzere bütün emekçi kesimler için büyük bir saldırı programıydı. Kamu hizmetlerindeki büyük kesintiler, işçi sınıfının yoğun sömürüsü, özelleştirmeler sonucu kitlesel işten atmalar, mezarda emekliliği getiren yasal düzenlemelerin birbirini kovalaması, işçi sınıfının çalışma ve yaşam şartlarının alabildiğine ağırlaştırılması, tarımın yıkıma uğraması ve emekçi kitlelerin özellikle dolaylı vergiler aracılığıyla büyük bir soyguna maruz bırakılması bu saldırı programının en temel başlıkları oldu. Bununla birlikte, dünya ekonomik konjonktürüne bağlı olarak yakalanan yüksek büyüme rakamları, yabancı sermaye akışının getirdiği parasal bolluk, dengelenen enflasyon ve AKP’nin iktidarının ilk dönemlerinde özellikle sağlık ve sosyal yardımlar alanında gerçekleştirdiği kimi iyileştirmeler, emekçi kitlelerin söz konusu saldırıların sonuçlarını olduğundan daha hafif hissetmelerine yol açtı. Fakat dünya ekonomik konjonktüründeki değişimin yanı sıra Erdoğan iktidarının dar bir çıkar grubunu daha da zenginleştirmeye odaklı politikalara ağırlık vermesi ülkeyi uçuruma sürüklemeye başladı. 2015’te ilk kez parlamentoda tek başına çoğunluğu sağlama gücünü yitiren Erdoğan-AKP, 2016’dan itibaren MHP, BBP, Perinçek ve Ergenekoncuların desteğiyle faşist bir rejim inşa ederek iktidarını devam ettirdi. “FETÖ darbesi” oyunuyla korkutulup felçleştirilen emekçi kitleler, burjuva muhalefetin de çapsızlığı ve devlet tapıncı yüzünden bu oyunu bozamadılar. Ancak 2018 krizi ve ardından çok daha şiddetli biçimde ve küresel ölçekte gelen 2020 krizi, emekçiler cephesinde keskin bir değişimin önünü açtı.
Uzun bir süre boyunca krizin varlığını bile reddeden, bunu dillendirenlerin dış mihraklarla işbirliği halindeki vatan hainleri olduğunu söyleyen Erdoğan, Türkiye ekonomisinin gücünden, bu oyunların üstesinden gelineceğinden vs. söz ederek durumu gizlemeye, kendi sorumluluğunun üstünü örtmeye çalıştı. “Ben ekonomistim” diye gerim gerim gerinip, “Türkiye ortaya koyduğu ekonomi modeli ile dünya çapında bir efsanedir” yaveleriyle günü kurtarmaya uğraştı. Fakat bu “efsane model” sayesinde enflasyon üç haneye fırladı ve yoksullaşma dalgası adeta tsunamiye dönüştü. Enerji ve akaryakıt fiyatlarının patlaması istisnasız her alanda fiyatları daha da yukarı taşıdı. Halk, bir tarım ülkesinde, etin, sütün, sebzenin, meyvenin en pahalısını tüketmeye, yani tüketememeye mahkûm kılındı. AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş dalga geçercesine, “son yıllarda Türkiye ekonomisi dünya ekonomilerinden pozitif ayrıştı” diyedursun, emekçi yığınlar bu süreçte AKP’den ilk kez bu denli “pozitif ayrışarak” büyük bir kopuş yaşamaya başladılar.
Gelinen durumun rakamlara yansımasına kısaca bakmak bile işçilerin, emekçilerin nasıl bir yoksullukla, hak gasplarıyla ve zorbalıkla yüz yüze kaldığını çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. 2022 Eylülünde sitemizde yayınlanan bir yazımızda dile getirdiğimiz gibi, “Ülke tarihinin hiçbir döneminde bu denli hızlı bir yoksullaşma yaşanmış değildir. Üstelik bu yoksullaşma, ekonomi ve milli gelir büyürken yaşanıyor. (…) Dünyada en hızlı büyüyen üçüncü ülke olarak gözüken Türkiye’de (…) emekçilerin milli gelirden aldıkları pay, son üç yıldır sürekli olarak düşerek %25 düzeyine inmiştir. Bunun tek anlamı, AKP’nin izlediği politikalar ve sınıf hareketinin güçsüzlüğü nedeniyle kapitalist sömürünün arttığı ve ücretlilerin daha da yoksullaştığıdır”.[1]
Yine bu süreçte emekçilerin sırtlarındaki borç yükü de kat be kat artmış, on milyonlarca emekçinin geleceği ipotek altına alınmıştır. AKP 2002’de işbaşına geldiğinde 6,6 milyar lira olan “hanehalkı” borçları, yirmi yılda 1,4 trilyon liraya yükselmiştir. Ancak emekçilerin sırtındaki yük sadece bireysel borçlardan ibaret değildir; Erdoğan iktidarı onların sırtına çok daha fazlasını kamu borcu olarak yüklemiştir. Dövizdeki dizginsiz yükselişi frenlemek için kullanılan Hazine kaynaklarının haddi hesabı yoktur. Tüm bunların anlamı, bu ülkede doğmuş ve doğacak her çocuğun devasa bir borç dağıyla geleceklendirildiğidir! 2013’te IMF ile ilişiği kesmekle övünen Erdoğan iktidarının ülkeyi bugün getirdiği durum budur.
AKP iktidarı geldiği günden bu yana sermayeyi ihya eden politikalar gütmüştür. Onun çok övündüğü ihracat ve büyüme rakamları da emek sömürüsünün hiç olmadık düzeylere yükseltilmesiyle sağlanmıştır. Faşist rejim altında geçen son altı yılda sanayi işletmelerinde ortalama sömürü oranının yüzde 77’den yüzde 211’e çıkması[2], işçilerin milli gelirden aldığı payın 9 puan azalması, buna karşılık sermayenin aldığı payın 10,6 puan artması bu rejimin kime hizmet ettiğini de net bir şekilde göstermektedir. Gelinen noktada şirketlerin işçi maliyetinin üretim değerine oranının ortalama yüzde 10,4’le son 11 yılın en düşük seviyesinde bulunması da öyle.[3]
Sendikaların yaptığı hesaplamalara göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 10 bin, yoksulluk sınırı 35 bin liraya yükselmişken, bu iktidar asgari ücreti 8500 liraya çıkarmakla övünmektedir. Üstelik geldiğimiz noktada asgari ücret ortalama ücret haline getirilmiş, yani on milyonlarca işçi, mahkûm edildiği sefalet ücretiyle açlık sınırının bile altına itilmiştir.
Çalışanların durumu buyken emeklilerinki çok daha beterdir. AKP işbaşına gelişini takip eden 2003 Ocağında en düşük emekli maaşı net asgari ücretten yüzde 47 fazlayken, 2023 Ocağında en düşük emekli maaşı asgari ücretin yüzde 35 altına inmiştir. Geçtiğimiz haftalarda Erdoğan’ın seçim rüşveti olarak en düşük emekli aylığını 7500 liraya çıkarması da bu durumu değiştirmeye yetmemiştir. Üstelik asgari ücretin ve genel olarak ücretlerin 2003’teki alım gücüyle bugün arasında da büyük bir kayıp bulunmaktadır.
Bu iktidarın işçi sınıfını asgari ücretle köle gibi çalıştırma rejimini devam ettirebilmesindeki en büyük silahı devasa boyutlara çıkan işsizliktir. TÜİK verilerine göre bile işsiz sayısının 9 milyona ulaştığı Türkiye’de, burjuvazi bunu çalışanların ensesinde sopa olarak kullanıp en ağır şartları dayatabilmektedir.
AKP emekçilere yıkım getiren iç politikasını, savaşa dayalı korkunç bir dış politikayla ve aynı korkunçluktaki göçmen politikasıyla da birleştirmiştir. Bunun doğrudan sonuçlarından biriyse milyonlarca emekçi için devasa bir barınma sorununun ortaya çıkması olmuştur. Birkaç aylık bir zaman periyodunda ortalama ev kiraları asgari ücreti aşmış, üstelik söz konusu kiralar hükümet sözde kira artış sınırlaması getirmesine rağmen bu düzeylere fırlamıştır. Ortalama ücretlerin asgari ücret düzeyine indiği bir ülkeden söz ettiğimiz düşünüldüğünde bunun nasıl bir yıkıma tekabül ettiğini görmek hiç de zor değildir. Şubat ayında yaşanan depremlerle birlikte sorunun katlanarak arttığı da malûmdur.
İşçiler, emekçiler için yıkım üreten bu rejim yıkılmalıdır. Kuşkusuz gerçek kurtuluş kapitalist sömürü düzeninin yıkılmasından geçmektedir ve bu mücadele ertelenemez. Fakat işçi sınıfının burjuva rejimler arasında fark yokmuş gibi davranma lüksü de yoktur. Bu düzen sınırları içinde kalınsa bile yıkılanın yerine neyin kurulacağı emekçiler açısından son derece yakıcı bir önem taşımaktadır. Tek adam rejiminin hukuksal ifadesi olan ucube başkanlık sistemi yerine kurulacak olan yeni sistem ne derece demokratik olacaktır? Burada işçi sınıfının, ezilen Kürt halkının, kadınların, gençlerin bindireceği basınç son derece belirleyici olacaktır. Bugün bu basıncın parlamento ayağının örgütlenmesinde Emek ve Özgürlük İttifakı partilerinin parlamentoya sokacakları demokrat, mücadeleci ve sosyalist milletvekillerinin sayısının olabildiğince çok olması bu yüzden önem taşımaktadır.
[1] Oktay Baran, Çöküşteki Ekonomi, Artan Baskı ve Çürüme, 13 Eylül 2022, marksist.net/node/7750
link: İlkay Meriç, Emekçiler İçin Yıkım Üreten Erdoğan Rejimi Yıkılmalı, 25 Nisan 2023, https://en.marksist.net/node/7970
Gıda Fiyatları Tüm Dünyada mı Yükseliyor?
Rejimden Diyarbakır Merkezli 21 İlde Operasyon Terörü