Üçüncü Dünya Savaşının kanlı cephelerinden biri olarak öne çıkan Ukrayna savaşı 24 Şubatta bir yılını doldurdu. Başlangıçta savaşın çabuk sonlanacağına dair beklentiler ortalıkta uçuşurken artık bu savaşın kolayına bitmeyeceği genel kabul görüyor. Aslında bu savaşın niteliği ve onu doğuran konjonktür dikkate alındığında, bu tür beklentilerin ham hayal olduğu daha baştan görülmekteydi. Ukrayna savaşının patlak verdiği ilk günden itibaren altını çizdiğimiz gibi, bu savaş, bir tarafında ABD-NATO diğer tarafında ise Rus emperyalizminin[1] bulunduğu bir emperyalist savaştır.[2] Üstelik onu tetikleyen faktörler çok daha gerilere ve derinlere uzanmaktadır. “Rusya egemenlerinin Ukrayna’ya dönük saldırganlığının da, onu kışkırtan ABD emperyalizminin Ukrayna üzerinden Rusya’yı kuşatma ve baskı altına alma çabalarının da emperyalist-kapitalist sistemin mantığından üreyen nesnel bir mantığı vardır. Tam da bunu doğrulayan biçimde, SSCB’nin çöküşünden bu yana kapitalizm nice değişimler geçirmesine ve ABD’de birçok farklı hükümet gelmesine rağmen, ABD emperyalizminin Rusya’yı kuşatma ve kontrol altında tutma politikası özünde değişmemiş, Rusya’da da egemenlerin eski SSCB coğrafyasını kendi arka bahçesi olarak gören ve buna uygun politikalar yürüten anlayışı sürekliliğini korumuştur.”[3]
Ukrayna savaşının bir başka özelliği, onun Üçüncü Dünya Savaşının yeni bir perdesi olmasıdır. Sadece Avrupa’nın göbeğine bombaların yağması, on binlerce insanın hayatını kaybetmesi, birkaç hafta içinde milyonlarca insanın göç etmek zorunda kalması değil, görülmedik ölçüde sert yaptırımlarla ilerleyen ticaret savaşı, gıda ve enerji fiyatlarındaki sıçramalı yükseliş gibi çeşitli unsurlar da bu savaşla birlikte Üçüncü Dünya Savaşında yeni bir aşamaya geçildiğini göstermektedir. Savaşın ilk aylarında yaptığımız değerlendirmede bu hususlara şöyle dikkat çekmiştik:
“Ukrayna savaşı Rusya gibi bir büyük nükleer emperyalist gücün, komşusu olan ve ama küçük olmayan bir Avrupa ülkesine doğrudan devlet olarak saldırması anlamına gelmektedir. Büyük emperyalist güçlerin kısmi müdahalelerini içeren ve başka yönleri olan Yugoslavya iç savaşını ayrı tutacak olursak, bu savaş Üçüncü Dünya Savaşının doğrudan devletler arası savaş biçiminde Avrupa toprağına girmesidir. İkincisi, Ukrayna coğrafi olarak iki büyük güç merkezi (Rusya ve Avrupa) arasında tampon bölge niteliğinde bir ülkedir. Başta hayati enerji hatları olmak üzere bu bölge birçok şeyin iki büyük güç ve bölge arasındaki geçişini sağlamaktadır. Güçlerden birisi bizzat bu tampon bölgeye saldırmış, işgale girişmiştir. Üçüncüsü, dünya 2020’den itibaren, pandemiyle daha da şiddetlenen emsalsiz derinlikteki bir ekonomik kriz içindeyken bu savaş başlamıştır. Dördüncüsü, bu savaş Rusya’nın müttefiki olan Çin’in dünyanın ikinci büyük ekonomisi düzeyine yükselmiş olduğu bir zamanda başlamıştır. Beşincisi, Rusya gibi bir büyük nükleer güç görülmedik biçimde kapsamlı ve tahrip edici yaptırımlar uygulanarak köşeye sıkıştırılmaktadır (…). Kapitalist küreselleşmenin en geniş anlamıyla son 10 yıl içinde kat ettiği mesafeyi de bunlara ekleyecek olursak, savaşın önceki aşamalarına göre daha yüksek yeni bir düzlemde olduğumuz kendiliğinden anlaşılır. Çelişkiler daha keskin, tehlikeler daha büyük bir hal almıştır. Ukrayna savaşı dünyanın gidişatı bakımından da daha büyük çaplı değişimlere gebedir.”[4]
Savaşın bugün geldiği nokta
Bilindiği gibi savaş başladığında Rusya’nın birincil hedefi Zelenski yönetimini devirmek ve Rusya’ya yakın bir yönetimi işbaşına getirerek Ukrayna’nın NATO’ya ve AB’ye girme girişimlerinin önünü almaktı. Bu hedefe doğru ilerlerken ilk uğrağı ise Ukrayna’nın doğusundaki Donbas bölgesini de tıpkı 2014’te Kırım’da yaptığı gibi önce işgal edip, sonra sözde referandum yoluyla ilhak etmekti. Kolay zafer bekleyen Putin aradan bir yıl geçmesine rağmen Zelenski’yi koltuğundan indirmeyi başaramadı. Bununla birlikte Donbas’ın ilhak sürecini tamamlarken, Ukrayna’nın NATO’ya alınmasının da önüne geçti. Bu savaşı Rusya için bataklığa dönüştürüp onu hezimete uğratmayı hedefleyen ABD-NATO ittifakı son derece ağır yaptırımlara ve NATO’nun askeri üstünlüğüne rağmen bu hedefine ulaşamamıştır. Putin, savaşın ilerleyen aşamalarındaki tıkanmaları, başarısız manevraları ve geri çekilmeleri nedeniyle giderek bozguna uğrayacağı varsayılan Rus ordusunu toparlamayı başarmıştır. Diğer yandan Rusya’yı yaptırımlarla dize getirme planı beklendiği ölçüde işe yaramamıştır ama Rusya’nın elindeki kıymetli metaları bir koz olarak kullanması tüm dünyada enflasyonun daha da artmasına yol açarak krizi daha da derinleştirmiştir. Özellikle Avrupa için bu yaşamsal metalardan en önemlisi kuşkusuz doğalgazdır. Enerji üretiminde ve ısınmada Rus doğalgazına bağımlı olan Avrupa, Rusya’nın doğalgaz akışını kısması ve zaman zaman kesintiye uğratması nedeniyle bir enerji kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Bu arada ABD de, Kuzey Akım doğalgaz boru hattına sabotaj düzenleyerek Rus gazının Avrupa’ya ulaşmasının önüne geçecek kadar gemi azıya almıştır. Rusya’yı cezalandırmak için yapılmış gibi görünen bu hamle aslında çok daha fazlasıyla ABD’nin LNG tekellerinin Avrupa’yı kendilerine bağımlı kılmaları için gerçekleştirilmiş ve nihayetinde amaca ulaşılmıştır. Bu süreçte Rusya’nın buğday ihracatını durdurması ya da yavaşlatması nedeniyle tüm dünyada gıda fiyatları da keskin bir şekilde artmıştır.
Savaşın gidişatında kuşkusuz Putin’in Avrupa’yı hedef alma ve nükleer silahları kullanmaktan çekinmeme tehditlerinin NATO üzerinde bindirdiği basınç önemli bir rol oynamıştır. NATO’nun Ukrayna ordusunu uçak, tank, füze gibi dengeleri değiştirecek silahlarla besleyememesi Rus ordusuna zaman kazandırmış ve bu süre zarfında eksiklerini giderip toparlanmasına yardımcı olmuştur. Gelinen noktada Rusya işgal ettiği yerlerden çekilmeyeceğini gösteriyor. Ukrayna’yı kışkırtan ABD ve İngiltere ise bu durum karşısında Zelenski’yi masada taviz vererek barışa zorlamaya değil savaşı daha da kızıştırmaya ve Avrupa içindeki çatlak sesleri susturarak NATO saflarını sıklaştırmaya çalışıyor. Geçtiğimiz Ocak ayında yapılan NATO toplantısında ABD, Almanya’yı Ukrayna’ya Leopar tanklarını vermeye zorlamak için kendisinin de 31 Abrams tankı vereceğini açıklamıştı. Aynı şekilde İngiltere 14 tane Challenger 2 tankı, Fransa ise 30 Leclerc tankı göndereceğini duyurmuştu. Rusya ise bu açıklamaların ardından füze saldırılarını arttırmıştı.
Savaşın birinci yılını doldurduğu günlerde yapılan hamleler ve verilen mesajlar, her iki emperyalist kampın da bu savaşı sürdürmekte kararlı olduklarını, savaşın daha da yayılacağını ve halkların başına yağacak daha tonlarca bomba olduğunu göstermektedir. ABD Başkanı Biden, savaşın başladığı günden bu yana ilk kez Kiev’e gitmiş ve 20 Şubatta gerçekleştirilen bu ziyarette Zelenski’ye ve Ukrayna’ya tam destek mesajı vermiştir. Putin ise 21 Şubatta yaptığı yıllık “ulusa sesleniş” konuşmasını tümüyle Ukrayna savaşına ayırmıştır. İki saat süren bu konuşmada, Rusya ve ABD’nin elinde bulunan nükleer savaş başlıklarının, nükleer füze rampalarının ve nükleer kapasiteli bombardıman uçaklarının sayısını sınırlandıran Yeni START Anlaşmasını (2010 tarihli) askıya aldığını açıklayarak tehditlerin dozunu arttırmıştır. Keza Putin’in Batı’ya yakın duran Moldova’yı hedef tahtasına oturtan açıklamaları da giderek sertleşmektedir. Bu arada aynı günlerde Moskova’ya giden Çin temsilcisi Wang Yi ise “Çin-Rus ilişkilerinin kaya gibi sağlam olduğu” açıklamalarıyla Batı’ya açık bir mesaj vermiştir. Tüm bunlar önümüzdeki dönemde Ukrayna savaşının daha da kızışacağını gösteriyor. Ayrıca Pasifik’teki gelişmeler ve ABD’nin tutumu, Çin’in de aktif savaş sahasına hızla itildiğine işaret ediyor.
Erdoğan rejiminin fırsat avcılığı
Afganistan ve Irak işgalleri başlar başlamaz bu savaşa emperyal çıkarları için bir manivela gözüyle bakan ve doğrudan parçası olan TC, bilindiği gibi Suriye’de bu konumunu çok daha aktif bir savaş gücü olarak pekiştirmiştir. Büyük Ortadoğu Projesinin eşbaşkanı olmakla övünen Erdoğan, özellikle Kürt sorununda ayrışan yaklaşımları nedeniyle zaman zaman ters düşebilse de, emperyalist Batı ittifakının parçası olarak ABD’nin yanında konumlanmıştır. Bu arada yine Suriye cephesinde, emperyalist güçler arasındaki çatışmadan faydalanarak, ABD’ye karşı Rusya’nın yanına kaykılmak gibi manevralara da başvurmuştur. Ukrayna savaşı söz konusu olduğunda ise hem NATO gücü olarak ABD ile birlikte davranma gereği hem de iktidarını korumak için göbekten bağlı hale geldiği Putin’i kızdırmama zorunluluğu onu çelişkili bir pozisyonda bırakmıştır. Ne var ki bu çelişkili konumu, manevra alanını genişletmek için fırsat olarak değerlendirmeyi başarmıştır. Putin’in ve Rus oligarklarının yaptırımları delmek için Türkiye’ye muhtaç olması, faşist Erdoğan rejimi için ikinci bir “Allah’ın lütfu” durumu yaratmıştır. İlhak edilen Kırım ve doğu bölgeleri için “Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunuyoruz” demenin dışında bir şey yapmayarak Rusya’nın elini güçlendiren Erdoğan, gelen milyarlarca dolarla ve enerji akışının garanti altına alınmasıyla bunun karşılığını Putin’den fazlasıyla almıştır.
Öte yandan Ukrayna’ya başta İHA ve SİHA’lar olmak üzere çeşitli savaş araçları satarak bu savaşı diğer cepheden de nakde çevirmiştir. Bu askeri “yardım” kuşkusuz Batı ittifakına “NATO gücü olarak sorumluluklarımızı yerine getiriyoruz” diye sunulmuştur. Türkiye’yi Rusya’ya kaptırmak istemeyen ABD-NATO güçleri ise kendi çıkarları nedeniyle bu oportünist tutuma sessiz kalmışlardır. Erdoğan rejimi, biraz da savaşın görece düşük viteste ilerlemesi nedeniyle bu pozisyonunu sürdürebilecek bir zemin yakalamıştır ve bunu kullanmaya devam etmektedir. Tümüyle kendi iktidarının bekasına ve sermayenin çıkarlarına odaklanan bu savaş politikasının Ukraynalı, Rus ve Türkiyeli emekçiler açısından yıkım doğurması bu faşist rejimin umurunda değildir.
Savaş her şekilde emekçileri vuruyor
Her savaş gibi Ukrayna savaşı da patlak verdiği andan itibaren emekçileri vurdu. Bu, topraklarına girilen Ukrayna açısından olduğu kadar saldırgan taraf olan Rusya açısından da böyle oldu. “Böyle bir şeyin bizim başımıza geleceği hiç aklımıza gelmezdi, savaşı nenelerimizden dedelerimizden duyardık” diyen milyonlarca insanın hayatı altüst oldu. Seferberlik ilanıyla birlikte on binlerce erkek silahaltına alınıp savaşa sürüldü. Gitmek istemeyenler, eğer olanakları varsa zorlu yollardan ülkelerini terk etmek mecburiyetinde kaldılar. Ukrayna’dan da Rusya’dan da milyonlarca insan Avrupa’ya, Türkiye’ye, Gürcistan’a vb. kaçtı. Ne var ki çok daha fazlası bunu gerçekleştiremedi. Bunların bir kısmı işlerini, evlerini terk edip aç kalmayı göze alarak, aileleriyle birlikte savaşın daha az yıkıcı olduğu kentlere göç ettiler. Bir kısmıysa eninde sonunda cepheye gitmek durumunda kaldı. Her iki taraftan toplam 200 bine yakın askerin hayatını kaybettiği ya da yaralandığının tahmin edildiği[5] bu savaşta binlerce sivil de hayatını kaybetti.
Ukrayna’da pek çok işyeri kapanırken, açık kalanların çok büyük bir bölümü düzensiz çalışmaya başladı. Bu nedenle yüksek eğitimli beyaz yakalılar da dâhil olmak üzere işçiler buldukları her türlü işte son derece düşük ücretlerle çalışmak zorunda kaldılar. Zelenski yönetiminin sıkıyönetim ilanıyla birlikte yaptığı ilk işlerden biri protesto eylemlerini ve grevleri yasaklamak oldu. Bunu grev ve toplusözleşme hakkının ortadan kaldırılması ve iş kanununun askıya alınması izledi. İşçi ücretlerinin otomatik olarak enflasyon oranında artmasını öngören yasa yürürlükten kaldırılırken, tehlikeli işkollarında çalışan işçilerin ücretli izin hakları tırpanlanarak tüm işçilerin izin hakkı asgari düzeye çekildi. Patronların ayda en az 32 saat çalıştırma yükümlülüğüyle işçileri istedikleri zaman işe çağırmalarını mümkün kılan “sıfır saat sözleşmesi” yasası yürürlüğe kondu. Zelenski ve Halkın Hizmetkârı Partisi 2019’da iktidara geldiğinden bu yana güvencesiz ve kuralsız çalışmayı hâkim kılmaya çalışıyordu ve bu amaçla pek çok yasa tasarısı hazırlanmış ancak tepkiler nedeniyle bunların Mecliste oylanmaları sürekli ertelenmişti. Bunların en kıyıcısı ise 5371 sayılı yasa tasarısıydı. 2020’de bizzat ABD Uluslararası Kalkınma Ajansının (USAID) ve Gürcistan eski devlet başkanı Mihail Saakaşvili tarafından kurulan bir sözde STK’nın danışmanlığında hazırlanan bu yasa tasarısı iki yıldır Meclisten geçirilememişti. Fakat sıkıyönetim bahanesiyle bu tasarının içerdiği maddeler de fiilen uygulamaya konmuş oldu. Böylece işçi sayısı 250’nin altında olan işletmelerde (büyük şirketlerin de kâğıt üstünde birkaç şirkete bölünerek bundan faydalanacakları gün gibi açıktır) toplu pazarlık ve toplu sözleşme hakkı ortadan kaldırılıp güvencesiz ve kuralsız çalışma norm haline getirildi. Ukrayna hükümeti savaş bahanesiyle sendikalara ait tesislere, mülklere de el koymaya hazırlanıyor.
Sosyalist partilerin yasaklandığı, basın özgürlüğünün alabildiğine sınırlandırıldığı, savaşa karşı olmanın vatan hainliği sayıldığı günlerden geçen işçiler, emekçiler bir yandan da savaş rejiminin propaganda bombardımanı altındalar. Bu durum Rusya’da da farklı değil. Hatta basın özgürlüğü söz konusu olduğunda durumun çok daha kötü olduğu biliniyor.
Savaşsız, sömürüsüz, sınıfsız bir dünya için!
Ukrayna savaşının patlak verişini takip eden bir yıl zarfında yaptığımız tüm değerlendirmelerde, bu savaşın emperyalist bir savaş olduğu gerçeğinin atlanmasının emekçilerin şu ya da bu burjuva kampa yedeklenmelerinin önünü açacağını, savaşın tarafı olan ülkeler başta olmak üzere tüm ülkelerdeki işçi sınıfının bu haksız ve emperyalist savaşa karşı çıkmak zorunda olduğunu vurguladık. Pek çok ülkede milyonlarca emekçi bu savaşa karşı çıktığını kitlesel eylemlerle de gösterdi. Fakat bu eylemlere damgasını basan savaş karşıtı tutum, enternasyonalist bir savaş karşıtlığından ziyade, emperyalist güçlerden birinin diğerine karşı desteklenmesi biçiminde ifade edildi. Batı’daki eylemlerin büyük bir kısmında savaşın sorumlusu olarak “Putin’in çılgınlığı, şeytanlığı” gösterildi. Sadece NATO’yu hedefe koyan eylemlerde ise Rusya’nın emperyalistliği göz ardı edilerek, onun kuşatma altındaki mazlum bir devlet olduğu algısı yaratıldı. Böylelikle gerek Rusya’da, gerek Avrupa ve ABD’de ve elbette Ukrayna’da halkın savaş hükümetlerinin arkasında hizalanması sağlandı.
Oysa Ukrayna’daki savaş, ancak onun da parçası olduğu emperyalist paylaşım savaşına enternasyonalist bir perspektifle karşı çıkarak ve bu temelde sınıf mücadelesini yükselterek durdurulabilir. Derin bir kriz içindeki kapitalizm kurtuluş yolunu milyarlarca emekçiyi sefalete ve savaş cehennemine sürüklemekte arıyor. Milyarlarca emekçinin kurtuluş yoluysa kapitalizmi yıkmaktan geçiyor! Savaşsız, sömürüsüz, sınıfsız bir dünya için!
[1] İlkay Meriç, Bir Emperyalist Güç Olarak Rusya ve Özgünlükleri, 9 Mayıs 2022, marksist.com
[2] Ukrayna’da Emperyalist Savaşa Hayır!, 25 Şubat 2022, marksist.com
[3] Levent Toprak, Ukrayna Savaşı Ne Anlatıyor?, 5 Nisan 2022, marksist.com
[4] Levent Toprak, age
link: İlkay Meriç, Ukrayna Savaşının Bir Yılı Geride Kalırken… , 24 Şubat 2023, https://en.marksist.net/node/7921
Eğitim de Faşist Rejimin Yarattığı Enkazın Altında
Emekçiler Göz Göre Göre Ölüme Terk Edildi!