Yıkıcı biçimde sürdürülen endüstriyel faaliyetlerin yarattığı çok boyutlu çevre sorunları, pervasızca sürdürülen madencilik yüzünden meydana gelen tahribatlar, atmosferdeki karbondioksit konsantrasyonundaki artış, biyoçeşitlilikteki azalma, radyoaktif kirlilik, yıkıcı sonuçları olan iklim değişikliği vs. vs. Gezegenin yaşanabilirliğini tehdit eden çevre felâketleri artık ekolojik kriz olarak ifade edilebilecek bir düzeye ulaşmış durumda. Bunun esas sorumlusunun, özellikle son yüzyıl boyunca ivmelenerek artan kapitalist tarzdaki üretim olduğu da açık.
Kapitalist üretim işçi sınıfı üzerinde olduğu gibi doğada da yıkıcı sonuçlara yol açtı. Çünkü sermaye sınıfı için doğa da insan gibi sınırsızca sömürülmek istenen bir kaynak. Daha fazla kâr elde etmek dışında hiçbir kriteri gözetmeden her ikisine de amansızca saldırmaya devam ediyor. Çevresel felâketlerin hangisini ele alırsak alalım, bu felâketlere yol açan temel etkenlerin ve tahribatın engellenmesine yönelik yapılabilecek şeylerin bile yapılmamasının hep kapitalist sistemin yapısından kaynaklandığını görüyoruz.
Yakın zamanlarda olumsuz etkileri daha iyi anlaşılmaya başlanan çevresel felâketlerden biri olan devasa düzeylere ulaşmış plastik atıklar sorununda da bu gerçeklik net bir biçimde kendini gösteriyor. Oldukça dayanıklı bir madde, kapitalizmin yapısal özellikleri nedeniyle, tek ve çoğunlukla çok kısa kullanımlık hale getirilip, yüzlerce yıl boyunca ortadan kalkmayacak çöp yığınları yaratıyor. Çok uzun yıllar boyunca dayanabilecek malzemeler, atılmak üzere tasarlanmış ürünler yapmak için kullanılıyor. Alın size kapitalizmin akıldışılığının çarpıcı bir özeti.
Plastik atık sorunu
Plastikler, fosil yakıt endüstrisinin bir yan ürünüdür. Yüzde 99’u petrol ve gaz rafinasyonu sırasında açığa çıkan kimyasallardan üretilir. Alternatiflerine göre çok daha ucuz olması, herhangi bir şekli veya rengi alabilmesi, hafifliği, gerildiğinde sert bir malzemeye dönüşebilmesi gibi işlevsel özellikleri nedeniyle, ambalajdan dayanıklı tüketim mallarına, mobilyadan oyuncaklara kadar çok çeşitli alanlarda yaygın olarak kullanılır. İlk ortaya çıkışı 19. yüzyılın ortalarında olmasına rağmen, plastik üretimi 1930’larda çeşitlenmiş, İkinci Dünya Savaşı sırasında çok geniş alanlarda kullanılabileceği anlaşılmış, sonrasında da yaygınlaşmasının önü alabildiğine açılmıştır.
Hem fosil yakıtların bir yan ürününün değerlendirilmesi hem de daha pahalı hammaddelerin yerine daha ucuz bir ürün bulunması, 1950’lerde petrokimya sektörünün büyük kapitalistlerinin iştahını kabarttı. Böylece plastik her alana girdi ve zamanla Tıraş bıçağından pipete, poşetlerden içecek kaplarına pek çok ürün sadece bir kez kullanılmak üzere yeniden tasarlandı. Bu, doğada çözülmesi son derece güç olan plastik ürünlerin her yanı kaplamasına yol açarken, bugün devasa bir problem haline gelen plastik atık sorununu yarattı. Plastiğin dayanıklılık özelliği, malzeme kullanılıp hızla atılır hale getirildiğinde temel çevre sorunlarından birinin sebebi oldu.
Bugün üretilen plastiklerin yaklaşık yarısı tek kullanımlık ürünler için, tüm üretimin yüzde 26’sı da ambalaj gibi çoğunlukla ürünün pazarlanmasına yönelik olarak üretilen ve sonrasında derhal atığa dönüşen şeyler için kullanılıyor. Şimdiye kadar dünya çapında 8,3 milyar tondan fazla plastik üretildiği tahmin ediliyor. Üretimin artışı o kadar hızlı ki, bu toplamın yarısı geçtiğimiz 13 yıl içinde üretildi.[*] Yalnızca 2016 yılında yaklaşık 380 milyon ton plastik üretildiğini biliyoruz.
Plastik üretiminin ulaştığı bu muazzam düzey atık sorunu göz önüne alındığında büyük çevresel sorunlara işaret ediyor. Çünkü plastik hem üretimi sırasında karbondioksit salımına yol açmakta, ki günümüzde bu yıllık olarak 400 milyon ton civarındadır, hem de hızlı kullanımının ardından çok uzun yıllar boyunca ortadan kaldırılamayacak büyük boyutlarda atık yaratmaktadır. Plastiği oluşturan bileşiklerin dayanıklılığı nedeniyle, bozunması on yıllar, yüz yıllar, hatta bin yıllar alabilir. Yani bu atıklar doğayı kısa süreler değil uzun süreler boyunca çok olumsuz etkiler.
Midesi plastik atıklarla dolu olarak ölü bulunmuş balinalara, deniz kuşlarına ya da plastik torbalara takılmış kaplumbağalara ait görüntülere sosyal medya paylaşımlarında ya da belgesellerde pek çok insan rastlamıştır. Bu dramatik görüntüler ne yazık ki istisnai durumları anlatmıyor. Bu görüntülerin çekildiği okyanusların içinde bulunduğu durum, sorunun boyutlarını netlikle ortaya koymaktadır. Japonya ve Kaliforniya arasındaki Pasifik atık alanı neredeyse bir kıta büyüklüğüne ulaşmıştır. Bu alan şu anda ABD’nin Texas eyaletinin iki katı büyüklüğündedir ve bir girdap gibi hareket edip merkezine plastik atıkları çekerek sürekli büyümektedir. 2017 yılında yapılan bir araştırmada, 2050 yılında dünya okyanuslarının içereceği atık plastiğin okyanuslardaki tüm balıkların ağırlığından daha fazla olacağı hesaplanmıştır. Plastikler, okyanuslarda daha küçük boyutlardaki mikroplastiklere ve mikroplastikler de daha da küçük nanoplastiklere dönüşür. Gözle görülemeyen bu parçacıklar deniz canlıları ve kuşlar tarafından yutulurlar. Böylece besin zincirine girerek insanlar tarafından da tüketilirler. Plastik atıklar ayrıca gömüldüklerinde toprağı, yakıldıklarında da havayı kirletirler.
Bir yanda toprağa gömülen ya da okyanuslara, denizlere bırakılan plastiklerden oluşan devasa çöplükler büyümeye devam ederken, diğer yanda ise bu sorunu yaratan kapitalistler gözlerimizin içine baka baka plastiğin geri dönüştürülebilir olduğu yalanını söylemektedir. Geri dönüştürülebilir olduğu iddia edilen, bunun için kampanyalar yapılan plastiğin ancak %9’unun geri dönüşümünün sağlandığı bilinmektedir. Çünkü durum hiç de kapitalistlerin yaldızlı kampanyalarında söyledikleri gibi değildir. Plastiklerin çok büyük bir bölümü geri dönüşüm için uygun değildir. Diğer geri dönüştürülebilir malzemelerin aksine, yeniden işleme sırasında plastiğin kalitesi düşer. Geri dönüşümü sağlanabilenlerin ise iki kez geri dönüştürülmesi nadir bir durumdur. Geri dönüşüme uygun plastiklerin de çoğu bir kez bile geri dönüştürülmez. Plastik üreticileri de geri dönüştürülmüş plastik satın almaya pek yanaşmazlar. Çünkü petrolden yeni plastik yapmak, plastik atığı dönüştürmekten hem daha ucuz hem de daha kolaydır.
Kapitalizmin elde edilecek kârlardan başka hiçbir şeyi umursamayan yapısı nedeniyle, plastik atıklar havada, toprakta ve sularda sadece doğayı tahrip eden miktarlarda değil doğrudan insan sağlığını tehdit edecek düzeylerde birikmiştir. Okyanuslarda dev kütleler oluşmuş, solunan hava ve besin zinciri aracılığıyla insanların bedenlerinde plastik birikimi başlamıştır.
Mikroplastikler canlıların organizmalarında birikebilen maddelerdir. Uzun süreli olarak ağız ve solunum yolu ile alınmasının insan sağlığı üzerine tehlikeli etkileri vardır. Mikroplastik partiküller bağışıklık sistemi yetmezliği ve bağırsak iltihabı gibi sonuçlara yol açarlar. Deneysel bazı çalışmalarda mikroplastiklerin damar tıkanıklıklarına neden olduğu da gösterilmiştir. Nanoplastik partiküllerin ise olumsuz etkileri çok daha fazladır. Tüm organlara nüfuz edebilir, karaciğer yetmezliğine ve çeşitli kanserlere yol açabilirler.
Böylesi tehlikeli sonuçlara neden olan plastiklere bebeğinden yaşlısına tüm insanlar sürekli olarak maruz kalmaktadır. Kimileri daha az, mümkünse hiç plastik ürün kullanmama yönünde toplumu teşvik edip, plastik kullanımının yaratacağı tehlikelerden bahsederek insanları önlem almaya çağırsa da, bu uyarılar pek çok çevre sorununda olduğu gibi sorunun kaynağının göz ardı edilmesine yol açan niteliktedir. Çünkü bu bireysel tutumlarla halledilebilecek bir sorun değildir. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi, kapitalist sistemin yapısal özelliklerinin yarattığı bir sorun olduğu için doğrudan sistemle mücadele etme perspektifinden yoksun biçimde gösterilecek çabalar bir sonuç vermeyecektir. Soluduğu hava, içtiği su, yediği besinle nanoplastiklere maruz kalan insanların bireysel korunma çabaları nasıl sonuç verebilir ki zaten?
Sistem içi çözümler üretmeye çalışanların daha güçlü biçimde ortaya koydukları reçetede ise çevre dostu yeşil teknolojilerin geliştirilmesinin teşvik edilmesi ve bunların kullanımının yaygınlaşmasının plastik atık sorununa da çare olacağı yazmaktadır.
Kapitalizmin “Yeşil Teknoloji Dönüşümü“ bizi kurtarır mı?
Günümüzde kapitalizmin içerisinde bulunduğu krizi “yeni” stratejileri hayata geçirerek aşmak isteyen sermeye çevreleri, endüstride yeşil teknolojiler temelinde dönüşümler yapmak gerektiğini söylüyorlar. Bunlar, ekolojik krizin sorumlusu olarak gördükleri kirli teknoloji ve yöntemlerin tasfiyesini ve bu temelde bir yeşil kapitalizmin tesis edilmesini istiyorlar. Doğa dostu yeni yatırımlarla hem çevrenin hem de sistemin içinde bulunduğu krizden kurtulabileceğini iddia ediyorlar. Yeni teknoloji yatırımlarının insanlığı sürüklendiği uçurumun kenarından çekip alacağını anlatıyorlar.
Kulağa hoş gibi gelse de kapitalizmin bunlarla ekolojik krizi de tarihsel krizini de aşması mümkün değildir. Çünkü sorunların kaynağı teknik gerilikte değil, doğrudan kapitalizmin yapısal özelliklerindedir. Sorunların çözümünün önündeki en büyük engel bu yüzden kapitalizmin bizatihi kendisidir. Kapitalist sistemde üretim faaliyeti toplumun ihtiyaçları için değil, sermayeyi büyütmek için yapılır. Kapitalist üretimin tek motivasyon kaynağı budur. Bu yüzden tüm diğer faktörler, söz konusu insan da olsa doğa da olsa ikincil bir önem taşır ve sermayenin büyümesi gerekliliği ile çeliştiği ölçüde tercihler bu faktörlerin aleyhine olur.
Kapitalist sistem kazançların özelleşmesini, kayıplarınsa toplumsallaşmasını sağlayacak nitelikteki yapısal özelliklerle biçimlenmiştir. Yeşil teknoloji yatırımları ekseninde mevcut krizlerin aşılabileceğini söylemek, bir yandan yeni pazar imkânlarının yaratılmasının diğer yandan da kamu fonlarının teknoloji şirketlerine teşvikler, sübvansiyonlar, ucuz krediler biçiminde yağmasının bahanesinin oluşturulması anlamına geliyor. Aynı zamanda bunların maliyetinin de toplumun sırtına yüklenmesi anlamına elbette. Büyük tekeller sanki yeşil teknolojiyi hayata geçirecekmiş gibi prosedürleri yerine getirirler, teşviklerini alırlar ve belirsiz bir gelecekte verdikleri sözü yerine getirecekleri vaadiyle bildikleri yoldan işlerini sürdürmeye devam ederler.
Tüm bu nedenlerle kapitalistler kendi yarattıkları sorunları çözemezler. Olsa olsa daha da büyütürler. Mesela devasa plastik atıklara yenilerini eklememek için basit yollar düşünülebilir. Plastik üretimini ve tüketimini temel kullanımlarla sınırlamak, plastiği tek kullanımlık ürünlerin malzemesi olmaktan çıkarmak, üretilecek plastiklerde zararlı kimyasalların kullanımını yasaklamak gibi. Ancak kapitalistler plastiğin yerine yenisini koymadan sırf atıkları doğaya ve insana zarar veriyor diye bunu bugün yapabilirler mi? Bu doğrultuda ciddi bir adım atabilirler mi? Sorunun yanıtı açık değil mi?
Bu ve benzeri sorunlar ancak doğayla uyumlu ve planlı bir üretim anlayışı ile çözülebilir. Bu ise kapitalizmin yıkılmasıyla mümkündür. Kapitalizmin temel eğilimleri işlemeye devam ettikçe sorunların çözülmesi mümkün değildir. İşlerin sarpa sarması ise kaçınılmazdır.
link: Selim Fuat, Kapitalizmin Yarattığı Plastik Atık Sorunu, 9 Aralık 2021, https://en.marksist.net/node/7524
Önce Müsilaj, Şimdi de Smog!
Kapitalizmin Kâğıt Üstünde Kalan İnsan Hakları