AKP’nin 15 yıl önce iktidara geliş sürecinden bu yana diğer burjuva partilere nazaran başarılı olmasının nedenlerinden biri de mahalle örgütlenmeleridir. Mahalle teşkilatlarına ve çalışmalarına başından beri önem veren AKP, tek adama dayalı olağanüstü bir rejim kurmaya giriştiği bu yeni dönemde de bu alana aynı hassasiyeti ve önemi gösteriyor. Dönemin karakterine uygun politikaları birer birer hayata geçirirken, bu alanda denetimi sıkılaştırmak ve tabanını kemikleştirmek için çeşitli mekanizmalar devreye sokuyor.
Erdoğan ve partisi AKP’nin mahalleleri abluka altına almaya yarayan araçlarından birisi, bilindiği üzere muhtarlar. Bu bağlamda Erdoğan, “Muhtarlar Toplantısı” adıyla Saray’da ağırlanan muhtarlara, inşa etmeye çalıştığı rejimin çıkarları doğrultusunda talimatlar veriyor, nutuklar atıyor. “Bu nutuklar sırasında sık sık muhtarların, seçilmişlerin öneminden bahseden Erdoğan, muhtarların kendisi ile özdeşlik kurmasını sağlıyor. Bir zamanlar kendisi için «muhtar bile olamaz» diye manşetler yazıldığını hatırlatıp muhtarlıktan cumhurbaşkanlığı makamına gelmiş olmakla övünüyor. «Siz de tıpkı benim gibi seçilmişsiniz, tüm atanmışlar size saygı duymayı bilecek» minvalinde sözlerle muhtarların gururunu okşamaya çalışıyor. Sonradan görmelere özgü ve kompleksli bir tavırla makamına, kişiliğine yapılan «saygısızlıkları» anlatarak «bunlar bana değil, size yapılmıştır» diyor. İktidarın politikalarına destek vermeyen muhtarların millete hizmet etmiş olmayacağı mesajını her türlü yolla veriyor. Fiili başkanla ve temsil ettiği iktidar gücüyle özdeşlik kuran muhtarlar, huşu içinde dinledikleri Erdoğan’ın sözünü şiirlerle, tezahüratlarla, sloganlarla, alkışlarla, «âmin», «inşallah» nidalarıyla kesiyorlar.” Marksist Tutum yazarlarından Ezgi Şanlı’nın, Sarayın Muhtarları başlıklı yazısında betimlediği bu tiyatro tekrar tekrar sahnelendi. Ocak 2015’ten Haziran 2017’ye dek birbirinin benzeri, toplamda 38 Muhtarlar Toplantısı düzenlendi. Bu toplantılardan birinde Erdoğan, “Ben biliyorum ki benim muhtarım hangi evde kim var, nedir ne değildir, bunu gelecek, gayet uygun, sakin bir şekilde orada kaymakamına gerekirse valisine, emniyet müdürüne bildirecek. El birliği yapacağız. Dayanışma içerisinde olacağız. Bunları siz gayet iyi bilirsiniz” diyerek gerçek niyetini açıkça beyan etti. Bu beyandan da anlaşılacağı üzere amaç, mahallenin muhtarlarının devletin ajanları haline dönüştürülmesidir! Belli ölçüde hayata geçen bu durumun neticesinde muhtarlardan, totaliter rejimin tahakküm mekanizmalarının en küçük dişlilerinden birisi olarak tekmil vermesi beklenmektedir.
Oldukça manidardır; Erdoğan’ın muhtarlara yönelik yukarıdaki sözleri sarf ettiği dönemde Resmi Gazete’de yeni bir yönetmelik yayınlanmıştı. Öyle ki bu yönetmelikle “terörle mücadele kapsamına giren suç faillerinin yakalanmasına yardımcı olanlara veya yerlerini yahut kimliklerini bildirenlere verilecek para ödülünün miktar usul ve esasları” yeniden düzenlendi. İhbarcının, yakalattığı kişinin “aranma düzeyine göre” milyonlarca liraya kadar çıkabilecek ödüller alacağı, pespaye burjuva medya tarafından spotlar halinde topluma servis edildi. Emniyet’e ve Bakanlıklara bağlı “Alo Terör İhbar Hatları” kuruldu. Muhtarlara yönelik uygulanan politikaya benzer olarak tüm toplumu muhbirliğe, gammazlığa teşvik eden bu çalışma sonucu cami imamları, kapı komşuları ve hatta kimi aile fertleri şüphelendikleri (!) insanları “FETÖ’cü, PKK’lı veya terörist” diyerek ihbar etmeye başladılar. 2016 yılı bu açıdan ihbarcılığın ve dağıtılan ödüllerin 4 milyon lirayı aşarak tarihi rekor kırdığı bir yıl oldu. Öyle ki konuyla ilgili Emniyet Genel Müdürlüğü, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaklaşık 40 bin ihbar aldıklarını, oğlunu ihbar eden baba, kocasını ihbar eden eş, komşusunu ihbar eden vatandaşların olduğunu, asılsız çıkan ihbarlardan dolayı ise diğer görevlerine yetişemediklerini açıkladı. On binlerce insana yönelik ihbarların çoğunluğu “asılsız” çıksa da bu durum ibret vesikasıdır. İnsan ilişkilerinin ne denli mide bulandırıcı hale getirildiğinin, insanın en yakınında bulunanların bile ihbarcı ve iftiracı olmaya zorlandığının örnekleridir.
Totaliter diktatörlüğün inşasını sürdüren AKP’nin mahalli alandaki politikalarının örneklerini çoğaltmak mümkündür. Geçtiğimiz ay İstanbul Esenyurt Emniyet Müdürlüğü, ilçedeki tüm site ve apartmanlara yazı göndererek, apartman yöneticileri ve kapıcılardan tüm kat sahipleri ve kiracıların kimlik bilgilerini istedi. Emniyet’ten gönderilen yazıda ayrıca dairelerde kayıt dışı kimselerin olup olmadığının, boş dairelerde, garaj ve kömürlüklerde “kaçak” olup olmadığının da kontrol edilmesi ve bildirilmesi gereken hususlardan olduğu yer aldı. Kapıcı ve yöneticilerin kanuna aykırılıkları ve diğer şüpheli hususları kolluğa bildirmekle mükellef olduğu, istenilen belgeleri eksik getirenlere ise cezai yaptırımlar uygulanacağı açıklandı. Emniyet’in başlattığı bu çalışmaya ek olarak AKP’li Esenyurt belediye meclis üyeleri de yayınlanan bir KHK’yı referans göstererek zabıtaları silahlandırma kararı aldı. Silah kullanma yetkisi bulunmayan zabıtalar bundan böyle Esenyurt’ta otomatik silah kullanabilecekler. İstanbul’un en büyük semtlerinden birisi olarak yaklaşık 900 bin kişinin yaşadığı Esenyurt’ta böyle çalışmaların başlaması dikkate değer! Ağırlıklı olarak Suriyeli, Kürt ve Türk işçi ve emekçilerin yaşadığı kozmopolit bir ilçe olan Esenyurt’taki bu çalışmaların bir nevi pilot çalışma olduğunu, önümüzdeki süreçte giderek Türkiye’nin geneline yayılacağını kestirmek güç değil.
Üstelik silahlanma/silahlandırma çalışmaları ya da en azından söylemleri sadece İstanbul’un bir ilçesindeki zabıtalarla ya da bir bütün olarak devletin resmi kolluk güçleriyle de sınırlı değil! Hatırlanacaktır geçtiğimiz yılın Ekim ayında “AK silahlanma” başlığıyla bir kampanya başlatılmıştı. İşaret fişeğini dönemin Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Şeref Malkoç’un attığı, ardından Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ve pek çok AKP yöneticisinin destekler açıklamalarda bulunduğu kampanyanın mottosu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından açıklanmıştı: “Her parti yetkilisine silah ruhsatı vereceğiz!” Bu sözler Erdoğan ve ekibinin nihai emellerine ulaşmak için neleri planladığını gösteriyor. Totaliter bir diktatörlük inşa eden AKP elinde tuttuğu devlet gücünün tüm imkânlarını kullanarak sivil faşist bir taban örgütlüyor. Hitler’in Kahverengi Gömleklileri ile Mussolini’nin Kara Gömleklileri tarihte ne amaç için kuruldularsa bugün Türkiye’de de aynı amaç doğrultusunda paramiliter örgütlenmeler kuruluyor. Ak Milisler, Ak Gençlik, Osmanlı Ocakları gibi farklı isimlerle, resmi veya gayri resmi kılıflarla kurulup güçlendirilen bu örgütlenmeler Saray iktidarının hazır kıtaları olarak kullanılıyor. Bu paramiliter çeteler; 6-7 Ekim Kürt pogromunda, HDP-CHP binalarına saldırılarda, 15 Temmuz darbe girişiminde, referandum öncesi çeşitli illerde ve hatta ülke dışında “Hayır” çalışması yürüten aktivistlere yönelik saldırılarda vurucu güç olarak kullanıldılar.
Bu tür örgütlerin ihtiyaç doğrultusunda devreye sokulduğu, zaman zaman da geri çekildiği unutulmamalıdır. Paramiliter saldırıların yaşanmadığı ya da bu örgütlerin isimlerinin medyada dolaşmadığı zamanlarda AKP ve özellikle Erdoğan’ın bu yapılanmalardan vazgeçtiğini düşünmek saflık olur. Keza referandum öncesi AKP’li bir yöneticinin gençlik kollarıyla yaptığı bir toplantıda “Başarısız olursak iç savaşa hazırlıklı olun” sözleri açıktır. Referandum sonuçlarını hileyle kendi lehine değiştiren ve kendince bir “başarı” elde eden iktidar, önüne çıkan en ufak engelde bu kartı masaya sürmekten geri durmayacaktır. Zira bu örgütler, ilçe ve mahalle teşkilatlarında düzenli olarak etkinlikler düzenliyor ve bildiri, afiş, sticker çalışmaları yapıyor. Böylece bunlara bağlı unsurlar diri tutulmaya çalışılıyor. Her mahallede en az bir tane bulunan camilerde “cami gençlik kolu” projesinin başlaması da bu yapıların mahallelere yerleşmesine zemin hazırlıyor.
Erdoğan ve partisi AKP her geçen gün denetim aygıtlarını çeşitlendiriyor, güçlendiriyor. 1985 yılından itibaren bekçi alımı yapılmayan Türkiye’de, otuz yılın ardından ilk olarak geçtiğimiz yıl Kürt illeri için bekçi alımları başlamıştı. OHAL kapsamında yeni yayınlanan bir KHK ile 7 bin “Mahalle ve Çarşı Bekçisi” daha alınacağı açıklandı. Bu rakam hâlihazırda 5 bin civarında olan kadro sayısının toplamından da fazla! Erdoğan’ın talimatı üzerine yayınlanan KHK’da bekçi adaylarının 30 yaşını geçmemiş ve herhangi bir suçtan ötürü hüküm giymemiş olmaları isteniyor. Aranan şartları taşıyan adaylar ilk olarak sözlü sınavdan geçecek, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasına tâbi olacaklar. “Temiz” bulunarak işe alınacak 7 bin bekçi Kürt illerinin yanı sıra İstanbul, Ankara, Mersin, Adana, Antep ve Hatay’da göreve başlayacak. Mıntıkası dâhilinde gösteri ve yürüyüşlere müdahale etme yetkisine sahip “mahalle bekçileri” silah kullanabilecek, “suçlulara” karşı halktan yardım isteyebilecekler. “Çarşı ve mahallelerde halkın can ve mal güvenliğini sağlamada kolluk kuvvetlerine yardımcı olmaları amacıyla” istihdam edilecek bekçilerin gerçekte kime hizmet edeceği, neyin güvenliğini tahsis edeceği aşikâr!
İşçi sınıfının romancılarından Orhan Kemal, filmlere ve oyunlara da konu olan “Bekçi Murtaza” isimli romanında “vazifesinin aslanı” bir mahalle bekçisini anlatır. Romanda her konuşmasına “Gördüm kurs, aldım çok sıkı terbiye ve disiplin amirlerimden” diye başlayan, “vazife uğrunda sakınmam gözümü budaktan” anlayışında olan Murtaza’nın üzerinde taşıdığı üniforma onun en büyük kutsalı, onurudur. Üniformasını, postallarını, kasketini kuşanarak, yüzüne de mağrur bir ifade takınarak mahalle sokaklarını arşınlayan Murtaza, burnunu her şeye sokar. Bütün ahaliyi disipline sokmaya çalışır. Orhan Kemal bu romanda yoksul bir küçük memurun üniforma hastalığını işler. Kuşkusuz günümüz koşullarında işe başlayacak bekçiler bu roman karakterinden izler taşıyacaktır. Fakat Asyatik kökleri bulunan üniforma hastalığının, faşizmin tesiri altındaki bir bünyede vuku bulması halinde ortaya Murtaza’yı aratacak “faşizmin mahalle bekçisi” çıkacağı da bir o kadar ortadadır. Medyada “Ak Kolluk” ismiyle yer bulan “mahalle bekçileri”, faşist gidişatın bir parçası olarak, devletin en küçük birimleri olarak rol oynayacaklar. Bu mekanizmayla birlikte “Ak gençlik” sokağa sabitlenmiş olacak ve mobilize bir şekilde mahallelerin denetimini sağlamaya çalışacak.
Tüm bu uygulamalar, OHAL ve KHK’lar aracılığıyla totaliter diktatörlüğün inşasını sürdüren iktidarın denetim aygıtlarını güçlendirmeye çalışmasından ve böylece tüm toplumu kontrol altında tutma amacından başka hiçbir şeyi açıklamıyor. Muhtarlar, cami imamları, komşular, apartman yönetici ve görevlileri, zabıtalar, mahalle lümpenleri, bekçiler ve daha nicesi! İktidar, toplumu her alanda ama özellikle mahalle içinde abluka altına almaya çalışıyor. Bu temelde devletin en üst organlarından başlayarak tek tek en küçük toplumsal alanları dizayn etmeye çalışıyor. Tıpkı 12 Eylül faşizmi döneminde olduğu gibi!
link: Yılmaz Seyhan, Totaliter Diktatörlüğün Mahalli Ayağı, 23 Haziran 2017, https://en.marksist.net/node/5712
Gülmen ve Özakça Derhal Serbest Bırakılsın ve Görevlerine İade Edilsin!
“Başarının” Sırrı!