

136 yıl önce başlayıp sosyalist işçi hareketinin çabasıyla giderek tüm ülkelerde kutlanır hale gelen enternasyonalist bir gelenektir 1 Mayıs. Vaktiyle Engels’in dile getirdiği üzere, modern ülkelerin işçi sınıfının “tek bir ordu halinde, tek bir bayrak altında ve tek bir hedef uğruna” harekete geçtiği bir günün adıdır 1 Mayıs. İlk ortaya çıkışından bu yana da bu enternasyonalist içeriğiyle, işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanagelmiş, tüm dünya işçilerinin kardeşliğinin ve birliğinin ifadesi olarak yaşatılmıştır. Bu yüzden de çeşitli ülkelerde sınıf mücadelesinin gelişimine paralel olarak kimi zaman büyük kalabalıklar halinde, kimi zaman da daha mütevazı ölçeklerde kutlanan, aynı zamanda o dönemin en önemli işçi taleplerinin de damgasını bastığı bir mücadele günü olagelmiştir.
Daha Osmanlı döneminden (1909) başlayarak bu topraklarda da zamanın büyük kentlerinde kutlanan 1 Mayıslar, ülkenin emperyalistlerin işgali altına girdiği yıllarda bile unutulmamış ve engellenememişti. Ardından CHP’nin tek parti diktatörlüğü tarafından getirilen yasaklar ve baskılarla 50 yıla yakın bir süre boyunca unutturulmaya çalışılmış ve nihayet 1976’da DİSK’in çabasıyla gelenek tekrar bu topraklarda da yaşatılmaya başlanmıştı. O tarihten bu yana her 1 Mayıs Türkiye’nin alabildiğine korkak burjuvazisinin ve iktidarların sınıf korkularının depreştiği bir gün olagelmiştir. 12 Eylül rejiminin 10 yılı aşan 1 Mayıs yasağı fiili mücadelelerle aşıldıktan sonra da başta Taksim olmak üzere meydan yasakları, sınırlamaları ve polis ablukaları kesintisiz devam etmiştir.
İşçi sınıfının geniş kitleleri, örgütsüzlükten kaynaklı olarak yaşadıkları bilinç kaybı ve gerilemeden dolayı 1 Mayıs’ın tarihsel ve sınıfsal anlamını yeterince idrak edemiyor ve hafızaları büyük ölçüde yitik durumdadır. Ama aynı şeyi burjuvazi için söylemek mümkün değildir, başta burjuva devlet olmak üzere her düzeyde örgütlü egemen sınıf bellek yitimine uğramamıştır; korkuları baki olduğu gibi tarihsel deneyimi de canlıdır. Egemenler bu yıl da aynı korkular doğrultusunda, 1 Mayıs kutlamalarını sınırlamak, dizginlemek, yalıtık alanlara hapsetmek için baskı ve yasaklamalardan geri durmadılar. Fakat Türkiye’deki faşist rejim kendi tarihinin en sıkışık dönemindedir. Kimi uluslararası gelişmeler ondaki beka korkusunu yeniden alevlendirmişken, yaptığı hesap hatalarıyla düzen muhalefetine karşı giriştiği siyasi hamleler ters tepmiş, yıllardır emekçi kitlelerdeki biriken hoşnutsuzluk ve öfke bu vesileyle açığa çıkıp sokağa taşmıştır ve bu durum devam etmektedir. Gelişen bu dalga faşist rejimin efendileri için büyük bir endişe kaynağıdır. Rejim, koyduğu yasaklardan geri adım atmayacağını göstermek üzere, 1 Mayıs günü İstanbul’un Avrupa yakasını bloke etti, metro istasyonlarını, deniz ve kara ulaşım araçlarını devre dışı bıraktı, ana caddeleri trafiğe kapadı, Taksim civarını polis bariyerleriyle ve on binlerce polisle koruma altına aldı. Üstelik birkaç gün öncesinden başlayarak başta İstanbul olmak üzere Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerde aralarında sendika yöneticilerinin de olduğu onlarca sosyalist gözaltına alındı. 1 Mayıs günü ise Taksim’e çıkmaya çalışanlar polis terörüne maruz bırakılıp, 400’den fazlası gözaltına alındı.
Tüm bunlara rağmen 1 Mayıs, başta İstanbul olmak üzere onlarca kentte kutlandı. Geçen yıllara göre daha yaygın bir şekilde örgütlenen mitingler, kitlesellikleriyle de öne çıktı. İstanbul, İzmir ve Ankara başta olmak üzere pek çok kentte yüz binlerce emekçi alanlara akarak ekonomik ve sosyal taleplerinin yanı sıra siyasi taleplerini de dile getirdi. Rejime yönelik tepkiler alanlara damgasını vururken, siyasi tutsaklara özgürlük çağrıları, adalet talepleri tüm kürsülerden yükseltildi.
Türkiye işçi sınıfının ve sosyalist hareketin kalbi durumundaki İstanbul bu yıl da en büyük kutlamaların ev sahibi konumundaydı. Rejimin aparatı haline gelen Türk-İş tepe yönetiminin bölücü tutumu nedeniyle ortak bir 1 Mayıs’ın örgütlenemediği İstanbul’da (Ankara’da da aynı durum yaşanmıştır) Kartal ve Kadıköy’de iki ayrı miting yapıldı. Türk-İş’e bağlı sendikalar Kartal’da, DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin düzenlediği ve sosyalist örgütlerin de katıldığı miting ise Kadıköy’de gerçekleştirildi. On binlerin katıldığı Kadıköy mitinginde, kürsü programına da alana da rejime yönelik tepki damgasını vurdu. Öte yandan Türk-İş yönetiminin, üye sendikalara bağlı işçileri rejime yönelik tepkilerin yükseldiği meydanlardan uzak tutmak için aldığı ayrı miting kararına rağmen, Kartal’da da on binlerce işçiden “Kurtuluş Yok Tek Başına, ya Hep Beraber ya Hiç Birimiz”, “Birleşe Birleşe Kazanacağız” sloganları yükselmesi dikkatleri çekti. Ayrıca kamu işçilerinin toplu sözleşme döneminde olması ve pek çoğunun anlaşmazlıkla sonuçlanması, Türk-İş’e bağlı sendikaların kortejlerinin sadece İstanbul’da değil diğer kentlerde de daha kitlesel ve daha canlı olmasını sağladı.
Bununla birlikte, rejimin 19 Mart saldırısının ardından İstanbul’dan başlayıp tüm Türkiye’ye yayılan ve milyonları kapsayan bir eylemlilik süreci yaşanırken ve tepki hâlâ çok diriyken, 1 Mayıs mitingleri sendikalı işçilerin çok daha kitlesel katılımlarıyla gerçekleştirilebilirdi. Fakat işçi sınıfının örgütlü gücünün zayıflığının yanı sıra örgütlü kesimlerinin de sendikal bürokrasi aracılığıyla rejimin ve sermayenin ağır baskısı ve kuşatması altında olması, bunun önünde büyük bir bariyer olarak dikilmeye devam ediyor ne yazık ki. Rejimin ve kapitalizmin baskı ve saldırılarının dört bir koldan sıkıştırdığı işçi sınıfının patlaması durumunda bunun önüne geçilemeyeceğini egemenler çok iyi bilmektedirler. Tam da bu yüzden, ciddi bir sıkışmışlık içinde olan faşist rejimin yanı sıra sermayenin tüm kesimlerinin de en büyük korkusu işçi sınıfının örgütlü bir güç olarak ayağa kalkmasıdır. Bu nedenle AKP iktidarı, işçi sınıfının örgütlenmesini ve sendikaların mücadeleci bir hatta çekilmelerini engellemek için yirmi yıldır iş ve sendika yasalarını tam anlamıyla bir cendereye dönüştürmüştür. Bu cendereyi kırmaya çalışan sendikacılar tasfiye edilmekte, mücadeleci işçiler işsizlikle, yani açlıkla cezalandırılmaktadır.
Fakat dokuz yıldır hüküm süren faşist rejim toplumu artık patlama noktasına getirmiştir. Ekonomik cenderenin yanı sıra faşist baskılarla da boğulan emekçiler, işçisinden öğrencisine, çiftçisinden emeklisine tüm katmanlarıyla öfke ve tepkilerini açık buldukları her kanaldan dışa vurmaya başlamışlardır.
Bu yılki 1 Mayıs mitinglerinde gençlerin yüksek bir oran ve dinamizmle katılımı da yaşanan toplumsal değişimin göstergelerinden biridir. Çoğunluğunu üniversitelilerin oluşturduğu gençler, 1 Mayıs gösterilerinde üniversitelerini belirten pankartlar ve dövizlerle kalabalık gruplar halinde yer aldılar. Kitleselliklerinin yanı sıra dinamik bir manzara sergileyen gençler, rejimin 19 Mart saldırısından sonra sergiledikleri uyanış sürecinin devam ettiğini gösterdiler. 19 Mart sürecinde olduğu gibi 1 Mayıs’ta da gençlerin sadece kendi özel konumlarına ilişkin taleplerle yetinmeyip genel politik sorunlara odaklandıkları görülüyor. Üniversite gençliğinin kortejlerinden, “kurtuluş yok tek başına” ve “faşizme karşı omuz omuza” gibi genel politik sloganların sıkça atılması, bunun yanı sıra gençlerin kendilerini işçi sınıfının içinde ya da yanında duyumsadıklarını dile getiren sloganları dillendirmesi bunun bir dışavurumudur. On yıllardır çeşitli faktörlerin etkisi altında apolitikleştirilmiş üniversite gençliği, sermayenin yürüttüğü saldırıların genel etkileri ve faşist rejimin artan boğucu baskıları sonucu geleceğinin çalındığını belirgin şekilde hissediyor. Bu dinamiğin önümüzdeki dönemde de varlığını sürdüreceğini öngörmek yanlış olmayacaktır.
Rejime ve düzene karşı mücadelede belirleyici olan, işçi sınıfının örgütlü bir güç olarak mücadele sahasına çıkması olacaktır. Bu yüzden tüm sosyalistler, öncü işçiler ve mücadeleci sendikacıların yoğunlaşmaları gereken alan bu alandır; acil görev budur.

link: Marksist Tutum, 1 Mayıs 2025: “Kurtuluş Yok Tek Başına, ya Hep Beraber ya Hiçbirimiz!”, 2 Mayıs 2025, https://en.marksist.net/node/8505
Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /21