Türkiye’ye, 1923’te kuruluşundan Suriye iç savaşının başladığı 2011 yılına kadar çeşitli ülkelerden 2 milyona yakın göçmen geldi. Neredeyse beş yıldır devam eden Suriye’deki savaş neticesinde Türkiye’ye gelen göçmen sayısıysa 2,5 milyona yaklaşıyor. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında yeni imzalanan “geri kabul” anlaşmasına göre 20 Marttan itibaren Türkiye üzerinden Avrupa ülkelerine geçen ya da geçmeye çalışan sığınmacılar da geri gönderildiğinde bu rakamın 3 milyonu aşması bekleniyor.
2011’de Arap coğrafyasını etkisi altına alan isyan dalgası Suriye’de kanlı bir iç savaşın fitilini ateşledi. Bölgedeki en büyük güçlerden biri olan Türkiye, emperyalist emellerinin bir sonucu olarak bu savaşı kışkırtan, Esad’a karşı savaşan İslamcı örgütleri besleyip palazlandıran bir politika izledi. Esad’ı devirmenin kolay olacağını düşünen, birkaç ay içinde Şam’daki Emevi Camiinde namaz kılma hayalleri kuran Erdoğan, sınır kapılarını açarak yüz binlerce Suriyelinin Türkiye’ye giriş yapmasını sağladı. Esad gidince Suriyeliler geri gönderilecekti. Dahası bu Suriyeliler hem Suriye içi savaşa müdahil olmada savaşçı devşirmede havuz olarak kullanılacak hem de gelecekte Suriye içinde TC nüfuzunun bir dayanağı yapılacaktı. Ancak Esad’ı devirmek öyle kolay ve mümkün olmadı.
Suriye’nin kuzeyinde yaşayan Kürtlerin bu süreçte büyük bir atılım gerçekleştirmesi ve Rojava kantonlarını kurması Türkiyeli egemenlerin fena halde canını sıktı. Hükümet uluslararası platformlarda Kürt kantonları arasında kalan Azez-Cerablus şeridinde “güvenli bölge” oluşturulması ve Suriyelilerin oraya yerleştirilmesi önerisinin çeşitli varyasyonları için yoğun bir diplomasi trafiği yürüttü. ABD, Türkiye’nin boyundan büyük işlere kalkışması karşısında, Suriyelilerin çatışan güçlerin arasında kalması ve Kürtlerin bölgeden tasfiye edilmesi anlamına gelen bu öneriyi reddetti. Bu durum ABD ile Türkiye arasındaki gerginliği arttıran gelişmelerden biri oldu. Özellikle 24 Kasım 2015’te Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesinin ardından Rusya’nın yaptığı hamleler ise Esad’ın varlığını daha da güçlendirdi.
Emperyalist politikaların etkisiyle Suriye karıştıkça komşu ülkelere kaçmak zorunda kalan Suriyelilerin sayısı daha da arttı. 8 milyondan fazla Suriyeli yer değiştirdi ve bunların pek çoğu ülkeyi terk etti. Ürdün, Lübnan, Irak ve Mısır’a göç eden Suriyeliler de çok büyük sorunlar ve yıkımlar yaşadılar. Ancak onlar en azından dilini, alfabesini bildikleri bir ülkeye gitmişlerdi. Türkiye’ye gelenlerse dil konusunda o kadar şanslı değillerdi. Elbette başka konularda da bu böyleydi. Türkiye’ye Avrupa’ya geçmek umuduyla gelenler büyük acılarla, göç yollarında ölümle yüz yüze geldiler. Bu ülkede yaşamayı seçenlerse mülteci değil “misafir” sayıldılar ve bu “misafirler” umduklarını değil bulduklarını yaşadılar!
Türkiye, mültecilik konusundaki uluslararası anlaşmaları kendi çıkarlarına uygun şerhlerle imzalıyor. Buna göre sadece Avrupa ülkelerinden mülteci kabul ediyor. Afrika gibi çatışmaların ve açlığın yoğun olduğu, Ortadoğu gibi emperyalist savaşın yangın sahası olan bölgelerden mülteci kabul etmiyor. Suriyeliler yasalar önünde geçici koruma statüsü altındaki sığınmacılar olarak kabul görüyor. Bu nedenle mültecilerin sahip olduğu haklara ve güvenceye sahip değiller. Onlar geçici bir süre için “misafir” sayılan ve kaderine terk edilen insanlar. Türkiye’ye gelen Suriyeliler savaşın paramparça ettiği yaşamlarını sürdürebilmek için ya AFAD kamplarında kalmak ya çalışma izni, sigorta ve güvence olmadan düşük ücretli bir iş bulup kaçak çalışmak ya da Türkiye üzerinden zorlu, riskli göç yollarına düşmek zorundalar.
Türkiye’de Suriyelilerin barındığı 27 kamp var. Kamplardaki Suriyelilerin nasıl yaşadığı, neler yaşadığı konusunda yeterince bilgi yok. Çünkü İçişleri Bakanlığı, 22 Nisan 2015’te üniversitelere, derneklere ve ilgili tüm kurumlara gönderdiği bir yazı ile, geçici koruma sağlanan Suriyeli yabancılara yönelik, kişisel verileri toplamayı da içeren saha çalışmalarının İçişleri Bakanlığı’nın izni alınmadan yapılamayacağını duyurdu. Elbette muhalif kurumların, insan hakları örgütlerinin, işçi örgütlerinin Bakanlıktan izin alabilmesi mümkün değil. Bu yasağın getirilmesinden önce yapılan araştırmalara dayanarak göçmenlerin yaklaşık %15’inin kamplarda, geri kalanların çeşitli kentlere yayılmış olarak yaşadığı tahmin ediliyor.
Devlet kurumları ve havuz medyasının organları Suriyeliler için kurulan 27 kampın uluslararası standartların çok üstünde olduğunu iddia ediyorlar. Suriyelilerin orada olmaktan çok memnun olduğunu, Türkiye devletine müteşekkir olduğunu her fırsatta öne sürüyorlar. Elbette ülkelerindeki iç savaşta Türkiye’nin pay sahibi olduğunu bilmeyen, burada ölümden kurtulup karınlarını doyurabildiklerini düşünen Suriyelilerin sayısı hiç de az değildir. Ancak kampların durumu, Suriyelilere tanınan imkânlar, propaganda edildiği gibi parlak falan değildir. Kamplarda yaşanan sıkıntılar nedeniyle Suriyeli göçmenlerin orada kalmak istemedikleri, değişik kentlerde iş bulup çalışmak, ev tutmak istedikleri tüm sansüre rağmen biliniyor. Elbette bunda şaşılacak bir şey yoktur ve yapılan propagandanın ne denli boş olduğu ortadadır.
Kamplarda sadece zaruri ihtiyaçlar karşılanıyor. Buna rağmen kamplarda kalanlara yapılan gıda yardımları için kaynak yetersizliği olduğuna dair, yardımların kesilme riski olduğuna dair haberler eksik olmuyor. Hükümet, ailelere kamplarda kurduğu marketlerden ürün alabilecekleri hesap kartları veriyor. Kayıt altında bulunan ve kampta yaşayan Suriyeliler bu kartlarla alışveriş yapıyorlar. Ancak gıda ihtiyaçlarını en asgari düzeyde karşılayabiliyorlar. Kamplardaki altyapı sorunları nedeniyle ısınma, su, elektrik gibi ihtiyaçları karşılamak da kolay değil. Suriyeliler hastalandıkları zaman revirlerde tedavi görüyorlar. Ancak sağlık hizmetinin niteliği de tatmin edici değil. Kamplarda kalanların çoğunu Suriye’de de çok yoksul bir yaşam sürenler, çaresizler oluşturuyor ve aslında kamp dışında kalmak isteseler bile gıda yardımından yararlanabilmek için kamplardan ayrılmamayı tercih ediyorlar. Kamplarda yaşayan Suriyeliler günde sadece birkaç saatliğine, genellikle 15.00-19.00 arasında dışarı çıkabiliyorlar.
Basına uygulanan sansür ve bilgiye erişimin zorluğu nedeniyle artık ilk zamanlar olduğu gibi medyaya yansımasa da kamplardaki kadınların tecavüze uğradıkları, ikinci eş olarak evlendirildikleri, hatta fuhuşa zorlandıkları da biliniyor. Kadın örgütlerinin çabalarıyla kamplardaki onlarca kadının tecavüz nedeniyle hamile kaldığı ortaya çıkmıştı. Elbette devlet ve hükümet bu konuda bir açıklama yapmadı, araştırmalara izin vermedi, sorumluları açığa çıkarmadı, önlem almadı.
Kamplarda kalan Suriyeli çocukların durumu da içler acısı. Devlet sözde bu çocuklara kendi dillerinde ve müfredatlarında eğitim veriyor. Sonra Türkçe öğreterek sınavlara hazırlıyor. Oysa kamplarda kalan çocuklar için bu eğitim yetersiz ve Türkçe öğrenip sınavlara girmek hiç kolay değil. Çocukların bir kısmı okula devam etmek yerine ailelerini kamplarda bırakıp iş bulmak üzere kentlere gidiyorlar. Ucuz işçi olarak görüldükleri ve korunmasız oldukları için patronlar tarafından tercih edilen bu çocukların yaşamı sabun köpüğü gibi eriyor.
Kamplarda kalmayan Suriyelilerin durumu halk tarafından daha iyi biliniyor. Türkiye’de bazı kentlerin nüfusunun yarısı kadar Suriyeli barındırdığı biliniyor. Özellikle İstanbul’da aylar boyunca parklarda, sokaklarda, kentsel dönüşüm gerekçesiyle yıkılmış, susuz, elektriksiz mahallelerde kalan Suriyelilerin görüntüleri henüz hafızalardadır. Kimi Suriyeliler kısa sürede savaşın biteceğini ve evlerine döneceklerini umdukları için uzun süre bavullarını bile açmadıklarını anlatıyorlar ama aradan geçen yıllar ümitlerini kırmış. Kimisi Türklerin onlardan bıktığını söylüyor. Kadınlar erkeklerinin toplum içindeki pozisyonlarını kaybettiğini, eskisi gibi eve ekmek getiremedikleri için ezildiklerini, işsizlik nedeniyle bütün gün oturduklarını ve ümitsizlik içinde olduklarını anlatıyorlar. Çocuklarının durumu kavrayamadığını, acı çektiklerini, çoğu durumda içe kapandıklarını dile getiriyorlar.
Türkiye’de tarihsel nedenlerle Suriyelilere, Araplara karşı bir önyargı var. Suriyeli göçmenler üzerine çalışmalar yapan uzman ve akademisyenler, Suriyelilere Türklere Almanya’da yapılandan daha fazla ayrımcılık yapıldığını belirtiyorlar. Patronların onları Türklerin talip olmadığı işlere layık gördüklerini dile getiriyorlar. Toplumun bir bölümü, Suriyelilerin fuhuş ve dilencilik yaptığını, çok suç işlediklerini düşünüyor. Hastaneleri doldurduklarından şikâyet ediyor. Suriyeli bir kadın bu durumu ağladığı için kesilen sözleriyle şöyle anlatıyor: “Türkiye’de herkes bizi çok seviyordu. Son bir yılda ne oldu, bilmiyorum. Kötü davranıyorlar bize şimdi. Örneğin, kiralık ev ilanları görüyorum. Ama ilanda ‘Suriyeliler için değil’ yazıyor. Pazarda Suriyeli olduğumu anlayınca yüz çeviriyorlar. Komşumuz annemi her gördüğünde, ‘ne zaman Suriye’ye dönüyorsunuz? Gitsenize. Niye hâlâ buradasınız?’ diye soruyor. Biz zaten ne zorluklar içinde yaşıyoruz, bir de...”
İşte bu koşullarda yaşayan Suriyeliler, özellikle eğitimli olanlar burada kendilerine bir gelecek kuramayacaklarını düşündükleri için göç yollarına düşüyorlar. Suriyeli Kürtler de burada kendilerini güvende hissetmedikleri için Avrupa’ya gitmek istiyorlar. Ancak Avrupa’ya gitmek hiç de kolay değil. Mülteciler insan kaçakçılarına büyük paralar veriyor ve yanlarına hiçbir eşya almadan kıyılarda birikiyorlar. Çoğu kez süngerden yapılmış can yelekleri ve iğreti botlarla Yunanistan’a doğru yola çıkıyorlar. Sahil güvenlik ekipleri tarafından yakalanmamayı, fırtınalara tutulmamayı, boğulmamayı başaranlar Yunanistan’a ayak basıyorlar.
Ancak Avrupa ülkelerinin savaş cehenneminden kaçan Suriyelilere kucak açmaya, yuva olmaya hiç niyeti yok. İkiyüzlü Avrupalı egemenler, Suriyelilerin AB’ye ulaşmaması için ellerinden geleni yapıyorlar. Buna Türkiye’ye büyük rüşvetler vermek de dâhil. Macaristan Başbakanı Viktor Orban, daha da ileri gidiyor ve Suriyeli mültecilere yönelik politikası nedeniyle Erdoğan’a “minnetini” şu sözlerle ifade ediyor: “Bence şu an Avrupalı liderlerin tek ümidi Erdoğan. Her Pazar ayininde Erdoğan için dua etmeliyiz.”
“Geri Kabul Anlaşması” ve değişen hesaplar
Türkiye ile AB arasındaki “Kayseri pazarlıkları” anlaşma ile sonuçlandı. İmzalanan Geri Kabul Anlaşmasına göre 20 Marttan itibaren deniz yoluyla Yunanistan’a ulaşan mülteciler Türkiye’ye geri gönderilecek. Geri gönderilen her bir mültecinin yerine güya kamplarda kalan Suriyelilerden biri Avrupa’ya geçebilecek. Avrupa’ya geçecek mültecilerin hangi kriterlere göre seçileceği ise meçhul. Anlaşma hem Türkiye hem de AB egemenlerini büyük ölçüde memnun etmiş görünüyor. Öyle ki Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır bu anlaşmayı “kazan kazan yerine daha çok kazan, daha çok kazan oldu” sözleriyle açıklıyor. Türkiye’nin “kazançlarını” şu şekilde sıralıyor: “Bunun karşılığında Avrupa Birliği ile olan mevcut ilişkimizi canlandırıyoruz. Vize kalkacak. Gümrük Birliği güncellemesiyle 150 milyar dolar olan ticaretimiz 300 milyar dolara çıkacak. Fasıllar açılacak. Türkiye’deki Suriyeliler için mevcut 3 milyar euroya ilave 3 milyar euro daha gelecek.”
Türkiye Suriyeliler için bugüne kadar 6 milyar dolara yakın harcama yaptığını iddia ediyordu. Geri Kabul Anlaşması, bu harcamaları karşılamakla kalmıyor, AKP’nin eline yeni bir propaganda malzemesi de veriyor. “Gelecek sene yaz tatiline Avrupa’ya gitme” hayalleri tedavüle giriyor. Ancak bu anlaşma Suriyelilerin durumunu daha da ağırlaştırıyor. Türkiye’nin Suriyelilere dönük hiçbir entegrasyon çalışması yok, Avrupa’ya geçişe izin yok, Suriye’ye geri dönme umudu yok. Suriyeliler çaresiz. Ama Türkiye Suriyeli mülteciler üzerinden kazanmaya ve ikiyüzlü politikalarını sürdürmeye devam ediyor.
Tüm ipuçları Türkiye’nin şimdi Suriyelileri ve özellikle Suriyeli Arapları yerle bir edilen ve yeniden inşa edilmesi düşünülen Kürt kentlerine yerleştirme niyeti taşıdığını gösteriyor. Daha şimdiden Sur’da 6300 parselin acele kamulaştırma uygulamasıyla gasp edilmesi bu konudaki kuşkuları arttırıyor. Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesini ezmek isteyen devlet çareyi bölgenin demografik yapısını değiştirmekte arıyor. Savaşın şiddetinden kaçarak Türkiye’ye gelen ve Erdoğan’ın kendilerini himaye ettiğini düşünen Suriyelilerin AKP için oy deposu, Erdoğan’ın başkanlık hayalleri için payanda olacağı hesap ediliyor. Mazlum Kürt halkı ile savaş mağduru Suriyeliler arasında oluşacak düşmanlık, kırımlar, acılar egemenlerin umurunda bile değil.
Emperyalist savaş ve onun dölyatağı olan kapitalizm milyonlarca insanı rüzgârın önündeki kuru yapraklar gibi acıdan acıya savuruyor. Suriyeli göçmenler bu acılardan nasiplerini fazlasıyla alıyor. Egemenlerin meşum planlarıysa daha büyük acılar hazırlıyor. Ortadoğu’daki emperyalist paylaşım savaşı yayılıyor. Emperyalistler ve bölge güçleri kendi çıkarları için halkları birbirine düşürmekten zerrece kaçınmıyorlar. Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla Ortadoğulu emekçilerin kurtuluşu kapitalizme karşı mücadeleden geçiyor. Yaşanan tüm acılar ancak bu mücadelenin başarıya ulaşmasıyla son bulabilir.
link: Ezgi Şanlı, Suriyeli Mülteciler ve Bitmeyen Hesaplar, 1 Nisan 2016, https://en.marksist.net/node/5012
Savaşı Sadece Biz Durdurabiliriz
Çürümüş Sisteminizi Başınıza Çalın