Latin Amerika’da sınıf mücadelesinin yükseldiği, özellikle Ortadoğu ve Orta Asya’da emperyalist hegemonya kavgasının kızıştığı bir dönemden geçiyoruz. Dünya işçi sınıfı giderek daha büyük bir hızla emperyalist savaşlar-krizler sarmalının içine giriyor ve yer yer devrimci durumlar yaşanıyor. Dolayısıyla geçmiş devrim deneyimlerinin derslerini döne döne hatırlamak gerekiyor.
Kapitalizm bugün yüz yıl öncesine göre bir hayli yol kat etmiş durumda. Yüzyıl önce insanlığın büyük bir bölümü için kapitalist üretim henüz yabancı bir unsur idi. Avrupa ve Amerika kıtaları dışında yaşayan halkların çoğunluğu kapitalistleşme sürecine daha yeni giriyorlardı. İleri ve geri ülkeler arasındaki ayrımın ve halkların toplumsal yaşam tarzları arasındaki uçurumun son derece derin olduğu bir dünyada, Avrupa’da kapitalizmi yıkma çabası olarak proleter devrimler gündeme girmişken, dünyanın diğer bölgeleri hâlâ kapitalistleşme sancısı içerisinde tarihsel olarak burjuva demokratik devrimlerle karşı karşıya idiler.
Bu ülkelerden biri de Rusya idi. Kapitalist dönüşüm sürecini tamamlamak için onun gelişiminin önündeki tüm engellerin ve en başta da Çarlığın yıkılması gerekiyordu. Rusya’da tarihsel olarak burjuvaziye ait olan bu görevler, yani burjuva demokratik devrimin görevleri, ancak 1917 Şubatıyla başlayan bir devrim sürecinin sonunda proletaryanın iktidarı ele almasıyla çözülebildi. 1917 Ekiminde iktidarı alan proletarya, kendisini bu demokratik görevlerle sınırlamayarak, devrimi sosyalist bir devrime büyüttü. Böylelikle yıllar boyunca Marksistler arasında tartışılan devrimin perspektifleri, temel stratejisi, ortaya çıkaracağı iktidarın biçimi ve sınıfsal temeli, ve tüm bunları proletaryanın hangi müttefiklerle yapabileceği gibi sorunlar pratikte çözülmüş oldu. Bu pratik çözümün teorik ifadesi, Lenin ve Troçki’nin yazıları ve Komünist Enternasyonal’in programatik belgeleriyle günümüze kadar ulaştı.
Ama bu o kadar kolay olmadı. Demokratik devrimin görevleri ile sosyalist devrimin görevlerinin pratikte asla birbirine karıştırılmaması gerektiği, bu görevlerin ancak birbirinden farklı sınıfsal iktidarlar tarafından çözülebileceği şeklindeki yanılgı o denli yaygındı ki, 1917 başında Bolşeviklerin önemli bir çoğunluğu bile bu yanılgıya kapılmışlardı. Onları bu yanılgıdan kurtaran ve doğru bir çizgiye çeken, Lenin’in enerjik ve kararlı müdahalesi oldu. Bu nedenle, Şubat devrimini ve onu takip eden Mart-Nisan sürecinde Bolşevik Parti içinde yaşanan mücadeleyi hatırlamak yararlı olacaktır. Böylelikle, doğru bir devrim perspektifinin, doğru bir teorik kavrayış ve politik çizginin nasıl hayati bir sorun olduğunu görmekle kalmayacağız, aynı zamanda inanmış ve kendini işçi sınıfının davasına adamış komünistlerden oluşan devrimci örgütlerin bile doğru bir merkezi önderlikten yoksun olduğu koşullarda nasıl bataklığa saplanabileceğini de görmüş olacağız.
Bolşeviklerin Şubat Devrimi imtihanı
Rusya’da halka kan kusturan, onu sefalete, yoksulluğa, savaşın getirdiği ölümlere ve siyasal esarete mahkum eden Çarlık rejimi, 1917 Şubatında, aslında Bolşevikler de dahil olmak üzere kimsenin beklemediği bir anda ve hiç de hayal edilemeyecek denli kolay ve çabuk bir şekilde yıkılıvermişti. O kadar ki, Lenin devrimin patlak vermesinden sadece haftalar önce, kendi kuşaklarının devrimi göremeyebileceklerini söylemişti. Diğer büyük devrimler gibi Şubat Devrimi de, emekçi kitlelerin doğrudan inisiyatifi ile gerçekleşmişti. Ne Bolşeviklerin ne de diğer sol grupların başlangıçta devrimin gelişimi üzerinde tayin edici bir etkisi olmuştu. Bolşevik önderlerin çoğu hapishanelerde, yurt içinde ya da yurtdışında sürgün durumundaydılar. Tutuklamalar, sürgünler ve polis operasyonları nedeniyle güçsüz düşen illegal Bolşevik örgütün yerel komiteleriyle parti merkezi arasındaki iletişim, bu kadar hızla gelişen olaylara aynı hızla karşılık verebilecek bir durumda değildi. Bu nedenle de partinin gerçek devrimci ruhu olan Lenin’in yurtdışından dönüşüne kadar, Bolşevik Parti içerisinde önemli bir kargaşa, kafa karışıklığı yaşandı. Bolşeviklerin Petersburg Komitesi ile Parti Merkezi arasında ve hatta Petersburg’un kimi yerel komiteleri ile il komitesi arasında anlaşmazlıklar başgöstermişti.
Rusya’daki Bolşevikler arasında devrimin ortaya çıkardığı sorunlara ilişkin en önemli ayrım noktaları, Geçici Hükümete karşı takınılacak tutum ve Menşeviklerle ilişkiler meseleleri üzerinde odaklaşıyordu. Örneğin, Petersburg’un en önemli sanayi bölgesi olan Viborg bölgesindeki Bolşevik parti örgütü, Geçici Hükümeti tanımayarak 1 Martta, “Petersburg Sovyetinin kendisini geçici devrim hükümeti ilan etmesi”ni talep eden bir bildiri yayınlamıştı. Bu yaklaşım, sürgünden dönüşünde Lenin’in açıklayacağı “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganı ile örtüşüyordu. Ancak Menşevikler ve Sosyal-Devrimciler gibi, Bolşeviklerin Petersburg Komitesi de Geçici Hükümetin desteklenmesinden yana tutum takınmıştı!
Son derece hayati bir sorun hakkındaki tartışma, Stalin ve Kamenev gibi önderlerin 12 Martta sürgünden dönmeleriyle netleşti. Fakat bu netleşme Geçici Hükümet lehine gerçekleşmişti! Stalin ve Kamenev’in yazı kuruluna girdikleri Bolşevik gazetesi Pravda, Geçici Hükümeti destekleme ve üstelik bu desteği “şartlı destek”ten “tam desteğe” çevirme çizgisini izledi ve Bolşevikler arasında bu görüşün yayılmasına yol açtı. Dahası Kamenev, savaşa karşı tutum almayı ve savaştan çekilmeyi “ahmaklık” olarak nitelendiren yazılar kaleme aldı.
Lenin ise çok farklı düşünüyor ve bu uzlaşmacı çizgi ile asla birarada olamayacağını belirtiyordu. Mart ayı içerisinde, henüz İsviçre’de sürgündeyken, beş ayrı mektup yazarak görüşlerini dile getirdi. 7 Mart tarihli ilk mektubunda, Geçici Hükümeti, kapitalist büyük toprak sahiplerinin ve burjuvazinin emperyalist hükümeti olarak değerlendiriyor, onların zaten çoktan beridir iktisaden egemen sınıf olduğunu, 1914-17 arasında görülmemiş bir çabuklukla tüm yerel iktidar aygıtlarını ve Duma’yı ele geçirdiğini, bu burjuva sınıfın 1917 başlarında iktidara “hemen hemen tamamen” geçtiğini, Şubat devrimiyle birlikte ise resmen iktidara geldiğini belirtiyordu. Ama, “resmi olmayan, henüz gelişmesinin başlangıcında, görece güçsüz bir işçi hükümeti, asıl hükümet” de ortaya çıkmıştı. Petersburg İşçi Temsilcileri Sovyeti idi bu hükümet.
Ne var ki Sovyet, Geçici Hükümeti destekliyordu! Lenin, bu durumdan, yanılsamalar içindeki işçilerin kuyruğuna takılarak Geçici Hükümete “eleştirel destek” verme sonucunu değil, işçilere hükümetin burjuva ve gerici doğasını ısrarla ve sabırla açıklamak gerektiği sonucunu çıkarmıştı. Ona destek vermek “işçilere ihanet etmek, proletarya ülküsüne, barış ve özgürlük ülküsüne ihanet etmek demektir” diyordu. Görev, işçi hükümetinin, yani Sovyet’in, “işlev, önem ve gücünün pekişmesi, yaygınlaşması ve gelişmesi”ni sağlamaktı. Tek güvence, silahlanmış işçilerdi. Devrimin “birinci evresi”nden “ikinci evresi”ne geçiş dönemiydi sözkonusu olan. İşçiler kendi zaferleri için hazırlanmalıydılar. Mektup şu şekilde bitiyordu: “Proletarya, güncel geçiş döneminin özelliklerinden yararlanarak (…) ilkin demokratik cumhuriyetin fethine ve köylülerin büyük toprak sahipleri üzerindeki tam zaferine, ardından da savaşta gücü tükenen halklara barış, ekmek ve özgürlük verecek tek şey olan sosyalizme yürüyebilir ve yürüyecektir de.” Lenin’in mesajı çok açıktı. Ve bu nedenle de Stalin-Kamenev denetimindeki Pravda’da bu mektup kısaltılarak yayınlandı.
2., 3. ve 4. mektuplarında bu hususların farklı boyutlarını ele aldı. 5. mektupta ise, işçi hükümetinin sovyet tarzında örgütlenmesi, burjuva devlet aygıtının parçalanması ve yerine silahlı halk milisinin geçirilmesi, büyük toprak mülkiyetine el konması için yoksul köylülüğün desteğinin kazanılması, üretimin kontrolünün ve önemli ürünlerin dağıtımının sağlanması, kırlarda tarım işçileri sovyetlerinin kurulması gereğinden bahsetmekteydi. Devlet iktidarı işçilerin ve yoksul köylülerin eline geçmeliydi. Bu tedbirler “bütünlükleri ve evrimleri içinde düşünülürse sosyalizme doğru bir geçişi” oluşturacaktı! Ne var ki, ilki hariç bu mektupların hiçbiri Stalin-Kamenev denetimindeki Pravda’da yayınlanmadı! Dahası 1924’e kadar bu mektuplar basılmadı. Lenin’in düşünceleri partiden gizlenmeye çalışılıyordu. Parti örgütlerinin çoğu, Stalin-Kamenev’in Geçici Hükümeti destekleyen ve Menşeviklerle işbirliğini savunan çizgisinden yanaydılar. Mart ayı sonunda Petersburg’da toplanan Bolşeviklerin Rusya konferansı, Stalin-Kamenev’in başını çektiği çizgiyi onayladı: Geçici Hükümet desteklenecek ve Menşeviklerle işbirliğinin yolları aranacaktı! Lenin’in çizgisi, apaçık bir azınlık durumunda kalmıştı.
3 Nisanda Rusya’ya ancak dönebilen Lenin, “bizim parlamenter bir cumhuriyete, burjuva demokrasisine” ihtiyacımız yok diyordu. Gerekli olan sovyet hükümeti idi. 4 Nisandaki Parti toplantısında ünlü Nisan Tezleri’ni okudu. Bu tezler özetle şöyleydi: 1) Savaşın sürdürülmesi politikasına hiçbir ödün verilemez, 2) İktidarı burjuvaziye vermiş olan devrimin birinci aşamasından, iktidarı proletaryaya ve köylülüğün yoksul kesimlerine verecek olan ikinci aşamasına geçilmelidir, 3) Geçici hükümet hiçbir şekilde desteklenmemelidir, 4) Sovyetler, “mümkün olan biricik” devrimci hükümet olabilir, 5) Bir parlamenter cumhuriyet değil komün tipinde bir devlet; işçiler, ücretliler ve köylü temsilcileri sovyetlerinin cumhuriyeti, 6) Büyük toprak sahiplerinin topraklarına el koyulması, bütün toprakların ulusallaştırılması, yoksul köylü sovyetlerinin denetimi, kolektif çiftlikler, 7) Bankaların tek bir banka halinde devletleştirilmesi, 8) Derhal sosyalizme girmek yani kapitalist işletmelere el koymak değil, işçi denetimi, 9) Partinin programını ve ismini değiştirmek, 10) Yeni bir Enternasyonal kurmak.
Bu tezler, apaçık bir biçimde gündeme bir proleter devrimi ve onun zaferiyle kurulacak komün tipi bir devleti sokuyordu. Bu nedenle de tezler, Bolşevikler arasında şaşkınlık yarattı. Tezler 7 Nisanda Pravda’da yayınlanırken, yazı kurulu şu notu koyuyordu: “Lenin’in genel şeması burjuva demokratik devrimin tamamlandığı ve sosyalist bir devrime geçişi önerdiği için bizce kabul edilemez görünüyor.” 8 Nisanda Bolşeviklerin en önemli örgütü olan Petersburg Parti Komitesi, tezleri 2’ye karşı 13 oyla reddetti! Lenin için en çetin mücadelelerden biri başlamıştı.
9 Nisanda İktidar İkiliği Üzerine adlı bir makale daha yayınladı. Bu makalede, iktidar ikiliği durumunu açıklıyor ve komün tipi devleti tanıtarak, sovyetlere dayalı bu tipte bir devletin gerekliliğini savunuyordu. Ardından 10 Nisanda Taktik Üzerine Mektuplar adlı bir broşür kaleme aldı. Bu broşür, Nisan Tezleri’ni teker teker ele alarak açıklıyor, bu tezlere yönelik eleştirileri yanıtlıyordu. Nisan ayı sonunda gerçekleşecek Bolşevik Parti Konferansından hemen önce Lenin’in deyişiyle “platform taslağı olarak” kaleme alınan bu broşür de yayınlanamadı ya da yayınlanmadı! Konferans delegelerine ancak daktilo ile çoğaltılarak ulaştırılabildi. Lenin görüşlerini parti çoğunluğuna kabul ettirebilmek için parti üyeleri arasında kıyasıya bir mücadeleye girişmişti.
Nisan ayı sonunda toplanan 7. Tüm Rusya Bolşevik Konferansı, yine tartışmaların ve çetin bir mücadelenin sonucunda, Lenin’in Nisan Tezlerinin ilk sekiz tanesini onayladı. Tezler, farklı düzeylerde onay görmüştü. Örneğin savaşı desteklememe tezi, 133 oy hakkına sahip delegeden yalnızca 7’sinin çekimser oyu dışında oybirliği ile kabul edilirken, sosyalist devrime hazırlanılması gerektiğine dair karar, 39 aleyhte, 8 çekimser oya karşılık 71 oyla ancak kabul edilebilmişti. Dahası Lenin’in son derece önem atfettiği, partinin isminin Komünist Parti olarak değiştirilmesi ve yeni bir Enternasyonal’in inşasına girişilmesi önerisi (9. ve 10. tezler), tek bir lehte oy alarak reddedildi. O tek oy da Lenin’inkiydi!
Devrimci önderliğin önemi
Lenin’in kurduğu parti, bir aydan uzun süren büyük bir mücadele sonucunda, en azından Rus devriminin acil görevleri hususunda Lenin’in çizgisine önemli bir çoğunlukla tekrar kazanılmış ve proleter devrim çizgisine oturtulmuştu. Ne var ki, Lenin’in tüm ısrarlarına rağmen, partinin adının, programının değiştirilmesi ve Komünist Enternasyonal’in kurulmasına girişilmesi konusunda gösterilen zaaf hiç de küçümsenecek türden değildi. Nisan Tezleri’nin bu son iki maddesi birer ayrıntı olmanın sonsuz derecede ötesinde bir önem taşımaktaydı. Lenin, dünya savaşının her ülkede devrimlere gebe bir ortam yarattığını hissediyordu. Sürgünden Rusya’ya geri dönüşünde trenden inerken yaptığı konuşmayı “Yaşasın sosyalist dünya devrimi” sloganı ile bitirmişti. Onun gibi, devrimlerin ancak sapasağlam bir devrimci partiyle gerçekleştirilebileceğine inanan bir devrimci açısından, yaklaşmakta olan sosyalist dünya devrimini muhakkak yeni bir Komünist Enternasyonal ile karşılamak gerekiyordu. Aksi takdirde, dünya devrimi olanağı heba edilecek ve bu durumda Rusya’da da bir proleter devrimin ayakta kalma şansı olmayacaktı.
Lenin’in öngörülerinin ne denli sağlam ve doğru olduğu birkaç yıl içinde tüm çıplaklığı ile ortaya çıktı. Avrupa’da devrimler patlak verdi ve hepsi de yenilgiyle sonuçlandı. Komünist Enternasyonal’in inşasına girilmekte çok geç kalınmıştı. Başta Alman devrimi olmak üzere yenilen Avrupa devrimiyle birlikte Ekim 1917 devrimiyle kurulmuş olan işçi devleti de büyük sıkıntılarla boğuşmaktan ve en sonunda Stalin’in önderliğindeki bürokrasi tarafından boğazlanarak yok edilmekten kurtulamadı.
Lenin olmasaydı Rus devriminin kaderinin ne olacağı sorunu çok tartışılmıştır. Bu kısa özetten bile şu sonucu çıkarmak rahatlıkla mümkün: O olmasaydı, Bolşevikler Şubat devrimi sınavından geçemeyeceklerdi! Lenin’in bizzat inşa ettiği Bolşevik Parti içinde enerjik bir çalışmayla yıllar içerisinde sağladığı ve her kritik aşamada yeniden tesis ettiği siyasi otorite olmasaydı, yolunu kaybetmiş bir şekilde Menşevizme doğru kaymaya başlayan Bolşevik Parti, Rus devriminin dehlizlerinde kaybolup giderdi. Lenin’in müdahalesi olmasaydı, Nisan Konferansında rota düzeltilmez ve bu durumda Ekim devrimi de mümkün olmaz, Rus devrimi “eski Bolşevikleri” de yanına katarak Menşevizmin uzun yıllara yayılan kapitalist gelişme perspektifine saplanıp kalırdı.
Devrimci durumlar, devrimci parti ve örgütlerin kararlarıyla ortaya çıkmazlar. Proleter kitlelerin, iktidarı ele geçirme mücadelesi, devrimci partilerin emriyle başlatılamaz. Ne var ki bu temel gerçekten, devrimci partilerin hatta ve hatta bu partilerin tek tek önderlerinin devrim süreçlerinde belirleyici bir etkisi olmadığı sonucu asla çıkartılmamalıdır. Bilâkis, tüm sınıf mücadelesi tarihinin çok acımasızca kanıtladığı gibi, devrimci partiler ve bu partilerin başında gerçekten devrimci, deneyimli, birikimli, kitlelerin nabzını tutabilen ve siyasal atmosferi ve güç dengelerini doğru okuyabilen bir önderler ekibi olmadan proleter devrimler asla zaferle sonuçlanamaz. Tarihin devrimci momentlerinde, gerçekten devrimci bir kurmayın, ve bu kurmaya bağlı disiplinli bir devrimciler ordusu olan devrimci bir partinin varlığı sıradan bir öznel etken olmanın çok ötesinde bir anlam ve önem taşır. Böyle bir kurmayın ve onun devrimci ordusunun varlığı devrimin zafere ulaşmasının en temel koşuludur. Onun yokluğu, devrim sürecinin başarıya ulaşamaması demektir. Günümüzün örgütsüzlük koşullarında, 1917 Şubat-Ekim sürecinden çıkan bu dersin altını döne döne çizmemiz gerekir.
Rus devriminin önderlerinden olan Troçki’nin ise 1905 devrim sürecinde sürekli devrim perspektifini geliştirdiği bilinir. Neydi bu perspektifin özü? Köylülüğün proletaryadan ve burjuvaziden bağımsız bir çizgisinin olamayacağı, dolayısıyla geri ülkelerde demokratik devrimin görevlerini ancak yoksul köylülerin desteğini kazanmış bir proletarya iktidarının tam olarak çözebileceği ve ulusal arenada zafer kazanan devrimin, zaferini ancak uluslararası arenada tamamlayarak garanti altına alabileceği. Bu tezlerin hepsi stratejik tespitler olarak Rus devrimiyle tek tek doğrulanmıştır.
Ancak devrim sorunu tek başına doğru perspektif ve öngörü sorunundan ibaret olmadığı gibi, devrimlerin kaderi de yalnızca bununla belirlenmemektedir. Bunun yanısıra devrimci partinin devrimdeki rolü ve önemi konusunda da doğru bir kavrayışa ve buna uygun bir pratiğe sahip olmak tayin edici niteliktedir. Nitekim Troçki’nin de 1917 Rus devrim sürecinden çıkarttığı en önemli ders bu oldu ve bunu 1917 Temmuzunda Bolşeviklere katılarak kanıtladı. Şurası çok açık ki, Lenin ve Troçki, 1917 Temmuzunda yıllar süren siyasal anlaşmazlıkları bir tarafa bırakarak en sıkı işbirliğini geliştirmekle kalmadılar, aynı politik çizgiyi ve taktikleri savunarak Ekim devrimine önderlik ettiler. İkisinin adı tüm dünya işçilerinin kafasına Rus devriminin önderleri olarak kazındı.
1917 Şubat devrimi bir burjuva devrimiydi. Ancak bu devrim, hiçbir görevini yerine getirmedi, getiremezdi de. Demokratik görevleri tüm içeriğiyle, tutarlı ve radikal tarzda ancak proletarya iktidarının çözebileceğini kavrayamayanlar, tıpkı o dönemde olduğu gibi bugün de, burjuvazinin şu veya bu kanadının peşine takılmaktan kurtulamazlar. Dünya komünist hareketi için bir kâbus olan II. Enternasyonal’in ve Stalinizmin bu aşamacı anlayışının karşısında proleter sürekli devrim anlayışı bugün parıldamaya devam ediyor.
link: Oktay Baran, Şubat Devriminden Hatırlanması Gerekenler, 22 Şubat 2006, https://en.marksist.net/node/932
İran Hedef Tahtasında
Geçiş Sorunu ve Geçiş Programı / 2