

Hamas’ın 7 Ekim 2023’te başlattığı saldırıyı Siyonist planları için bulunmaz fırsat olarak değerlendiren İsrail devleti, Gazze’yi hava ve kara bombardımanlarıyla yerle bir etti. Soykırım harekâtına dönüştürülen bu savaş, Gazze halkının güneye sürülmesiyle başlayan bir tehciri de içeriyordu. Fakat baştan beri dile getirdiğimiz gibi, asıl amaç Filistinlilerin bir bütün olarak tehciriyle birlikte Filistin’in tamamının ilhak edilmesiydi. Netanyahu daha ilk günlerde, topyekûn savaşla Hamas’ın ve Filistinli örgütlerin tüm üyelerinin yok edileceğini ve bu harekâtın bütün Ortadoğu’yu değiştireceğini söylemişti. Savunma Bakanı Gallant ise “ölümcül bir savaş olacak, kesin bir savaş olacak ve durumu sonsuza dek değiştirecek bir savaş olacak” diyerek, Filistin’i imha planını tüm dünyaya duyurmuştu. Hatırlanacaktır, o günlerde Gallant Filistinlileri “insansı hayvanlar” olarak nitelendirip yok edilmeleri gerektiğini savunuyordu. Gerçekten de bir yok etme harekâtına girişildi.
Netanyahu geçtiğimiz Ocak ayında Hamas’la üç aşamalı bir ateşkes anlaşması imzaladı. Bu anlaşma, altı hafta sürecek ilk aşamada her iki tarafın da esirlerin bir bölümünü, ardından da tümünü serbest bırakmasını ve Gazze halkının geri dönmesini, üçüncü aşamada ise Gazze’nin yeniden inşasıyla ilgili çalışmaların başlatılmasını öngörüyor. Fakat yürürlüğe girer girmez İsrail Savunma Bakanı Katz’dan gelen “ateşkesin ikinci aşamasına geçilmeyecek” açıklamasının da gösterdiği gibi, İsrail’in niyeti esir takası sona erer ermez imha ve tehcir planını kaldığı yerden devam ettirmektir. Aslında sözde ateşkes sürecinde katliamın dozunu düşürmekle birlikte saldırılarını sürdüren Siyonist devlet, Batı Şeria’yı Gazze’ye çevirmek için de harekete geçmiştir. Batı Şeria sokakları buldozerlerle tarumar edilmekte, İsrail ordusu başta Cenin olmak üzere pek çok kentte ağır saldırılar düzenlemektedir. Mülteci kamplarını basıp evleri bombalamaya başlayan İsrail, sadece ateşkes sürecinde yüzlerce Filistinliyi katletmiştir. Son haftalarda Batı Şeria’da 40 bin Filistinli yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalmıştır. İsrail yönetimi ordunun bir yıl Batı Şeria’nın kuzeyinden çekilmeyeceğini açıklamıştır. Trump’ın açıklamalarının da gösterdiği gibi İsrail-ABD yapımı tehcir planı adım adım hayata geçirilmektedir.
İsrail’in ABD’nin kayıtsız şartsız desteğiyle Filistin’i parça parça yutarak yok etme planının temelleri aslında Trump’ın ilk başkanlık döneminde atılmıştı. 2017 Aralığında Kudüs’ü resmen İsrail’in başkenti olarak tanıyan Trump, Amerikan büyükelçiliğini de Kudüs’e taşıma kararı almıştı.[1] O dönemde Batı Şeria’da yeni “yerleşim”lerle sürekli genişletilen işgali meşru kabul eden, Suriye’ye ait olmasına rağmen İsrail tarafından işgal edilen Golan Tepelerini İsrail toprağı olarak tanıdığını duyuran ve Filistin yönetimine verilen yüz milyonlarca dolarlık yardımı kesen de yine Trump’tı. İki yıllık bir hazırlığın ardından 2020 Ocağında Netanyahu’yla birlikte “Yüzyılın Anlaşması” diye lanse ettikleri planla ise bugünkü tehcir projesinin zeminini döşemişlerdi. O günlerde kaleme aldığımız bir yazımızda dile getirdiğimiz gibi, “ABD-İsrail ürünü bu zorbalık, yeni ilhaklarla daha da küçültülen toprak adacıklarını Filistinlilere «devlet» olarak dayatıyor ve aslında onyıllardır adım adım gerçekleştirilen İsrail işgalini resmîleştirerek Filistin’i ortadan kaldırmanın ayrıntılı formülasyonunu sunuyor”du.[2]
ABD-İsrail, o tarihlerde, içi tümüyle boşaltılmış da olsa bir “Filistin devleti”nden söz etmek zorunda hissetmişlerdi kendilerini. Fakat Suriye’de olanlar da dâhil olmak üzere 7 Ekim 2023’ten bu yana yaşananlar, zorbaların artık sınırsız bir rahatlıkla hareket etmelerinin önünde hiçbir engel görmediklerini gösteriyor. Netanyahu bir Filistin devletinin kurulmasına kesinlikle izin vermeyeceklerini söylüyor. Birinci Dünya Savaşıyla sınırları çizilen Ortadoğu üçüncüsüyle yeniden dizayn edilirken, ABD-İsrail planlarında Filistin ortadan kaldırılacak bir ülke, Filistinliler ise tehcir edilecek bir halk olarak yer alıyor.
Öyle bir konjonktürden geçiyoruz ki, daha önce açık etmekten bile çekinilen şeyler şimdi Trump gibiler tarafından pervasızca dillendiriliyor, hatta bununla da kalınmayıp eyleme geçiliyor. Amerikan yardımları karşılığında Ukrayna’ya değerli madenleri, mineralleri, petrol ve doğalgaz yatakları, limanları vb. üzerinden yüz milyarlarca dolarlık bir kapitülasyon anlaşması dayatan Trump, “500 milyar dolar değerinde nadir toprak elementleri istedim. Onlar da bunu kabul etti. En azından artık aptal gibi hissetmiyoruz” demişti. Belli ki İsrail’den de Filistinlilere ve Filistin’e yönelik planlarını gerçekleştirme serbestisi karşılığında Gazze’yi istemektedir.
Tam bir emlakçı/müteahhid ağzıyla konuşan Trump, “Ortadoğu’nun Riviera’sı” yapmaktan dem vurduğu Gazze için şu ifadeleri kullanmaktadır: “Buranın sahibi ben olacağım. Bunu gelecek için bir emlak geliştirme olarak düşünün. Güzel bir arazi parçası olacak. Büyük paralar harcanmaz.” “Orayı devralacağız ve elimizde tutacağız. Eninde sonunda Ortadoğu’daki insanlar için pek çok iş imkânı yaratacak bu projeyi hayata geçireceğiz. Burası bence bir elmas olabilir.”[3]
Bu arada emlak baronu, inşaat faaliyetleri için “taşeronlara” pay verme lütfunu göstermekten de geri durmamaktadır: “Ortadoğu’daki diğer devletlere oranın bazı bölümlerini inşa etmeleri için verebiliriz.”
Kimsenin yaşamadığı boş bir arazi parçasına alışveriş merkezleri, oteller vb. inşa etme rahatlığıyla ve voleyi vurma şevkiyle konuşan Trump’ın gözünde, Gazzeli milyonlarca Filistinlinin hiçbir hükmü yoktur. “Rantsal dönüşüm” bölgelerinden uzaklaştırılan emekçiler nasıl dikkate alınmıyorsa, Filistin halkı da insan yerine konmamakta, o toprakların onların binlerce yıldır yaşadıkları ata toprakları olduğu zerrece umursanmamaktadır. Trump’ın son olarak yayınladığı yapay zekâ ürünü “Trump Gaza” videosu ise toksik megalomaninin doruğudur![4]
Filistinlilerin kara geçişlerinin yanı sıra deniz ve hava yolları üzerinden Gazze’yi terk etmesi konusunda orduya plan hazırlama talimatı verdiğini söyleyen İsrail Savunma Bakanı Katz, Trump’ı aratmayan bir pervasızlıkla, “Başkan Trump’ın cesur planını memnuniyetle karşılıyorum, Gazze sakinlerine tüm dünyada olduğu gibi ayrılma ve göç etme özgürlüğü tanınmalı” demektedir.
Malûm, dünyanın en zengin kapitalislerinden Bernard Arnault, işten çıkarmaları “farklı şirketlerde daha iyi işlere terfi ettirilme” olarak nitelendirmişti geçtiğimiz günlerde. Tehcirci İsrail’in de Filistinlilerin kendi topraklarından sürülmelerini “ayrılma ve göç etme özgürlüğü” olarak nitelendirmesine şaşırmamak lazım, değil mi?!
Netanyahu’nun seve seve onay verdiği bu planı hayata geçirmenin ilk koşulu elbette Filistinlilerin Gazze’ye dönüşünü ilelebet engelleyecek bir tehcirin gerçekleştirilmesidir. Nitekim “Gazzeliler için Mısır ve Ürdün’de daha güvenli ve yaşanabilir alanlar inşa edeceklerini” söyleyen Trump, bu planda Filistinlilerin geri dönme hakkının olmayacağını belirtiyor. Her yıl milyarlarca dolar verdiklerini söylediği Mısır ve Ürdün’ü sopa sallayarak hizaya getirmeye çalışıyor. Filistinliler için “gerçekten güzel” kamplara konaklık etmesi düşünülen ülkeler Mısır ve Ürdün’le de sınırlı değil. “Ürdün olabilir, Mısır olabilir, başka ülkeler olabilir” diyor Trump, “dört, beş veya altı bölgeye dağılabilirler, tek bir bölge de olmak zorunda değil”. Öyle ki, Edonezya’nın bile adı geçiyor.
“Büyük İsrail” Siyonist projesini hayata geçirmek için Filistin’den Suriye’ye, Lübnan’dan Ürdün’e işgali adım adım yayan İsrail devleti ağır insanlık suçları işleyen bir terör makinesine dönüşmüştür ve buna rağmen tüm dünyaya “hayatta kalma hakkı” adına kayıtsız şartsız desteklenmeyi dayatmaktadır. Dünyanın dört bir yanındaki Yahudilere de onların temsilcisi olduğunu ve yaptığı her şeyin doğru olduğunu dini atıflarla kabul ettirmeye çalışmaktadır. Yahudilerin millet olarak saldırı altında olduğunu ve İsrail’in onların koruyucu limanı olduğunu iddia etmektedir. Oysa Yahudiler tüm dünyada saldırı altında olmadıkları gibi, onları anti-semitizme karşı savunmasız bırakan asıl şey Yahudiliğin İsrail ve Siyonizmle özdeşleştirilmesidir. Siyonistlerin tüm iddialarına rağmen İsrail tüm Yahudilerin devleti değildir, onun kuruluş ideolojisi olan Siyonizm de tüm Yahudilerin paylaştığı bir ideoloji değildir. Bugün başta ABD olmak üzere tüm dünyada Siyonizme karşı ideolojik mücadele veren geniş bir Yahudi topluluğu bulunmaktadır.
Etnik temizlik planına tepkiler
Bu canavarca etnik temizlik planının hayata geçirilip geçirilemeyeceği elbette başta Arap ülkeleri olmak üzere dünyadan gelecek tepkinin büyüklüğüne bağlıdır. Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan tarafından reddedilen bu plana Rusya, Çin ve Avrupa ülkeleri de karşı çıkıyorlar. Fakat şimdiye kadar “kabul edilemez” dedikleri her şeyi yalayıp yutanların ABD ve İsrail’i ne kadar engelleyebilecekleri tartışmalıdır.
Bununla birlikte, Avrupa’nın yanı sıra Suudi Arabistan, Katar ve BAE ile temas halindeki Mısır, haftalardır geniş kapsamlı bir Gazze planının hazırlıklarını yürütüyordu. Nihayet tamamlanan ve Arap Zirvesinde kabul edilen bu plan, genel hatlarıyla, Gazze’nin Filistinliler çıkarılmadan yeniden inşa edilmesini ve Gazze’yi yönetmek üzere Hamas’a ve Batı Şeria’daki Filistin Yönetimine bağlı olmayan bir yönetim kurulmasını esas alıyor. Gazze’de Filistinlilerin yaşayabileceği “güvenli bölgeler” kurulmasıyla eş zamanlı olarak Mısırlı ve uluslararası inşaat firmalarının altyapıyı yenilemeleri öngörülüyor. Beş yıl süreceği düşünülen bu yeniden inşa faaliyetinin 53 milyar doları bulması beklenirken, bu maliyetin uluslararası bir fonla karşılanması planlanıyor. Fakat Arap Zirvesinde kabul edilmesinin üzerinden bir gün bile geçmeden İsrail ve Trump tarafından reddedilmesi, bu planın hayata geçirilmesinin pek de mümkün olmadığını gösteriyor.
Başta Mısır ve Ürdün olmak üzere Arap devletleri, milyonlarca Filistinlinin yurdundan sürülmesinin nasıl bir karışıklığa yol açabileceğini, onları kabul ettikleri takdirde içlerine bir saatli bomba almış olacaklarını ve Filistin halkına yapılan bu muameleden dolayı kendi halklarından da büyük tepki göreceklerini düşünerek bu tehcir planına karşı çıkmaktadırlar. Yoksa ne Filistin halkı umurlarındadır, ne de Filistin davası. Bu, Hamas ve Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi (Abbas yönetimi) için de geçerlidir. Bu burjuva güçler, İsrail’in Filistin’i yavaş yavaş yutarak meseleyi buraya kadar getirebilmesinin başlıca sorumlularıdırlar. Hamas’ın son süreçteki rolü ise bir milleti ve ülkeyi uçuruma iten son vuruş olmuştur adeta. Gelinen noktada Hamas, Gazze’de iktidarı bırakmaya hazır olduğunu, bölgeyi kendisinin katılmadığı bir Filistin birlik hükümetinin ya da teknokratlardan oluşan bir komitenin yönetmesini kabul ettiğini ifade etmektedir. Filistin Yönetimi ise Gazze’de kendisini dışlayan her türlü plana karşı çıkacağından dem vurmaktadır. Sanki kendilerine fikirlerini soran bir İsrail varmış, sanki en ufak bir hükümleri kalmış gibi!
Kendisini halen Gazze fatihi olarak göstermeye çalışan ve İsrail’in Gazze savaşında hiçbir hedefine ulaşamadığını iddia edebilen Hamas’ın, esir takasları sırasında yaptığı şovlardan başka hiçbir şey yapacak gücü kalmamıştır. Hamas’ın 7 Ekim “hamlesi” ortada Gazze diye bir yer kalmamasıyla sonuçlanmasına rağmen, Türkiye solunda halen, Hamas’ın İsrail’e diz çöktürdüğünü, İsrail’in amaçlarına ulaşamadığını, bu yüzden de yenilgiye uğradığını söyleyenler olduğunu görünce insanın nutku tutulmaktadır!
İrili ufaklı tüm burjuva güçler sınıf çıkarlarını her türlü insani, vicdani değerin önüne koyarak hareket ederken, Filistin halkını sürüklendiği soykırım ve tehcirden koruyabilecek yegâne güç dünya işçi sınıfıdır. İşçiler de kendi sınıfsal çıkarlarına göre hareket etmelidirler. Ama o çıkarların, burjuva sömürgenlerin kârı en yüce değer belleyen çıkarlarıyla hiçbir ilgisi yoktur. İşçi sınıfının çıkarları tüm ezilenlerin enternasyonalist dayanışmasından ve mücadelesinden geçmektedir. Çünkü kurtuluşumuz ancak sömürüsüz, sınıfsız, sınırsız bir dünyayla mümkün olacaktır.
Tüm ezilen halkların ve ezilen sınıfların özgürlüğü için, barış için işçi sınıfının devrimci mücadelesini yükseltelim!
[1] Özgür Doğan, Ortadoğu Savaşı, Kudüs ve Filistin Sorunu, 16 Aralık 2017
[2] İlkay Meriç, ABD-İsrail Ortak Yapımıyla “Yüzyılın Zorbalığı”, 15 Şubat 2020
[3] Doğrusu, bunları okurken, 2015’deki hendek-barikat direnişini vahşetle bastıran ve bu sırada Diyarbakır’ın tarihi Sur bölgesini yerle bir eden AKP hükümetinin başbakanı Davutoğlu’nun o günlerde söylediği şu sözleri hatırlamamak mümkün değildir: “Diyarbakır Sur’u öyle inşa edeceğiz ki aynen Toledo (İspanya) gibi mimari dokusuyla herkesin görmek istediği bir yer haline gelecek.”

link: İlkay Meriç, Trump Ürünü Gazze Planı: İnsanlık Sınanıyor!, 6 Mart 2025, https://en.marksist.net/node/8461
Kenetlensin Ellerimiz, Mücadeleyi Büyütelim!