

Bölüm 20: Tüccar Sermayesi Üzerine Tarihsel Bilgiler
Bu bölüme kadar yapılan açıklamalardan kolaylıkla anlaşılabileceği üzere, tüccar sermayesini sanayi sermayesinin özel bir türü olarak ele almaktan daha saçma bir şey yoktur. Her bir sanayi sermayesinin kendi yeniden üretim sürecinin dolaşım evresinde, aslında yalnızca tüccar sermayesine ait işlevleri yerine getirdiğini gözlemlemek bile bu saçma düşünceleri çürütür. Sanayi sermayesinin dolaşımdaki dönüşmüş biçimi ile farklı üretim dallarında henüz üretim yapan üretken sermayeler arasında dağlar kadar fark vardır.
Marx, genelde iktisatçıların sergilediği saçmalıklar dışında, sıradan iktisatçı söz konusu olduğunda, yanlış anlayışın iki nedeni daha olduğunu belirtir. Bunlardan birincisi, bu tür iktisatçının, sanayicinin kârından farklı bir özelliğe sahip olan ticari kârı açıklayamamasıdır. İkincisi ise, kapitalist üretim tarzının özgül biçiminden kaynaklanan meta-sermaye ve para-sermaye biçimlerini ve ayrıca meta ticareti sermayesi ve para ticareti sermayesi biçimlerini üretken sermaye ile bir göstermeye yönelik özürcü çabalarıdır.
Marx’ın belirttiği üzere, Smith ve Ricardo gibi büyük iktisatçılar sermayeyi sanayi sermayesi olarak ele almışlar ve dolaşım sermayesini de (para-sermayeyi ve meta-sermayeyi), gerçekte yalnızca, her bir sermayenin yeniden üretim sürecinde bir evre oluşturduğu kadarıyla incelemişlerdir. Bu nedenle de, özel bir tür olarak ticaret sermayesi karşısında zor duruma düşmüşlerdir. Oysa değer oluşumu ve kâr hakkında, sanayi sermayesinin incelenmesinden dolaysız olaraktüretilen önermeler tüccar sermayesine doğrudan doğruyauymaz. “Bu nedenle tüccar sermayesini gerçekte tümüyle bir yana bırakırlar ve ondan yalnızca sanayi sermayesinin bir türü olarak söz ederler.” Ricardo’nun yaptığı gibi, özel olarak dış ticaret üzerinde durduklarında ise, bu ticaretin değer ve dolayısıyla artı-değer yaratmadığını belirtmekle yetinirler. “Oysa dış ticaret için geçerli olanlar iç ticaret için de geçerlidir.”
Marx, buraya kadar tüccar sermayesinin kapitalist üretim tarzının sınırları içinde ele alındığını belirtir. “Ama yalnızca ticaret değil ticaret sermayesi de kapitalist üretim tarzından eskidir ve aslında tarihsel açıdan sermayenin en eski serbest var olma biçimidir.”
Para ticareti sermayesi daha önce ele alındığından, burada üzerinde durulacak husus meta ticareti sermayesidir. Meta ticareti sermayesi dolaşım alanına hapsolmuştur ve tek işlevi meta mübadelesine aracılık etmektir. O nedenle, onun var olması için basit meta dolaşımı ve para dolaşımına gerekli olanların dışında herhangi bir koşul bulunmaz. “Metalar olarak dolaşıma giren ürünler hangi üretim tarzına (ilkel komünler ya da kölelerin üretimi ya da küçük köylü ve küçük burjuva üretimi ya da kapitalist üretim) dayalı olarak üretilirse üretilsin, bunların meta olma niteliklerinde herhangi bir değişiklik olmaz ve metalar olarak mübadele sürecinden ve ona eşlik eden biçim değişikliklerinden geçmek zorundadırlar.” Tüccar sermayesi, yalnızca, kendisi için verili ön koşulları oluşturan uçların, yani metaların hareketine aracılık eder.
“Ürünlerin ne kadarının ticaret konusu olacağı ve tüccarların ellerinden geçeceği üretim tarzına bağlıdır ve bu konudaki en üst düzeye, ürünlerin dolaysız geçim araçları olarak değil sadece metalar olarak üretildikleri, tam olarak gelişmiş kapitalist üretim aşamasında ulaşılır.” Ancak, her tür üretim tarzında ticaret, mübadele konusu olacak fazla ürünlerin üretilmesini teşvik eder. Bu temelde, üretime, mübadele değerine yönelik olma niteliğini giderek daha fazla kazandırır.
Metaların başkalaşımı, maddi açıdan farklı metaların birbirleriyle mübadele edilmesinden ve biçimsel olarak da M-P (satış); P-M (satın alma) unsurlarından oluşur. Tüccar sermayesinin işlevi, metaların alım satım yoluyla mübadelesinden ibarettir. Tüccar sermayesi yalnızca meta mübadelesine aracılık eder fakat bu mübadelenin, eski dönemler dahil, yalnızca dolaysız üreticiler arasındaki bir meta mübadelesi olduğu düşünülmemelidir. “Kölelik, serflik ve haraç düzeni koşulları altında (ilkel topluluklar söz konusu olduğunda), ürünün sahipleri, yani satıcılar, köle sahibi, feodal bey ve haraç toplayan devlettir. Tüccar, çok sayıda insan için alıp satar. Alımlar ve satımlar onun elinde toplanır ve böylece alım satım, (tüccar olarak) alıcının dolaysız gereksinimine bağlı olmaktan çıkar.”
Meta mübadelelerine tüccarın aracılık ettiği üretim alanlarının toplumsal örgütlenmesi ne şekilde olursa olsun, tüccarın serveti her zaman para cinsinden bir servet biçimindedir ve onun parası her zaman sermaye olarak iş görür. Bunun biçimi her zaman P-M-P' olarak ifade bulur; mübadele değerinin bağımsız biçimi olan para başlangıç noktasıdır ve satış sayesinde bu paranın arttırılması bağımsız amaçtır. Meta mübadelesinin kendisi ve ona aracılık eden işlemler, yalnızca zenginliği değil mübadele değeri olarak zenginliği arttırmanın araçlarından başka bir şey değildir. İtici güdü ve belirleyici amaç başlangıçtaki P’yi üzerine eklenen parayla P' değerine dönüştürmektir. “Tüccar sermayesinin karakteristik hareketi olan bu P-M-P', onu, üreticilerin kendi aralarında gerçekleşen ve nihai amacı kullanım değerlerinin mübadelesi olan meta ticaretinden (M-P-M) ayırır.”
Üretim ne kadar az gelişmişse, para cinsinden servetin o kadar büyük bir bölümü tüccarların elinde toplanırya da tüccar servetinin özgül biçimi olarak görünür. Kapitalist üretim tarzı içinde tüccar sermayesi, sadece, özel bir işleve sahip bir sermaye olarak görünür. “Önceki tüm üretim tarzlarında ve üretimin dolaysız olarak üreticinin geçim araçlarının üretimi anlamına gelmesi ölçüsünde daha fazla geçerli olmak üzere, tüccar sermayesi, sermayenin en üst düzeyli işlevini yerine getiriyormuş gibi görünür.”
Tüccar sermayesinin, kapitalist üretim tarzının gelişmesi için tarihsel bir koşul olduğunu vurgular Marx. Onun varlığı ve belirli bir düzeye kadar gelişmesi, birincisi, para cinsinden servet yoğunlaşmasının ön koşuludur. İkincisi, kapitalist üretim tarzı, ticaret için üretimi, tek tek müşterilere satış yapılması yerine büyük ölçekli satışların yapılması temelinde tüccarın varlığını şart koşar. “Diğer yandan, tüccar sermayesindeki her tür gelişim, üretimin giderek mübadele değerine yönelik bir karakter kazanmasına ve ürünlerin giderek metalara dönüşmesine yol açar.” Fakat kuşkusuz, tüccar sermayesinin gelişimi, diğer bazı faktörler olmaksızın, tek başına bir üretim tarzından bir başkasına geçişe aracılık etmeye de, onu açıklamaya da yetmez.
Kapitalizm geliştikçe, tüccar sermayesinin geçmişteki bağımsız varlığına son verilerek genel olarak sermaye yatırımının özel bir uğrağına dönüştürülür ve kârların eşitlenmesi tüccar sermayesinin kâr oranını genel ortalamaya indirir. “Artık, yalnızca, üretken sermayenin aracısı olarak iş görür. Burada, tüccar sermayesinin gelişimiyle oluşan toplumsal koşullar belirleyici olmaktan çıkar; buna karşın, tüccar sermayesinin egemen olduğu yerlerde, eskimiş koşullar hüküm sürer. Bu söylenen, aynı ülkenin içinde bile geçerli olur; örneğin, saf ticaret şehirlerinin sanayi şehirlerine kıyasla geçmişteki koşullarla çok daha çarpıcı benzerlikler gösterdiği ülkelerde böyledir.” Bu duruma İngiltere’den örnek verir Marx. Şöyle ki, modern İngiliz tarihinde ticaret şehirleri, siyasal olarak gerici ve sanayi sermayesine karşı toprak aristokrasisiyle ve mali aristokrasiyle birlik halinde görünmüştür. İngiliz tüccar sermayesi ve mali aristokrasi, sanayi sermayesinin eksiksiz egemenliğini, ancak tahıldan alınan gümrük vergilerinin kaldırılmasından sonra tanımıştır. Sermayenin tüccar sermayesi olarak bağımsız ve egemen bir biçimde gelişmesi, üretimin sermayeye tabi olmaması ve dolayısıyla sermayenin kendisinden de bağımsız, yabancı bir toplumsal üretim tarzı temeli üzerinde gelişmesi demektir. Özetle, tüccar sermayesinin bağımsız gelişmesi, toplumun genel iktisadi gelişimiyle ters orantılıdır.
Kapitalizmin gelişmediği dönemde ürün ticaret aracılığıyla meta olur. Böyle bir durumda ürünleri metalara dönüştüren şey, ticarettir. “Demek ki, sermayenin kendisi burada ilk olarak dolaşım sürecinde ortaya çıkar. Paranın sermayeye dönüşümü dolaşım sürecinde gerçekleşir. Ürünün, mübadele değerine, metalara ve paraya dönüşümü ilk olarak dolaşımda gerçekleşir.” Böyle bir durumda, “dolaşım, henüz üretime hükmetmeye başlamamıştır; aksine, onunla ilişkisi, onun verili bir ön koşulu olmasıdır. Diğer yandan, üretim süreci, henüz, dolaşım sürecini, sadece kendi uğraklarından biri olacağı şekilde kapsamamıştır”. Kapitalist üretimde ise dolaşım, üretimin yalnızca bir uğrağı, bir geçiş evresidir. “Yani yalnızca, meta olarak üretilen ürünün gerçekleştirilmesi ve onun metalar olarak üretilen üretim öğelerinin yerlerine koyulmasıdır. Burada, sermayenin dolaysız olarak dolaşımdan kaynaklanan biçimi (ticaret sermayesi), artık yalnızca kendi yeniden üretim hareketi içindeki sermayenin biçimlerinden biri olarak görünür.”
Marx’ın belirttiği üzere, tüccar sermayesinin bağımsız gelişmesinin kapitalist üretimin gelişme derecesiyle ters orantılı olması yasası, kendisini en çok Venediklilerde, Cenevizlilerde ve Hollandalılarda göstermiştir. Bu örnekler kendisini, “asıl kazançların yurt içinde üretilen ürünlerin ihraç edilmesiyle değil, ticari ve başka iktisadi açılardan gelişmemiş toplulukların ürünlerinin mübadelesine aracılık ederek ve her iki üretici ülkeyi sömürerek elde edildiği taşımacılık ticaretinin (carrying trade) tarihinde gösterir.” Marx bu hususu açmak için A. Smith’in “Milletlerin Zenginliği” eserinden aktarır: “Ticaret şehirlerinin sakinleri, daha zengin ülkelerin gelişkin imalat sanayisi ürünlerini ve pahalı lüks mallarını ithal ederek, bunları kendi topraklarından elde edilen büyük miktarlarda ham ürünler vererek hevesli bir şekilde satın alan büyük toprak sahiplerinin kendilerini beğenmişliklerini besliyordu. Dolayısıyla, o dönemde, Avrupa’nın büyük bir bölümünde, ticaret, asıl olarak, bir ülkenin ham ürünlerinin daha uygar ülkelerin imalat sanayisi ürünleriyle mübadele edilmesinden oluşuyordu. Bu zevk, ciddi bir talebe yol açacak kadar genelleştiğinde, tüccarlar, taşıma maliyetlerinden tasarrufta bulunmak için, doğal olarak, kendi ülkelerinde aynı türden bazı manifaktürler kurma girişimlerinde bulunuyordu.”
Bu gibi örneklerde tüccar sermayesi, aralarında aracılık ettiği üretim alanlarından ayrıdır, saftır. Marx bu durumun tüccar sermayesinin oluşumunun başlıca kaynaklarından biri olduğunu vurgular. “Ne var ki, bu taşımacılık ticareti tekeli ve dolayısıyla bu ticaretin kendisi, geçmişte her iki yönden sömürdüğü ve gelişmemişlikleri kendi varlık temeli olan halkların iktisadi gelişmişliklerinin ilerlemesiyle orantılı olarak ortadan kalkar. Bu, taşımacılık ticareti örneğinde, yalnızca özel bir ticaret dalının ortadan kalkması olarak değil, aynı zamanda yalnızca ticaretle uğraşan halkların üstünlüğünün ve genel olarak geçmişte söz konusu taşımacılık ticaretine dayanmış olan ticari zenginliklerinin ortadan kalkması olarak görünür. Bu, kapitalist üretimin gelişimiyle birlikte ticaret sermayesinin sanayi sermayesine tabi hale gelmesini ifade eden bir özel biçimden başka bir şey değildir. Tüccar sermayesinin üretime doğrudan doğruya egemen olduğu yerlerdeki yönetim tarzının çarpıcı örnekleri, yalnızca genel olarak sömürge ekonomisi (sömürge sistemi denen sistem) tarafından değil, çok özel olarak eski Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin yönetim tarzı tarafından sağlanır.”
Tüccar sermayesinin hareketi para-meta-para şeklinde olduğundan, tüccarın kârı, birincisi, yalnızca dolaşım sürecinde gerçekleşen işlemlerle ve ikincisi, son işlem olan satım işlemiyle gerçekleştirilir. “Yani, tüccarın kârı, elden çıkarma yoluyla elde edilen kârdır.” Ürünler değerlerine satıldığı sürece, saf ve bağımsız ticaret kârı, ilk bakışta olanaksız görünür. Oysa “pahalıya satmak için ucuza satın almak, ticaretin yasasıdır. Dolayısıyla, ticaretin yasası, eş değerlerin mübadelesi değildir.” Tarihsel süreçte ürün mübadelelerindeki nicel oranlar başlangıçta tümüyle rastlantısaldır. “Meta biçimini, aynı üçüncü şeyle mübadele edilebilir olmaları, yani aynı üçüncü şeyin ifadeleri olmaları ölçüsünde alırlar. Süreklileşen mübadele ve mübadele için yeniden üretimin daha düzenli hale gelmesi, söz konusu rastlantısallığı giderek ortadan kaldırır.” Burada tüccar, kendi hareketi sayesinde eşdeğerliliği sağlar.
Tüccar sermayesinin dolaşım biçimi (P-M-P'), kendisini yalnızca elden çıkarılma yoluyla koruyan ve çoğaltan bir şey olarak parayı, gömüyü ortaya çıkarır. Marx burada tarihten örnek verir. “Eski çağların ticaretle uğraşan halkları, daha çok Polonya toplumunun gözeneklerinde yaşayan Yahudiler gibi yaşıyordu. İlk bağımsız, büyük ölçüde gelişmiş ticaret şehirlerinin ve ticaretle uğraşan halkların ticareti, saf bir taşımacılık ticareti olarak, aralarında aracılık rolü oynadıkları üretici halkların barbarlıklarına yaslanıyordu.”
Marx çok önemli bir noktaya, ticaretin eski ilişkileri çözen rolüne değinir. “Kapitalist toplumun ön aşamalarında ticaret sanayiye hükmeder; modern toplumda tersi olur. Ticaret, doğal olarak, aralarında yürütüldüğü topluluklar üzerinde az ya da çok etkide bulunacak; hazları ve geçinmeyi ürünlerin dolaysız olarak kullanılmasından çok satışa bağımlı kılarak, üretimi mübadele değerine giderek daha fazla tabi kılacaktır. Ticaret, bu yolla, eski ilişkileri çözer. Para dolaşımını artırır. Artık, üretim fazlasına el koymakla kalmaz, giderek üretimin kendisini ele geçirir ve birer bütün olarak üretim dallarını kendisine bağımlı kılar. Ne var ki, söz konusu çözücü etki, üretici topluluğun doğasına fazlasıyla bağımlıdır.”
Gelişmemiş toplulukların ürünlerinin mübadelesine aracılık ettiği sürece, ticari kârın, hile ve dolandırıcılık olarak görünmekle kalmadığını ve büyük ölçüde de bunlardan kaynaklandığını vurgular Marx. Ticaret sermayesi farklı ülkelerin üretim fiyatları arasındaki farkı sömürür ve bu bağlamda meta değerleri üzerinde eşitleyici ve sabitleyici bir etkide bulunur. Ayrıca, üretimleri henüz temel olarak kullanım değerlerine yönelik olan ve iktisadi örgütlenmeleri açısından, genel olarak ürünlerin değerlerine satılmasının ikincil önem taşıdığı topluluklar arasında aracılık eder. “A. Smith’in doğru bir şekilde sezmiş olduğu üzere, eski üretim tarzlarında, tüccarın faaliyetlerine konu olan artık ürünün temel sahiplerinin, yani köle sahibinin, feodal toprak sahibinin, devletin (örneğin doğulu despotun), tüccarın tuzağa düşürdüğü tüketici zenginliği ve lüksü temsil etmesi nedeniyle, artık ürünün ağırlıklı bir bölümüne el koymasına yol açar.” Marx devam eder: “Dolayısıyla, ağırlıklı bir egemenliğe sahip olan ticaret sermayesi, her yerde bir yağma sistemini ortaya çıkarır ve hem eski hem de yeni dönemlerdeki gelişmesi doğrudan doğruya şiddete dayalı yağmalarla, deniz korsanlığıyla, kaçırılan insanların köleleştirilmesiyle, sömürgelerdeki fetihlerle bağlantılıdır; Kartaca’da, Roma’da, daha ileri tarihlerde Venediklilerde, Portekizlilerde, Hollandalılarda vb. böyle olmuştur.”
“Ticaretin ve ticaret sermayesinin gelişmesi, her yerde, mübadele değerlerinin üretilmesi eğilimini güçlendirir, mübadele değerleri üretiminin hacmini artırır, onu çeşitlendirir ve kozmopolitleştirir, parayı dünya parasına dönüştürür. Bu nedenle, ticaret, her yerde, tüm farklı biçimleriyle asıl olarak kullanım değerlerinin üretilmesine yönelik olan mevcut üretim örgütlenmeleri üzerinde az ya da çok çözücü etkide bulunur. Ama eski üretim tarzı üzerinde ne ölçüde çözücü etkide bulunacağı, başlangıçta, söz konusu üretim tarzının sağlamlığına ve iç yapılanmasına bağlı olur. Ve bu çözülme sürecinin nereye doğru yol alacağını, yani eskisinin yerini hangi yeni üretim tarzının alacağını, ticaret değil, eski üretim tarzının karakteri belirler. Antik dünyada ticaretin etkisi ve tüccar sermayesinin gelişmesi her zaman bir köle ekonomisiyle sonuçlanır; başlangıç noktasına bağlı olarak, sadece, dolaysız geçim araçlarının üretimine yönelik, ataerkil bir köle sistemi, artık değer üretimine yönelik bir köle sistemine dönüşür. Buna karşılık, modern dünyada, aynı etki ve gelişme, kapitalist üretim tarzıyla sonuçlanır. Demek ki, bu sonuçlar da, ticaret sermayesinin gelişmesinden çok farklı koşulların ürünleriydi.”
Kentsel sanayi tarımsal sanayiden ayrılır ayrılmaz, kentsel sanayinin ürünleri başından itibaren metalar olmuş ve dolayısıyla bunların satılması ticaretin aracılığını gerektirmiştir. “Buraya kadarıyla, ticaretin kentsel gelişmeye yaslanması ve diğer yandan kentsel gelişmenin ticarete bağımlı olması doğaldır.” Fakat sınaî gelişmenin bu gelişmeyle ne ölçüde el ele gideceği tümüyle farklı koşullara bağlıdır. “Eski Roma, geç cumhuriyet döneminde bile, zanaatlarda herhangi bir gelişme olmadan, tüccar sermayesini eski dünyada hiç ulaşmadığı kadar yüksek bir düzeye ulaştırırken, Korint’te ve Avrupa’nın ve Küçük Asya’nın diğer Yunan kentlerinde, ticaretin gelişmesine yüksek derecede gelişmiş zanaatlar eşlik etmişti. Diğer taraftan, kentsel gelişmenin ve onun koşullarının tam tersine, ticaret ruhu ve ticaret sermayesinin gelişmesi çoğu zaman tam da yerleşik olmayan, göçebe halklara özgüdür.”
16. ve 17. yüzyıllarda coğrafi keşiflerle birlikte ticaret alanında gerçekleşen ve tüccar sermayesinin gelişmesini fazlasıyla hızlandıran nitelikte büyük devrimler yaşanmıştır. Marx bu devrim niteliğindeki gelişmelerin, feodal üretim tarzından kapitalist üretim tarzına geçişi destekleyen başlıca uğraklardan biri olduğunu vurgular. Ve “tam da bu olgu, tümüyle yanlış görüşlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır” der. “Dünya pazarının birdenbire genişlemesi, dolaşımdaki metaların çeşitlenmesi, Avrupa ulusları arasındaki Asya’nın ürünlerini ve Amerika’nın hazinelerini ele geçirme yarışı ve sömürge sistemi, üretimin önündeki feodal engellerin ortadan kaldırılmasına önemli katkılarda bulunmuştu. Buna karşın, modern üretim tarzı, ilk dönemi olan manifaktür döneminde, yalnızca, gelişmesinin koşullarının Orta Çağ’da ortaya çıkmış olduğu yerlerde gelişmişti. Örneğin, Hollanda ile Portekiz karşılaştırılabilir. Ve eğer 16. yüzyılda ve hatta kısmen 17. yüzyılda ticaretin birdenbire genişlemesi ve yeni bir dünya pazarının oluşumu, eski üretim tarzının yıkılması ve kapitalist üretim tarzının yükselişi üzerinde çok güçlü bir etkide bulunduysa, bu genişleme ve oluşum, tersine, bir kez yaratılmış olan kapitalist üretim tarzına dayalı olarak gerçekleşti. Dünya pazarının kendisi, bu üretim tarzının temelini oluşturur.”
Diğer yandan, bu üretim tarzına özgü olan üretimin ölçeğini durmadan büyütme gerekliliği, dünya pazarının sürekli olarak genişlemesine yol açmıştır. “Böylece burada ticaretin sanayiyi durmadan devrimcileştirmesi değil, sanayinin ticareti durmadan devrimcileştirmesi söz konusu olur. Artık, ticari üstünlük de, büyük sanayinin koşullarının daha az ya da daha çok ağır basmasıyla bağlantılıdır. Örneğin, İngiltere ile Hollanda karşılaştırılabilir. Egemen tüccar ulus olarak Hollanda’nın çöküşünün tarihi, ticaret sermayesinin sanayi sermayesine bağımlı hale gelmesinin tarihidir. Kapitalist üretim tarzını önceleyen ulusal üretim tarzlarının iç sağlamlıklarının ve yapılanmalarının, ticaretin çözücü etkisinin önüne çıkardığı engeller, İngilizlerin Hindistan ve Çin’le ticaretinde çarpıcı bir şekilde görülür. Burada üretim tarzının geniş temeli, küçük ölçekli tarım ile ev sanayisinin birliği tarafından oluşturulur; Hindistan söz konusu olduğunda, buna, toprak üzerindeki ortak mülkiyete dayalı köy toplulukları biçimini eklemek gerekir; ayrıca, Çin’de de ilk biçim buydu.”
İngilizler, Hindistan’da, bu küçük iktisadi toplulukları parçalamak için, egemenler ve toprak sahipleri olarak dolaysız siyasal ve iktisadi güçlerini aynı anda kullanmışlardır. Marx bu noktada sömürgeci İngiltere’nin Hindistan’daki yönetim şeklini eleştirir. “Eğer tarihi, başarısızlığa uğramış ve gerçekten aptalca (pratikte rezil) iktisadi denemelerin bir tarihi olan bir halk varsa, İngilizlerin Hindistan’daki yönetimi böylesi bir örnektir. Bengal’de, İngiliz büyük toprak mülkiyetinin bir karikatürünü, güneydoğu Hindistan’da parsel mülkiyetinin bir karikatürünü yarattılar; kuzeybatıda, ortak toprak mülkiyetine yaslanan Hint iktisadi topluluğunu, ellerinden geldiği kadarıyla, kendisinin bir karikatürüne dönüştürdüler.” Buna karşılık, İngiliz ticaretinin Hindistan’daki üretim tarzını devrimcileştirici etkisini de belirtir Marx. “İngiliz ticareti burada yalnızca, metalarının düşük fiyatları aracılığıyla sınaî ve tarımsal üretimin söz konusu birliğinin çok eski bir bütünleştirici parçasını oluşturan iplikçilik ve dokumacılığı parçalaması ve böylece yerel toplulukları parçalaması ölçüsünde, üretim tarzı üzerinde devrimcileştirici etkide bulunur. Burada bile, bu çözme işini ancak çok yavaş bir şekilde gerçekleştirebiliyorlar. Dolaysız siyasal gücün yardımından yoksun olunan Çin’de daha da yavaşlar. Tarım ile manifaktürün dolaysız bağlantılarından kaynaklanan büyük tasarruf ve zaman kazancı, burada, büyük sanayinin, fiyatlarına onları her yerde delik deşik eden dolaşım sürecinin üretici olmayan zorunlu giderlerinin eklendiği ürünlerine karşı çok katı bir direnç oluşturur. Buna karşılık, Rus ticareti, İngiliz ticaretinden farklı olarak, Asya tipi üretimin iktisadi temeline dokunmaz.” Engels buraya bir dipnot düşmüştür. “Rusya'nın, tümüyle kendi içindeki ve komşu Asya pazarına bağımlı olan kendi kapitalist üretimini geliştirmek için var gücüyle çabalamaya başlamasından bu yana, bu durum da değişmeye başladı.”
Marxönemli bir noktaya işaret eder ve incelemesine konu olan Avrupa’da feodal üretim tarzından çıkışın farklı şekillerde gerçekleştiğini belirtir. “Doğal tarım ekonomisinden ve Orta Çağ’daki kent sanayisinin loncalara bağlı zanaatlarından farklı olarak, üretici, tüccar ve kapitalist olur. Gerçekten devrimcileştirici olan yol budur. Ya da, tüccar, üretim üzerinde dolaysız bir denetim kurar. Bu ikinci yol (örneğin, bağımsız olan dokumacıları kendi denetimi altına sokan, onlara yünlerini satan ve onlardan kumaşlarını satın alan 17. yüzyılın İngiliz kumaşçısının yaptığı gibi) tarihsel olarak bir geçiş işlevi görse de, söz konusu yol, özünde, eski üretim tarzını köklü bir şekilde dönüştürmek yerine onu korur ve kendi ön koşulu olarak devam ettirir. Örneğin, 19. yüzyılın ortalarında bile, Fransız ipek sanayisindeki, İngiliz çorap ve dantel sanayisindeki fabrikatör, çoğu zaman yalnızca kâğıt üzerinde fabrikatördü; aslında, dokumacıları eski dağınık tarzda çalıştırmaya devam eden ve gerçekte kendisi için çalışan dokumacılar üzerindeki tüccar egemenliğini hayata geçiren bir tüccardan başka bir şey değildi. Bu sistem her yerde gerçek kapitalist üretim tarzının önünde bir engel oluşturur ve bu üretim tarzının gelişmesiyle birlikte ortadan kalkar. Üretim tarzını köklü bir dönüşüme uğratmadan, yalnızca dolaysız üreticilerin durumunu kötüleştirir, onları doğrudan doğruya sermayeye bağlı olanlarla karşılaştırıldığında daha kötü koşullar altında salt ücretli emekçilere ve proleterlere dönüştürür ve artı-emeklerine eski üretim tarzına dayalı olarak el koyar.”
Yukarıda verdiği örneklerden sonra, Marx, feodalizmden kapitalizme üçlü bir geçiş şeklinin söz konusu olduğunu belirtir. “Birincisi, tüccar, doğrudan doğruya sanayici olur; bu durum, ticarete dayalı olan zanaatlar ve özellikle de lüks tüketim malı sanayileri için geçerlidir; söz konusu mallar, tüccarlar tarafından, ham maddeler ve işçilerle birlikte yurt dışından ithal edilir; örneğin, on beşinci yüzyılda, İtalya’ya Konstantinopolis’ten ithal ediliyorlardı. İkincisi, tüccar, küçük ustaları kendi aracıları (middlemen) haline getirir ya da doğrudan doğruya bağımsız üreticiden satın alımda bulunur; küçük ustayı kâğıt üzerinde bağımsız ve onun üretim tarzını eskisi gibi bırakır. Üçüncüsü, sanayici, tüccar olur ve ticaret için doğrudan doğruya büyük ölçekli üretimde bulunur.”
Orta Çağ’da tüccarın durumu nedir?“Orta Çağ’da tüccar, lonca üyelerinin ya da köylülerin ürettiği metaların «yatırımcı»sından başka bir şey değildir. Tüccar, sanayici olur ya da daha çok, el emeğine dayanan, özellikle kırsal alandaki küçük sanayiyi kendisi için çalıştırır. Diğer yandan, üretici, tüccar olur. Örneğin, kumaş dokuma ustası, yününü küçük miktarlarla ve sık aralıklarla tüccardan temin etmek ve kalfalarıyla birlikte onun için çalışmak yerine, kendi başına yün ya da iplik satın alır ve kumaşını tüccara satar. Üretim öğeleri, üretim sürecine, onun tarafından satın alınmış metalar olarak girer. Ve kumaş dokumacısı, artık, tek bir tüccar ya da belirli müşteriler için üretimde bulunmak yerine, ticaret dünyası için üretimde bulunur. Üreticinin kendisi bir tüccardır. Ticaret sermayesi artık yalnızca dolaşım sürecini yürütür.” Marx’ın belirttiği üzere, ticaret başlangıçta loncalara dayalı kırsal-evsel zanaatların ve feodal tarımın kapitalist işletmelere dönüşmesinin ön koşuluydu. “Yine ticaret, ürünü meta düzeyine yükseltir; bunu da, kısmen, ona bir pazar yaratarak, kısmen de yeni meta eş değerleri ve üretim için yeni ham ve yardımcı maddeler sağlayarak ve böylece, başından itibaren ticarete, yani hem pazar ve dünya pazarı için üretime hem de dünya pazarından kaynaklanan üretim koşullarına dayalı olan üretim dalları açarak gerçekleştirir.”
Fakat kapitalizmin gelişmesi sürecinde manifaktür ve özellikle de büyük sanayi belirli bir ölçüde güçlenir güçlenmez, bu kez kendisi pazarı yaratır ve metalarıyla onu fetheder. “Bu noktada, ticaret, yaşamsal koşulu pazarın sürekli genişlemesi olan sınaî üretimin hizmetine girer. Sürekli olarak daha fazla genişleyen bir seri üretim eldeki pazarı doldurup taşırır ve dolayısıyla bu pazarı durmadan genişletir, onun önündeki engelleri durmadan parçalar. Bu seri üretimi, (sadece var olan talebi ifade ettiği kadarıyla) ticaret değil, faal sermayenin büyüklüğü ve emeğin gelişmiş üretici gücü sınırlandırır. Dünya pazarı her zaman sanayici kapitalistin önündedir ve sanayici kapitalist, kendi maliyet fiyatlarını, yurt içindeki maliyet fiyatlarıyla değil tüm dünyadaki maliyet fiyatlarıyla karşılaştırır ve durmadan karşılaştırmak zorundadır. Önceki dönemde bu karşılaştırma işi neredeyse tümüyle tüccarlara düşüyor ve böylece ticaret sermayesinin sanayi sermayesi üzerinde egemenlik kurmasını sağlıyordu.”
Bu bölümde son olarak merkantilizmin niteliğine değinir Marx. “Modern üretim tarzının ilk teorik incelemesi (merkantilizm), kaçınılmaz olarak, ticaret sermayesinin hareketinde bağımsızlaştığı şekliyle dolaşım sürecinin yüzeysel görüngülerinden hareket etmiş ve bu nedenle yalnızca görüntüyü kavrayabilmişti. Bu, kısmen, ticaret sermayesinin genel olarak sermayenin ilk serbest var oluş biçimi olmasından, kısmen de, aynı sermayenin, feodal üretimin ilk köklü dönüşüm döneminde, yani modern üretimin ortaya çıkış döneminde çok büyük bir etkiye sahip olmasından kaynaklanır. Modern ekonominin gerçek bilimi, ancak, teorik incelemenin dolaşım sürecinden üretim sürecine geçtiği yerde başlar. Gerçi, faiz getiren sermaye de, sermayenin eski çağlardan kalma bir biçimidir. Ama merkantilizmin neden ondan hareket etmek yerine onunla polemik yaptığını daha sonra göreceğiz.”
(devam edecek)

link: Elif Çağlı, Marx’ın Kapital’ini Okumak / III. Cilt /19, 2 Mart 2025, https://en.marksist.net/node/8457