Sömürüden beslenen egemenler ve onların sözcüsü politikacılar her daim sınıfsal farklılıkların üzerini örten söylemlerle yapay ayrımlar temelinde sömürülen sınıfları ayrıştırmaya çalışırlar. Özellikle sınıfsal farklılıklar arttıkça, ezilenlerin yaşam koşulları ağırlaştıkça veya bu farklılıklardan dolayı hoşnutsuzluk ve tepki yükseldikçe egemenler daha çok bu tür söylemlere başvurur ve kitleleri manipüle etmeye çalışırlar. Yaşadığımız topraklarda da bu durum birçok örneğiyle burjuva siyaset arenasında görülmektedir.
Erdoğan’ın oğlu olmaktan başka bir siyasi sıfatı olmayan Bilal Erdoğan’ın bir süre önce Kocaeli’deki İnsan Hakları Eğitim Kampında yaptığı konuşmalar da bunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. “Bir kahredici olay yaşanıyor, bir ay kamuoyu meşgul ediliyor. Bu mesele sadece iktidarı vurmak için, ülkede güven temelini sarsmak, insanların huzursuzluğuna, anksiyetesine hizmet etmek için yapılıyor. Bu ülkede çocuklar öldürülüyor, insanlara tecavüz ediliyor gibi bir kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyor” diyor Bilal Erdoğan. Peki gerçekten bu ülkede çocuklar öldürülmüyor mu? İnsanlara tecavüz edilmiyor mu? Evet hepsi de gerçekleşiyor, faşist iktidar ve ortaklarının izlediği, aile, gençlik, sosyal, ekonomik politikaların bir sonucu olarak toplumsal ilişkiler daha da çürüyor ve onarılması güç gedikler açılıyor. Sağlık Bakanlığının 2020 yılında açıkladığı geçmiş 11 yılın verilerine göre antidepresan kullanımı yüzde 70 oranında artmıştır. 2009 yılında kişi başına 29 antidepresan ilacı düşerken, bu sayı 2020’de 49’a çıkmıştır. Üstelik bu sayılar pandemi dönemiyle birlikte katlanarak artmıştır. Psikiyatri klinikleri ruhsal sorunlar yaşayan hastalarla dolup taşıyor. Faşizmin baskıcı ortamında özellikle gençlerde stres, anksiyete bozuklukları, depresyon ve bilişsel işlev bozukluklarında astronomik bir artış yaşanıyor. Güven duygusu zedelenmiş, cesareti kırılmış, korku atmosferi altında psikolojisi bozulmuş toplum, akıl sağlığını kaybetme noktasına doğru sürüklenmiştir. Gün geçmiyor ki TV kanallarında kadınlara ve çocuklara dönük cinayet, taciz ve tecavüz vakaları duyulmasın. Bu olayların münferit olmadığı apaçık ortadadır. Bunun en yakın örneğini Narin cinayetinde de görmekteyiz. Üstüne üstlük cinayet faili olarak 12 aile üyesinin tutuklu yargılanmasına rağmen AKP Diyarbakır milletvekili Ensarioğlu’nun cinayetin aydınlatılmamasını istiyormuşçasına aileyi koruyan sözleri ortadadır. Tam da bu olayın gösterdiği gibi kadın ve çocuk düşmanı politikalar sonucu toplumun dokusu bozulmaya uğramıştır. Neredeyse bir köy, bu organize cinayetin aydınlatılmaması için suça ortak olmuştur. TÜİK’in “Güvenlik Birimine Gelen veya Getirilen Çocuk İstatistikleri” 2023 verilerine göre 242.875 çocuğun yüzde 11,8’i cinsel suçlara maruz kalmıştır.
“EYT’nin propagandasını yapanlar gençlere, EYT çıksın, bir sürü insan emekli olacak. Onların boşalttığı iş sahalarına gençler girecek dedi. Oldu mu öyle bir şey? Kandırdılar mı gençleri? Kandırdılar. Gençler EYT’ye karşı bir kamuoyu oluşturmadı. Şu anda sosyal medyada atanamayanlarla ilgili şeyleri düşünün. Gençler EYT’ye karşı diye bir hashtag gördünüz mü?” diye sözlerine devam ediyor Bilal Erdoğan. Konuşurken emekçi sınıfların zihinlerini yalanlarla doldurma planları yaparken bir yandan da gerçekleri istemeden itiraf etmiş oluyor. Bugün EYT yasasından faydalanıp emekli olmuş emekçilerin çoğunluğu tam da Bilal’in söylediği gibi “çalışıyor”, çalışmak zorunda kalıyor. Yıllarca çalışıp emeklilik için prim ödemiş, emekliliğe hak kazanmış emeklilere, gün yüzü göstermeyecek bir sefalet ücreti reva görülmüştür. EYT yasasının çıkması için örgütlenen, kamuoyunun desteğini alan, bir araya gelen emekçilerin mücadelesini unutturmak istiyorlar. Zorla harekete geçip, seçim ekonomisi uygulanan bir dönemde çıkartmak zorunda kaldıkları emeklilik hakkını içlerine sindiremiyorlar. Çünkü kitlelerin hak almak ne haddine, ancak ihsan edebilir reis, führer veya duce… Fakat gerçek bunun tam tersidir. Kitleler gasp edilen haklarına sahip çıkıp, mücadele edip söke söke almıştır. Bugün EYT’lileri hazırdan devlet kaynaklarını yiyen bir grup olarak göstermeye çalışanlar, bu kaynakların zaten emekçilerin alın terinden çalınan vergilerle ve onların ödedikleri primlerle biriktiğini saklamaktadırlar. Üstelik EYT’lilerin 2024 bütçesine maliyeti 724 milyar lira iken, patronlara 1,8 trilyon lira vergi muafiyeti getirilmiştir. Tüm bunlar gösteriyor ki sürekli kandırıldık propagandasıyla siyaset yürütenler, aslında arka planda düşük emekli maaşları, emekçilerden kesilen yüksek vergiler ve patronlara getirilen vergi muafiyetleri ile malı götürüyorlar. Bir de üstüne emekçilerin çocuklarına, emekçi gençlere sosyal medyanın yolunu tutturmaya çalışıyorlar. Ezilen, sömürülen, aşağılanan, baskı altında tutulan emekçilerin birikmiş öfkesinin sokaklarda, meydanlarda, mücadele alanlarında bir araya gelip güçlenmesini engellemek için onları sanal mecralara yönlendiriyorlar. Bilal Erdoğan ayrıca atanamayan öğretmenlerin verdiği mücadeleden rahatsızlığını dile getirerek kıyaslama yapıyor. Oysa atama bekleyen öğretmenlere “devlet her üniversite mezununa iş verecek diye bir şey yok!” diyen de bu faşist iktidardır.
“Bir Adam Smith okurken, yanına bir İbn-i Haldun koyun. Bir Karl Marx okurken, yanına İbn-i Sina koyun. Bizim de düşünce büyüklerimizi ihmal etmeyin” diyor Bilal efendi. Yetmiyor, gençlere boş durmanın, üretmemenin insan psikolojisini bozduğunu söylüyor. Oysa OECD’nin 2024 Türkiye verilerine göre 18-24 yaş aralığındaki yaklaşık her üç gençten biri ne eğitimde ne de istihdamda yer alıyor. Bu veriler de gösteriyor ki her geçen gün “ev genci” olarak yaşayan, bir işin ucundan tutup işe yaradığını hissedemeyen işsizler ordusu büyüyor. Ayrıca her ile, hatta büyük şehirlerin her ilçesine açılan üniversiteler de bu orduyu beslemeye devam ediyor. KHK’larla boşaltılan akademi kadroları faşist blokun yakın çevresince adrese teslim bir şekilde dolduruluyor. Üniversiteye gidip iyi bir eğitim almak isteyen gençlerin hayalleri ve en verimli çağları boş umutlar peşinde çalınıp gidiyor. Kapitalizmde zaten olmayan eğitimde fırsat eşitliği faşist iktidar altında hepten ortadan kalkmış durumdadır. Okul masrafları, kırtasiye giderleri, barınma, kantin fiyatları emekçi ailelerin karşılayabileceğinin çok üstünde seyrediyor ve aileler gerçek anlamda kendi kursağından kısıp çocuklarını okutmaya çalışıyorlar. Buna rağmen her 10 çocuktan 3’ü sabah kahvaltısı yapmadan okula gidiyor ve yeterli beslenemiyor. Hal böyle olunca Bilal efendinin dediği gibi bir kitap alıp okumak bile lükse kaçıyor. Kitap okuma fırsatı bulan işçi sınıfının gençleri için ise okuduğunu anlama konusunda büyük sorunlarla karşılaşılıyor. Eşitsiz, niteliksiz eğitim alan gençler ya karın açlığından ya da kötü, kalitesiz eğitimden kaynaklı okuduğunu bile anlayamaz hale geliyor. Hal böyleyken gençlerin psikolojisini bozan şeyin, kapitalizmin krizini katmerli bir şekilde hissetmemizi sağlayan faşist iktidarın uyguladığı işçi sınıfına karşı saldırgan ve baskıcı politikalar olduğu ortadadır.
İnsanın aklına eskilerin dediği gibi “atma Recep din kardeşiyiz” deyimi gelse de, faşist blokun sahipleri, burjuva sınıfının unsurları ile hiçbir kardeşliğimiz yoktur. Bir yandan OVP programları açıklayıp yaşanan ekonomik çöküntünün tüm yükünü işçi sınıfının sırtına yıkmaya çalışıyorlar, diğer yandan kendileri bin odalı saraylarda lüks içinde itibardan tasarruf etmeden yaşıyorlar. Bugün oturdukları sarayın günlük harcaması 33,6 milyon lira olmuş; yani her 44 saniyede bir asgari ücret harcanan koca bir israf devam etmektedir.
Kapitalizmin yapısal krizi ile katmerlenen siyasal kriz ortamı tam bir çürüme ve kokuşma halini almıştır. Sermaye sınıfının zenginliği, proleterlerin canı, kanı pahasına artmaya, onların omuzlarında yükselmeye devam etmektedir. İşçi sınıfının örgütlü bir güç olarak kendini gösteremediği koşullarda Bilal Erdoğan gibi sultanın oğlu sıfatından başka bir niteliği olmayanlar “bilirkişi” edasıyla çıkıp konuşmayı kendilerinde hak görmektedirler. Bu rejim sayesinde pek çok vakfı, kamu kaynağını yönetmekte, elde ettikleri güçle gençleri zehirlemek, işçi sınıfının kazanımları üzerinde tepinerek emekçileri birbirine düşürmek istemektedirler. Faşist rejimi ve gücünü bu rejimden alan yiyicileri hak ettikleri yere, tarihin çöp sepetine işçi sınıfının örgütlü mücadelesi gönderecektir.
link: Metin Güral, El Kesesinden Sultanım, Develer Olsun Kurbanım, 30 Ekim 2024, https://en.marksist.net/node/8371
Sağlıkta Ticarileşme Ölüm Getiriyor