Tunus’ta 6 Ekimde yapılan seçimde 2021’den bu yana ülkeyi demir yumrukla yöneten Kays Said yeniden Cumhurbaşkanı seçildi. Seçmenlerin yalnızca yüzde 27,7’sinin oy kullandığı, muhalefet partilerinin boykot ettiği ve Said’in rakiplerinin hapis cezalarıyla, yasaklarla diskalifiye edildiği seçimlerde Kays Said yüzde 90 oranında oy aldı. Sınırlı da olsa kazanılmış burjuva demokratik hakları 2021’den bu yana teker teker kaldıran, sağlı sollu muhalif seslerin tümüne saldıran Kays Said’e çıkarları için sesini çıkarmayan ikiyüzlü Batılı egemenler, seçim oyununu da sessizlikle geçiştirerek Said’in “seçim zaferini” onayladılar.
Üç yılda attığı adımlarla kendi diktatörlüğünü inşa eden Kays Said, kendisi dışında birinin kazanmasının mümkün olmadığı bir seçim tertipleyerek güya yüzde 90 gibi yüksek bir oranla kazandı. Tunus’ta son birkaç yıldır yaşananlar, devrimci önderlik eksikliği nedeniyle yarım kalan bir devrimin egemen güçler tarafından nerelere sürüklenebileceğinin acı bir örneğini veriyor. Keza tüm dünyada otoriterleşmenin arttığı ve faşist partilerin iktidara geldiği, emperyalist savaşın alevlerinin yayıldığı ve sorunları büyüttüğü bir dönemde, Tunus gibi hem siyasi hem ekonomik kırılganlığı olan ülkelerde olağanüstü rejimlere dönüşün ne kadar hızlı olabileceğini de gösteriyor.
Hatırlayacak olursak Cumhurbaşkanı Kays Said, 25 Temmuz 2021’de “ülkenin güven ve istikrarı ile devlet işleyişini garantiye almak” gerekçesiyle bir hükümet darbesi yaparak başbakanı görevden almış, kendisini başsavcı olarak atamış, Meclisin yetkilerini dondurmuş ve milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmıştı. Bu darbeyi kitlelerin gözünde meşrulaştırmak ve Tunus halkının sokaklara çıkmasının önüne geçmek için de yolsuzluklarla mücadeleyi ön plana çıkarmış, patronların fonları yağmalamasına karşı sözler söylemiş, gıda fiyatlarının düşürülmesini talep etmişti. O zaman yazdığımız makalede, 2011’de Arap coğrafyasını saran halk isyanlarının fitilinin ateşlendiği ülke olan ve 10 yıl boyunca pek çok kez emekçilerin protestolarıyla sarsılan Tunus’ta bu noktaya nasıl gelindiğini anlatmıştık.[1] 10 yıl boyunca egemen güçlerin iktidar kapışmasından, yolsuzluklardan, hayat pahalılığı ve düşük ücretlerden bıkan Tunuslu emekçilerin Kays Said’in darbesini bir yandan endişeyle karşılarken bir yandan da belki bu sorunları çözeceğine dair bir umut taşıdıklarını belirtmiş ve şunları söylemiştik: “Oysa nasıl ki Ennahda’nın demokratik bir programı yoksa Kays Said’in de yoktur. Diğer tarafın arzusu Ennahda karşısında yasama, yürütme ve yargının yetkilerini tek bir kişide, Batı yanlısı yerleşik düzenin temsilcisi Cumhurbaşkanında toplamaktır.”
Nitekim darbeden iki ay sonra Cumhurbaşkanının yetkilerini genişleten kararnameler yayınlayan Said, önce yasama ve yürütme yetkilerini kendisinde topladı. Şubat 2022’de ise Yüksek Yargı Konseyini tarafsız olmadığı gerekçesiyle feshederek yerine üyelerini kendisinin atadığı Geçici Yüksek Yargı Konseyini kurdu. Birkaç ay sonra da kendisine “yargının bağımsızlığına veya bütünlüğüne zarar vermeleri halinde” hâkimleri görevden alma yetkisi veren bir kararname yayınladı.[2] Bu kararname ile muhaliflere istediği cezaları vermeyen hâkimleri görevden aldı. ABD ve AB ülkeleri Said’in bu hamleleri karşısında “derin endişelerini” dile getirmekle, “yargının bağımsızlığına saygı duyma” çağrısı yapmakla yetindiler.
Said 25 Temmuz darbesini yaptığında parlamentonun bir aylığına askıya alındığını söylemişti fakat tam 8 ay boyunca bu durum devam etti. Mart 2022’de parlamentoyu fesheden Said, bir ay sonra da Bağımsız Yüksek Seçim Kurulunun (ISIE) yapısını değiştirerek kurul üyelerini atama yetkisini kendisinde topladı. Bütün bu adımların ardından, mevcut durumu kitabına uydurmak üzere yazdırdığı anayasayı referanduma götürerek Tunus halkına dayattı. Said’in arkasındaki egemen güçler, yeni anayasanın ekonomik ve siyasi istikrar için gerekli olduğunun, yolsuzlukla mücadele etmek için Said gibi “güçlü bir lider”e ihtiyaç duyulduğunun propagandasını yapıyordu. 25 Temmuz 2022’de yapılan referanduma katılım yüzde 30’un altında olduysa da Kays Said, anayasanın yüzde 94 oranında “evet” oyuyla kabul edildiğini ilan etti. Yeni anayasayla birlikte Said’in bir yıldır kararnamelerle fiilen sürdürdüğü olağanüstü rejim yasal çerçeveye oturtuluyor, parlamentonun yetkileri sınırlandırılıyor, Cumhurbaşkanına daha geniş yetkiler veriliyordu. Anayasanın yürürlüğe girmesinin hemen ardından tüm muhalif kesimlere yönelik baskı ve tutuklamaların dozu arttı.
Diktatörlüğünü pekiştirme yolunda ilerleyen Said, Eylül 2022’de “sahte haber ve söylentileri yayma suçu”nu işleyenlere 10 yıl hapis cezası öngören bir kararname yayınladı. Bu kararnamenin ardından muhalif medyanın sesi iyice kısıldı, pek çok gazeteci, yazar, avukat, sosyal medya kullanıcısı, hak savunucusu “sahte haber yayma” suçundan tutuklandı. Bu koşullarda, aynı yılın Aralık ayında genel seçimler yapıldı. Seçimlerin birinci turunda katılım oranı yüzde 8,8 olurken Ocak 2023’te yapılan ikinci tur seçimlere katılım da yüzde 11’in üzerine çıkamadı. Tam anlamıyla meşruiyet sorunu yaşayan Said, istifa çağrılarına muhalefete yönelik baskılarını sürdürerek yanıt verdi. Kendisini eleştiren yüzlerce kişiyi “hain”, “ajan”, “komplocu” olmakla, yolsuzlukla suçlayarak hapse attırdı.
Said, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde de olası tüm rakiplerini teker teker diskalifiye etti. Yolsuzluk, dolandırıcılık, kara para aklama, seçim komisyonuna hakaret, devlete karşı komplo kurmak gibi suçlamalarla karşı karşıya kalan rakiplerinden bazıları tutuklanıp seçimlere girmeleri yasaklanırken, bazıları bu durumla karşılaşmamak için adaylıklarını geri çektiler. Diğer taraftan ISIE, Cumhurbaşkanlığı adaylığı için yapılan 17 başvurudan 14’ünü reddetti. Said dışında başvurusu kabul edilen iki adaydan biri “evrakta sahtecilik” suçlamasıyla hapse atıldı. Ülkenin en yüksek yargı organlarından biri olan Tunus İdari Mahkemesi, adaylardan üçü için ISIE’nin verdiği ret kararını bozdu. Ancak ISIE, bu karara uymayı reddetti. Bunun üzerine seçimlere 10 gün kala seçim yasasında değişikliğe gidilerek seçimlere ilişkin karar yetkisinin Tunus İdari Mahkemesinden alınarak İstinaf Mahkemesine devredilmesini içeren yeni bir yasa onaylandı ve yürürlüğe girdi. Tutuklamalar, baskılar ve yasa değişiklikleriyle önleri tamamen kesilen muhalefet partileri seçimleri boykot etme kararı aldılar. İşte Kays Said bu koşullarda yapılan seçimlerde Cumhurbaşkanı seçildi! Demokrasi havarisi AB egemenleri ise üç yıl içinde adım adım otoriter bir rejim inşa eden Said’e karşı ikiyüzlü bir tutum sergilediler. Said’in göçmen anlaşmasına uyması ve diğer emperyalist kampa yönelmemesi için insan hakları ihlalleri, baskı ve tutuklamalar karşısında “endişelerini” iletmekten öteye geçmediler.
Kays Said diktatörlüğünün diyeti: Kirli göçmen anlaşması
Temmuz 2023’te, Kays Said, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İtalya Başbakanı Georgia Meloni ve Hollanda Başbakanı Mark Rutte, Tunus Cumhurbaşkanlığı Sarayında bir araya geldiler ve bir göç anlaşması imzaladılar. Anlaşmaya göre Sahraaltı Afrika’dan Avrupa’ya geçmek isteyen mültecilerin engellenmesi ve sınır dışı edilmesi, ayrıca “sınır güvenliğinin iyileştirilmesi” karşılığında Tunus AB’den sınır güvenliği için 105 milyon euro ve devlet bütçesi için 150 milyon euro yardım aldı. Ayrıca uzun vadede AB’den 900 milyon euro kredi sözünün alınmasının yanı sıra Tunus’tan AB ülkelerine nitelikli işgücünün gidebilmesinin önündeki engellerin azaltılması kararlaştırıldı.
Bu anlaşma aylar öncesinden başlayan bir sürecin sonunda geldi. 2023’ün ilk aylarında göçmenlere yönelik sert bir konuşma yapan Said, göçmenleri ülkenin İslami kimliğini silme planının bir parçası olmakla, ülkeye suç ve şiddet getirmekle suçlamıştı. Bu konuşmasının ardından ülkede göçmenlere yönelik şiddet ve baskı arttı. Göçmenlere yönelik insanlık dışı muameleleri haberleştiren gazeteciler, göçmen politikasını eleştirenler tutuklandı. Tunus Mülteciler Konseyi başkanının da tutuklanması üzerine Birleşmiş Milletler Yardım Kuruluşu çalışmalarını askıya aldı. Avrupa’ya geçiş noktası olarak kullanılan liman kenti Safakes’te bulunan yüzlerce göçmen, Tunus güvenlik güçleri tarafından zorla alınarak su ve yiyecekleri olmadan Libya sınırındaki çöle sürüldü. AB, Tunus’la göç anlaşmasını imzaladığında aralarında çocukların da olduğu onlarca göçmen Libya çölünde susuzluktan ölmüş olarak bulunmuştu. Çölde açlığa ve susuzluğa terk edilmiş perişan haldeki göçmenlerin, artık çürümeye yüz tutmuş cesetlerin görüntüleri sosyal medya üzerinden tüm dünyaya yayılırken, insan hakları konusunda sözde duyarlılık taslayan AB egemenleri kör-sağır-dilsizi oynamayı tercih ettiler. Onlar için önemli olan tek şey, bedeli ne olursa olsun göçmenlerin kendi ülkelerine gelmesini önlemekti.
Ama zaten kendileri de göçmen düşmanlığı yaparak iktidara gelen faşist parti liderlerinin Tunus’ta halen devam etmekte olan göçmenlere yönelik saldırılara, göçmen haklarıyla ilgili çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşlarına yönelik baskıların ve tutuklamaların artmasına ses çıkarmamalarının meşreplerine uygun olduğu ortadadır. Diğer taraftan AB’nin diplomatik servisinin (EEAS) hazırladığı bir iç raporda Tunus’ta “siyasi iklimin açık bir şekilde kötüleşmesi ve sivil alanın daralması” tespiti yapılıyor fakat Tunus’la işbirliğinin korunmasının önemli olduğu vurgulanıyor. Gerekçe olarak da Tunus’un “düşman üçüncü ülkelerin” (her ne kadar isim verilmese de Rusya, İran, Çin olduğu anlaşılıyor) yörüngesine girebileceği, bu durumun AB ile Tunus arasındaki göç anlaşmasını da etkileyebileceği belirtiliyor.[3] Nitekim Said’in İran’la vizeleri kaldırdığı ve ticareti genişletmek üzere kararlar aldığı, Çin’le ise Kuşak ve Yol projesi kapsamında milyonlarca dolarlık anlaşmalar yaptığı biliniyor.[4]
Hegemonya krizinin ve bununla bağlantılı olarak Üçüncü Dünya Savaşının kızıştığı bir konjonktürde Kays Said gibi diktatörler kendilerine rahatlıkla yaşam alanı bulmaktadırlar. Zira hem tüm dünyada yükselen otoriterleşmenin rüzgârıyla iktidar yelkenlerini şişirmekte hem de iki emperyalist kamp arasındaki çatışmadan yararlanarak gemilerini yüzdürebilecekleri manevra alanları bulmaktadırlar. Kapitalizmin tarihsel krizinin ekonomik, siyasi, kültürel her alanı belirlediği koşullarda devir Meloni gibi faşist liderlerin olduğu kadar Kays Said gibi diktatörlerin devridir.
Peki 2011’de büyük bedeller ödeyerek 23 yıllık Bin Ali diktatörlüğünü deviren ancak yarattıkları devrimci durum burjuvazi tarafından söndürülen Tunuslu emekçiler yeni bir diktatörü daha ne kadar taşıyacaklar? Kitleleri sokağa döken nesnelliğin büyük oranda ekonomik zorluklar, hayat pahalılığı ve işsizlik olduğunu düşündüğümüzde önümüzdeki dönemin Kays Said için hiç de kolay geçmeyeceğini tahmin etmek zor değildir. Zira pandemiden bu yana ekonomik krizden çıkamayan ülkede emekçiler en temel ihtiyaç maddelerine ulaşmakta sıkıntı çekiyorlar. İşsizlik, özellikle genç işsizliği artmaya devam ediyor, yüksek enflasyon ve düşük ücretler de yakıcı sorunlar olarak varlığını koruyor. Bütün bu sorunlar olduğu yerde dururken hatta daha da büyürken Kays Said’in demir yumruğunun Tunuslu emekçileri ilânihaye durdurabileceği söylenemez. Daha önce Bin Ali diktatörlüğüne karşı ayaklanma deneyimini yaşamış yoksul emekçi kitlelerin Said diktatörlüğüne karşı da ayağa kalkmamaları için bir sebep yoktur. Fakat Tunus’un son 13 yıllık tarihi bile, bu mücadelenin başarıya ulaşması için işçi sınıfının devrimci önderlik ihtiyacının aciliyetini ve yakıcılığını çarpıcı bir şekilde göstermektedir.
link: Demet Yalçın, Tunus: Gasp Edilen Devrimden Said Diktatörlüğüne, 21 Ekim 2024, https://en.marksist.net/node/8367
Türk-İslamcı İktidarın İkiyüzlülüğü ve Filistin Halkının Gerçek Dostları