Bir yıldan bu yana Gazze’de bir soykırım var ve 40 binden fazla insan katledildi. Ölümün kol gezdiği, her türlü insani yardıma, suya, ilaca ve en temel gıda maddelerine ulaşması engellenen Filistin halkı ciddi bir yaşam mücadelesi veriyor ve her gün umutlar tükeniyor. İsrail devletinin yaptığı bu zulüm karşısında da pragmatist politikalar sürdüren Erdoğan rejimi, bugüne kadar Filistin halkını destekleyecek herhangi bir somut adım atmadı. Bunu yapmadığı gibi meseleyi hem içerde hem dışarıda İslama, İslam kardeşliğine hapseden bir söylem tutturdu. Bir yandan ancak bir Müslüman Birliği kurulup güçlendiği koşullarda bu sorunun çözüleceği söylemiyle kendi tabanını oyalarken, diğer yandan bu meseleyi Müslüman ülkelerle ortak işbirliği yönündeki yeni bir fırsata çevirmeye çalıştı, çalışıyor. Bekasını ve kendisini destekleyen sermayenin kârlarını esas alan rejim, İsrail’in Gazze’ye saldırıları başladığında ABD ve İsrail’i doğrudan karşısına alacak bir tutum içine girmeyip, ortada eşit iki güç varmış gibi arabulucu rolüne soyunarak, İsrail’in gerçekleştirdiği katliamı görmezden geldi. Ancak içerde İsrail karşıtı bir hava yükselmeye başlayınca arabulucu rolünden İsrail’in kınandığı bir role geçildi. Ama Erdoğan İsrail devletine üst perdeden sert laflar söylemeye devam ederken bile İsrail ile doğrudan ticaret devam ediyordu! İsrail savaş makinelerinin kullandığı petrolün akışı devam ediyordu! Seçim dönemine kadar açıktan sürdürülen, daha sonra sınırlandırdık denilen ticaret, rejimin en iyi bildiği yol ve yöntemlerle –alavere dalavereyle, yalanlarla, aldatmacalarla–bugün de devam ediyor! Sanki Filistin’le ticaret yapılıyormuş gibi gösterilerek Mısır üzerinden vb. İsrail’e çok çeşitli kalemlerde ürün gönderiliyor. Burjuvazi İsrail’in sürdürdüğü bu kanlı savaştan gelecek büyük kârlardan vazgeçmiyor ve siyasi iktidar hâlâ “din kardeşliği” yalanıyla pişkin bir şekilde yoluna devam ediyor.
Erdoğan sık sık ey İslam ülkeleri, ey ABD, ey Avrupa ülkeleri diye bağırıp, onlara Filistin meselesinde adım atmaları gerektiğini söyleyerek, aslında halkın siyasi iktidara yönelik tepkisini yatıştırmak üzere iç politikaya oynamaktadır. Emekçilerin hem bu haksız savaş meselesinde hem kendi sınıfsal sorunları için ayağa kalkarak gerçek çözüm yolları için mücadelesini engellemeye çalışmaktadır. Doğrusu demagojiyle ve yalanlarla toplumun önemli bir kesimini manipüle etmeyi de başarmaktadır. Nitekim Müslüman kardeşliği demagojisine rağmen Türkiye’de, Filistin’de zulüm altındaki “kardeşlerine” destek olacak anlamlı bir savaş karşıtlığı henüz ortaya çıkmış değildir! Oysa dünyanın pek çok yerinde Hıristiyanından Yahudisine, Müslümanından ateistine milyonlarca emekçi İsrail zulmüne karşı ayakta!
Bu protestolarda İsrail’in Gazze’ye yönelik askeri müdahalesine ve ABD hükümetinin İsrail’e verdiği desteğe son vermesi, Filistin halkının haklarının tanınması, acılarına son verilmesi talep ediliyor. ABD’nin Gazze’de İsrail’in Refah operasyonuna yeşil ışık yakması üzerine ABD’nin birçok kentinde üniversitelerden çok büyük tepkiler geldi, öğrenci kampüslerinde aylarca savaş karşıtı protestolar düzenlendi. 1968 yılında Vietnam savaşı karşıtı eylemlerin başladığı ve üniversite işgalinin yaşandığı Columbia Üniversitesinde başlayan eylemler New York, Harward, Teksas Üniversitelerinden sonra ülke çapındaki birçok üniversiteye yayıldı. Öğrencilerin eylemlerine toplumun birçok kesiminden insanlar da katıldı. Eylemler ABD’den dünyaya yayıldı. Almanya, Fransa, İspanya, Şili, Yemen, Türkiye’de ve daha birçok ülkede üniversite kampüslerinde öğrenciler eylemler başlattı, Filistin bayrakları açtı. Columbia Üniversitesinde öğrencilerin ABD’nin İsrail devletine verdiği desteği protesto etmek için üniversite içinde kamp kurması üzerine başka üniversitelerde de bu tip kamplar kuruldu. Kısa bir süre sonra üniversite yönetimleri kampüslerdeki protestoların şiddet kullanılarak sona erdirilmesine onay verdiler. Columbia Üniversitesi öğrencileri kamp alanını üniversite yönetiminin sıkıştırmasına rağmen boşaltmadığında 1000 civarında öğrenci gözaltı alındı. Ulusal muhafızların devreye sokularak eylemlerin şiddetle bastırılmak istenmesi büyük tepki topladı ve ülkeyi ayağa kaldırdı. Dünyanın birçok yerinde göstericiler arasında, savaşın sona ermesi ve ateşkesin kabul edilmesi talebiyle Netanyahu hükümetini protesto eden Yahudiler de yer aldı. Nitekim Gazze savaşı başladığından bu yana İsrail’de yüz binlerce insan sokaklara dökülerek Netanyahu iktidarına karşı sesini yükseltmeye devam ediyor.
Türk asıllı ABD vatandaşı 26 yaşındaki Ayşenur Ezgi Eygi de dünya çapındaki bu eylemlere katılanlardan biriydi. Sosyalist bir genç olan Ayşenur, ilk kez gittiği işgal altındaki Batı Şeria’da 6 Eylülde katıldığı bir protesto sonrasında, özel olarak hedef alındığı besbelli bir şekilde İsrail’in keskin nişancıları tarafından vurularak katledildi. Ama Ayşenur İsrail tarafından katledilirken, Erdoğan rejimi bu cinayetin yarattığı tepkinin siyasi rantına konmaya çalışmanın ötesinde hiçbir şey yapmadı. Öldürülebileceğini bile bile dayanışma için gittiği Filistin’de katledilen bu genç kadının cenazesi 13 Eylülde Türk bayrağına sarılı olarak Türkiye’ye getirildi ve iktidarından muhalefetine birçok partinin sahiplenme şovuna çevrildi. Daha havaalanında dualar okunarak düzenlenen törende boy boy bakanlar, TBMM başkanı, çeşitli parti başkanları vs. bulundu. İktidar ardı ardına kınama ve açıklamalarda bulundu. Dışişleri Bakanlığı Ayşenur’un ölümünü cinayet olarak nitelendirdi. Erdoğan, İsrail’in Batı Şeria’daki işgal karşıtı sivil protestoya karşı yaptığı barbarca müdahaleyi “lanetledi”. Adalet Bakanı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının olayla ilgili soruşturma başlattığını ve ilgili raporların Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesindeki İsrail’e karşı yürütülen davalara sunulacağını söyledi.
Peki cenazesi, iktidarın sahiplenme gösterisiyle İsrail’e karşı sözde mücadele şovuna çevrilen Ayşenur kimdi? Küçük yaşta ABD vatandaşı olan Ayşenur Seattle’da yaşıyordu. Çok erken yaşlarda siyasal hareket içinde yer almaya başladı. 2015-2018 yılları arasında ABD’de faaliyet gösteren sosyalist gruplardan Socialist Alternative’in (Sosyalist Alternatif) üyesi oldu. Trump karşıtı eylemlerde aktif rol alarak, buralarda etkili konuşmalar yaptı. Facebook hesabında Socialist Alternative üyeleriyle çektirdiği bir fotoğrafın üzerinde “Trump’a ve çürümüş kapitalist sisteme karşı mücadeleyi nasıl inşa edeceğimizi tartışarak başarılı bir gün geçirdik – Biz durdurulamazız, sosyalist bir dünya mümkün” diye yazıyordu. Ayşenur çevre sorunlarından siyasi sorunlara çok çeşitli alanlarda kampanyalara katılıyordu. Daha lise yıllarında Arakan Müslümanlarına yapılan zulümde Müslümanlarla dayanışmak için Myanmar’a gidip oradaki kamplarda birkaç ay kaldı. 2016-2017 arasında ABD’nin Kuzey Dakota eyaletinde, Sioux yerlilerinin koruma altındaki alanında inşa edilmesi planlanan petrol boru hattını protesto etmek için gerçekleştirilen çevreci kampanyada da aktif bir şekilde yer aldı. Siyahlara karşı uygulanan polis şiddetine ve ırkçılığa karşı Black Lives Matter (Siyahların Hayatı Değerlidir) kampanyası için de çalışıyordu. Washington Üniversitesinde psikoloji eğitimi alan ve ayrıca Ortadoğu dilleri ve kültürü programında yan dal yapan Ayşenur’un siyasi eylemlilik süreci üniversite de devam etti ve kampüsteki öğrenci liderlerinden biri oldu. 7 Ekim 2023’ten sonraki süreçte kampüslerde kurulan Filistin yanlısı kamplardan biri olan Washington Üniversitesi kampüsündeki organizatörlerdendi. Mezuniyet töreninde de boynuna kefiye sarılı olarak katıldı ve üzerinde “Özgür Filistin” yazısı olan bir Filistin bayrağı açtı. Bu süreçte Filistinlilerin hakları için faaliyet yürüten, ISM (Uluslararası Dayanışma Hareketi) ile bağlantı kurdu. Ölümünün ardından ailesi tarafından yapılan bir açıklamada “Ayşenur, baskı ve şiddete maruz kalmaya devam eden Filistinli sivillerle dayanışma içinde olmak için Batı Şeria’ya gitme zorunluluğu hissetti” denildi.
Gazze’ye saldırılar başladığında Türkiye’de ilk tepkiyi verenler de sosyalist çevreler ve mücadeleci sendikaların tabanındaki işçiler oldu. Filistin meselesini “din kardeşliği” temelinde dilinden düşürmeyen rejim protestoları yoğun polis barikatlarıyla engellemeye, eylemcileri yıldırmaya çalıştı. Doğrusu 60’lı ve 70’li yıllarda da Filistin halkını savunanlar İslamcılar değil sosyalistlerdi! 1948’den itibaren İsrail devletinin gerçekleştirdiği büyük katliamları yaşayan Filistin’in 1967 yılında yeniden işgal edilmesi Türkiye gündemine de girmişti. Filistin halkının yaşadığı mezalim Türkiye’de devrimcilerin ilgisini çekmeye başladı. 1967’de Deniz Gezmiş’in de içinde olduğu ilk grubun Filistin’e gitmesinin ardından yıllarca bu gelenek devam etti ve yüzlerce devrimci genç hayatını riske atarak, uluslararası dayanışmanın gereği olarak gördüğü için Filistin halkıyla birlikte İsrail güçlerine karşı savaşmaya gitti. Bu gençler çeşitli zorlukları aşarak vardıkları Filistin kamplarında eğitim alıyor, zaman zaman İsrail güçleriyle çatışıyorlardı. Bu çatışmalarda pek çok Türkiyeli devrimci hayatını kaybetti ya da İsrail cezaevlerinde yıllarca hapis yattı.
O dönemde dünyada ABD ve SSCB’nin başını çektiği iki kamp vardı. ABD, SSCB’den ve Bağlantısız ülkelerden destek aldığı gerekçesiyle Filistin’i de “kızıl”ların bir parçası olarak değerlendiriyor, TC de büyük abisini kızdırmamak için buna riayet ediyordu. İslamcı kesim de, Çin ve SSCB’nin desteğini aldığı gerekçesiyle ve komünist devlet kuracakları iddiasıyla “Müslüman” Filistin’in davasına sahip çıkmıyordu. Bu yüzden Filistin sorununu sahiplenen, canları pahasına dayanışma içinde olan 68 kuşağı gençliği, siyasal İslamcılar tarafından “Moskova uşağı” sayılıyor, üniversitelerde saldırıya uğruyor, devlete ihbar ediliyordu! Geçmişte Filistin meselesini “din kardeşliği” temelinde bile umursamayan siyasal İslamcılar bugün her konuda olduğu gibi geçmişi unutturmaya çalışıyor, Filistin meselesini sahiplenmenin de kendilerinden başladığını iddia ediyorlar ve yine her konuda yaptıkları gibi yalnızca sahipleniyor görünüyorlar!
Sermayeden ve onun tüm renklerden siyasi temsilcilerinden gerçek bir savaş karşıtı duruşu beklemek nafiledir! Çünkü bu onların sınıf doğalarına terstir! Egemenlerin çıkarları için ezilenleri peşinden sürüklediği tüm savaşlarda, karşı duruşu samimiyetle ortaya koyanlar tarih boyunca hep ezilenler oldu. Açgözlü kapitalistlerin kendi çıkarları uğruna giriştikleri savaşlar, işçi ve emekçi kitleler için daha fazla yokluk, daha fazla yoksulluk, açlık, göç ve ölüm anlamına geliyor! Ancak ve ancak sosyalist bir dünya yaratmak için verilecek bir mücadele egemenlerin kirli savaşlarına ve o savaşı yaratan iktidarlarına son verebilir!
link: Aylin Dinç, Türk-İslamcı İktidarın İkiyüzlülüğü ve Filistin Halkının Gerçek Dostları, 18 Ekim 2024, https://en.marksist.net/node/8366
Faşizmin Topluma Ağır Faturası