Kapitalist sistemin yaşadığı kriz günden güne derinleşmekte ve yıkıcılaşmaktadır. Yaşanan krizle bağlantılı olarak neredeyse bütün taşlar yerinden oynamakta ve bu sistemin topluma açlık, gözyaşı, kriz ve savaşlardan başka bir şey veremeyeceği iyice ayyuka çıkmaktadır.
Özellikle 90’lı yıllar öncesi, burjuvazi ve onun temsilcilerinin ağızlarında sakız ettikleri, her olumsuz şeyin sorumlusunun SSCB olduğu idi. SSCB adeta bir günah keçisi ilan edilmiş ve olumsuz olan ne varsa oraya fatura edilmiş, kitlelerin gözünde adeta bir öcü yaratılmak istenmişti. SSCB’nin çöküşü ve kapitalist sistemin tek başına kalmasıyla birlikte gerçekler tüm çıplaklığıyla ortalığa saçılıverdi. O gerçekler ise, kapitalist sistemin insanlığa hiçbir şey veremeyeceği, üretici güçlerin ve insanlığın gelişimi önünde büyük engel olduğudur.
Rakipsiz kalan kapitalist sistem, kendi işleyiş yasaları gereği tüm dünyada otoriterleşmenin önünü açmış, militarizmi alabildiğine körüklemiş, yeryüzünü bir savaş cehenneminin kucağına bırakıvermiştir. İşte böylesi çalkantılı ve yeniden paylaşım savaşlarının devam ettiği bir süreçte, işçi sınıfının devrimci mücadelesine duyulan ihtiyaç daha bir can yakıcı hale gelmiştir.
Bu durumda tarihsel deneyim devreye giriyor. 1917 Şanlı Ekim Devrimi ve onun devrimci partisi, sınıfsız bir dünya isteyenlere ışık tutuyor. Sınırsız ve sınıfsız bir dünyanın inşası için her türlü zorluğa karşı, mücadeleyi örgütleyen devrimci önderlikler vardır. Ömrünü sosyalizm mücadelesine ve onun öncü komünist örgütünün inşasına adayan işçi sınıfının devrimci önderleri olan Lenin, Rosa, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi, geride paha biçilemez bir miras bırakmışlardır. Bu miras özünde, emperyalist savaşa, ulusal soruna, kadın sorununa, ayrıca sosyalist bir mücadelede Bolşevik bir örgütlülüğün nasıl olacağı konusunda muazzam derslerle doludur.
Bugün dünya işçi sınıfı acı deneyimleri ile görüyor ki, kapitalizmin kokuşmuş düzeni insanlığı tam bir felâkete sürüklüyor, savaşı ve militarizmi körükleyerek insanlığa yaşam hakkı tanımıyor. İşte bu koşullarda egemenler her fırsatta işçi sınıfının devrimci önderliklerine saldırmaktan da geri durmuyorlar. Marksist geleneğinin savunucuları olarak, kapitalizme karşı mücadeleyi nasıl ki boynumuzun borcu biliyorsak, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinde yaşamını yitiren komünist önderlerimizin mirasına sahip çıkmayı da boynumuzun borcu olarak görüyoruz. İşçi sınıfı örgütlüyse her şeydir, örgütsüzse hiçbir şey!
link: İstanbul/Esenyurt’tan bir metal işçisi, İşçi Sınıfı Örgütlüyse Her Şeydir, Örgütsüzse Hiçbir Şey!, 14 Ocak 2024, https://en.marksist.net/node/8163
Rejimin “Aile ve Gençlik Fonu”
Yaktıkları Meşale Bugün Bizim Ellerimizde!