Onyıllardır Filistin halkına kan kusturan İsrail devleti, emperyalist savaşın açılan yeni kanlı perdesiyle birlikte, dünyanın gözleri önünde dozu artan biçimde her gün katliam yapıyor. Şu ana kadar çoğu çocuk ve kadın, 13 binden fazla Filistinli hayatını kaybetti, 30 binden fazlası yaralandı. Yeni doğmuş kuvözdeki bebeklerden yoğun bakım ünitelerindekilere kadar binlerce hastanın bulunduğu hastanelerin bile hedef haline geldiği dehşetli bombardımanlar yüzünden morglarda yer kalmadı. Cenazeler toplu mezarlara gömülüyor.
İsrail Gazze’ye günde sadece iki tanker yakıtın girmesine izin veriyor. İnsani yardım kuruluşları Gazze halkının geniş çaplı bir açlıkla karşı karşıya olduğu uyarısında bulunuyorlar. Örneğin Birleşmiş Milletlere bağlı Dünya Gıda Programı (WFP) İcra Direktörü Cindy McCain “Gazze’de yiyecek ve su tedariki neredeyse yok ve ihtiyaç duyulanın sadece çok küçük bir kısmı sınırlardan geliyor. Kışın hızla yaklaşması, güvenli olmayan aşırı kalabalık barınaklar ve temiz su eksikliği nedeniyle siviller açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya” diyor ama gönderilen yardımlar bile halka ulaştırılamaz durumda. İletişim sistemleri, internet ve telefon ağlarına enerji sağlayacak yakıtın olmaması nedeniyle bu hizmetler de yerine getirilemiyor.
Yakıt bulunamaması nedeniyle hastaneler de çalışamaz hale geldi. Yenidoğan ünitelerindeki kuvözlerin çalıştırılması için bile elektrik yok. Bölgedeki gazeteciler, telefon hatlarının çalışmaması nedeniyle yardım çağrısı alamayan ambulansların Nasır Hastanesi önünde toplandıkları ve bombardıman seslerinin geldiği noktalara yönelerek yaralananlara ulaşmaya çalıştıklarını aktarıyor. İsrail günlerdir kuşatma altında tuttuğu Gazze’nin en büyük sağlık kompleksi olan Şifa Hastanesine de baskın düzenledi. Hastane yönetimi, kuşatma sırasında elektrik kesintisi ve hizmetlerin durması nedeniyle 6’sı prematüre bebek olmak üzere toplam 20 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı.
İsrail’in, arkasına dizilmiş emperyalist ortaklarıyla birlikte yürüttüğü savaş dehşet ve acımasızlık tablolarıyla dolu biçimde böyle sürüyor. Filistin halkına yönelik topyekûn bir imhaya yönelen İsrail devleti, kendisinin de altına imza atmış olduğu, savaşlarda sivil halkın korunması ve onlara yardımların ulaştırılmasını güya güvence altına alan savaş hukukunu da hiçe saydığı bir savaşı aşağılık yöntemlerle yürütüyor. Her türlü şiddet ve silah kullanımını her koşulda kendisine hak olarak gören İsrail, Filistin halkının meşru direnme hakkını bile terörizm olarak nitelendirip, en âlâsından bir devlet terörüyle bastırmaktadır. Siyasi haklarını yok saydığı, tecrit altında her türlü şiddete yıllar boyunca kesintisiz bir biçimde maruz bıraktığı Filistin halkına boyun eğdirmek için alçakça saldırmaktadır.
Bu saldırganlık karşısında, ezilenlerin, sömürülenlerin alması gereken tutum bellidir. İsrail devletinin emperyalist ortaklarından güç alarak yürüttüğü bu savaşa karşı çıkmak ve ezilen Filistin halkının yanında olmak. Nitekim dünyanın çeşitli ülkelerindeki milyonlarca emekçi, bunun anlamlı ve güzel örneklerini yaptıkları eylemlerle gösterdiler, göstermeye devam ediyorlar. Egemenler, pek çok örnekte (en son Ukrayna savaşında) olduğu gibi, dezenformasyon ve gerçekleri karartma taktiklerini sıkı biçimde uygulayarak toplumu yönlendirmeye, gerçekleri görmesini engellemeye çalışmalarına rağmen, yüz binlerin savaş karşıtı sloganlarla alanlarda toplanmasına engel olamadılar. Başta İngiltere, Almanya ve Fransa olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde İsrail’i protesto gösterileri yasaklanmasına karşın emperyalist savaşa, saldırganlığa karşı olan kitleler meydanları doldurdular. Aralarında Londra, Washington ve Berlin’in de bulunduğu çok sayıda önemli şehirde bir aydan uzun bir süredir kesintisiz biçimde gösteriler düzenlediler, Filistin halkıyla dayanışma duygularını ortaya koyup İsrail devletinin bir an önce durdurulması için kendi hükümetlerine çağrılar yaptılar. Burjuvazinin olağanüstü karartma, engelleme çabalarına rağmen bu kitlesellikte ve süreklilikte gösterilerin yapılabilmesi, özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerdeki emekçilerin egemenlerin siyasetine karşı duran güçlü bir siyasi damara sahip olduklarını da gösterdi.
Üstelik sadece meydanlar emperyalist savaş karşıtı sloganlarla inlemiyor. İşçi sınıfının emperyalist saldırganlığa karşı tarihsel hafızasının canlandığını gösteren örnekler de sergileniyor. Dünyanın pek çok ülkesindeki işçiler, şimdilik yeterince güçlü olmasa da çeşitli limanlarda ve fabrikalarda yaptıkları boykotlarla, engellemelerle İsrail devletinin saldırganlığına karşı tutumlarını ortaya koyuyorlar. Örneğin, Filistinli sendikaların İsrail’e savaş malzemesi tedarikine karşı yaptığı küresel eylem çağrısı sonrası, Barcelona’da 1200 liman işçisi, “insan haklarını korumak için” İsrail’e savaş malzemesi taşıyan gemilere hizmet vermeyi bıraktıklarını açıkladı. Belçika’daki bazı taşımacılık sendikaları da İsrail’e silah taşıyan uçak ve gemilere yükleme-boşaltma yapmama kararı aldılar. Greve giden işçiler, İsrailli firmayla anlaşmanın iptal edilmesini istediler. Sendikalar yaptıkları ortak açıklamada “Filistin’de soykırım devam ederken, Belçika’daki çeşitli havaalanlarında çalışan işçiler savaş bölgesine silah sevkiyatı yapıldığını görüyorlar” diyerek, bu silahları yüklemenin ya da boşaltmanın masum insanları öldüren rejimlerin tedarikine katkıda bulunmak anlamına geldiğini, bu nedenle bu duruma karşı mücadele edeceklerini duyurdular.
İtalya’nın Cenova kentindeki liman işçileriyse “savaş burada başlıyor” sloganıyla İsrail’e silah sevkiyatını engellediler. İsrailli ZIM isimli nakliye şirketinin Cenova’dan İsrail’e doğru yola çıkacak olan ve AB’den yeni savaş malzemeleri taşıyan bir sevkiyatını durdurdular. Avustralya’nın Sidney kentindeki liman işçileri de yine ZIM şirketine ait bir kargo gemisinin limana yanaşmasını protestolar eşliğinde engellediler. İngiltere’nin Rochester kentinde de 400’den fazla sendikalı işçi, İsrail’in Gazze’yi bombalayan uçaklarının parçalarını üreten BAE System’in fabrikasının girişlerini kapattıkları bir eylem gerçekleştirdi.
Bu tür eylemler ve yüz binlerce kişinin katıldığı gösteriler sonucunda İsrail’e destek veren Batılı devletlerin bir kısmı artık ateşkes çağrısını dillendirmek zorunda kalıyorlar. Türkiye de dâhil nüfusu Müslüman ağırlıklı ülkelerde de emekçiler çeşitli eylemlerle, İsrail’le askeri ve ticari ilişkilerin kesilmesi taleplerini yükseltiyorlar. Fakat bu ülkelerdeki siyasi iktidarlar ve sermayedarlardan kuru gürültü dışında hiçbir hareket gelmiyor. Türkiye’nin “İslamcı” rejimi ve burjuvazisi ise bu konudaki riyakârlığında mertebe tanımıyor. Türkiye’nin İsrail’le ticareti kesintiye uğramadan devam ediyor. Aksi yöndeki bir düşünce egemenlerin aklından bile geçmiyor. Türkiye’nin İsrail’e yaptığı ihracat 6 milyar dolar düzeyinde. Bu rakamın içindeki en büyük kalemi ise çelik ihracatı oluşturuyor. Boru ve petrol hattı gibi enerji alanlarında işbirlikleri de var. Türkiye İhracatçılar Meclisi raporuna göre Türkiye İsrail’e, Çin ve ABD’den sonra gelen Almanya ile aynı miktarlarda ihracatta bulunuyor. Yani Türkiye İsrail’in ihtiyaçlarını karşılamak için yaptığı ithalatta dünyada 4. ülke konumunda.
Filistinli sendikalar başta olmak üzere pek çok kurum, katliamcı İsrail’e karşı ambargo, boykot ve grevlerin yaygınlaştırılması çağrısını sürekli olarak yinelerken, Türkiye’den onlarca gemi İsrail’e mal taşımaya devam ediyor. Üstelik bunlar arasında ham petrol, akaryakıt, çelik gibi savaşa doğrudan yardımcı malzeme olarak kullanılabilecek mallar da var. Gazeteci Metin Cihan’ın, dünya çapında gemi trafiğine yer veren Marinetraffic’te kayıtlı veriler doğrultusunda, Türkiye’den İsrail’e malzeme taşıyan gemileri listeleyip yayınlamasıyla ortaya çıkan tabloya göre, Gazze’ye saldırının başladığı 7 Ekimden 14 Kasıma kadar Türkiye’den İsrail’e toplam 253 geminin gittiği görülüyor. Yani bu kayıtlara göre İsrail’in saldırıları başladığından beri Türk limanlarından her gün ortalama 7 gemi İsrail’e hareket ediyor. Ham petrol ve akaryakıt taşıyan tankerler, demir çelik, çimento, gıda ve diğer ürünleri taşıyan gemiler kesintisiz bir şekilde İsrail’e ulaşıyor.
Sonuçta Türkiye’deki rejim, yüksek perdeden sürdürdüğü lafazanlığa rağmen Gazze’ye ilaç bile göndermekte zorlanırken, İsrail’in bombardıman yapan uçaklarının ihtiyaç duyduğu Azerbaycan ve Kazakistan’dan gelen yakıtın İsrail’e ulaşmasını kesintisiz biçimde sağlamaktadır. Her türlü malın sevkiyatının aksamadan yapılmasıyla ilgili olarak İsrail’e parmağını bile sallamamakta, sevkiyatın önüne geçmek için kılını dahi kıpırdatmamaktadır. Sanki İsrail Gazze’de bir etnik temizliğe girişmemiş, katliam yapmıyormuş gibi, aralarındaki ticarete halel getirmemekte, sürdürmektedir. Rejim sözcülerinin ağızlarından, İsrail’e küfür, Filistin’e sempati sözleri eksik olmamaktadır. Ama anlaşılıyor ki, bu şiddetli gürültü aslında İsrail burjuvazisi ile ticaretlerinden kazandıkları paranın sesinin duyulmaması için çıkarılmaktadır. İsrail devletine gerçekten sorun çıkaracak yaptırımlar, ambargolar bu nedenle gündeme dahi getirilmemektedir.
İkiyüzlü iktidar, halkı oyalamak, gazını almak için Starbucks boykotlarını, Coca-Cola dökme eylemlerini, hamburgercileri basmayı fişteklemektedir. Kuru gürültü çıkarılan, sahte efelenme gösterilerinin sahnelendiği mitinglerle bir şey yapılıyormuş hissi yaratmaya çalışmakta, hamasetle kitleleri oyalamaktadır. Böylelikle toplumun İsrail’in saldırganlığına karşı öfkesini hem sönümlendirmeye hem de İsrail’e bağırıp çağırmanın yarattığı popülariteyi iç siyasette olabildiği kadar rejim partilerine desteğe dönüştürmeye çalışmaktadır. İktidarın Meclis’te yapabildiği ise Meclis kantininden Coca-Cola ve Nescafe satışını kaldırmaktan ibarettir.
Burjuvaların riyakârlıklarının insanda yaratacağı tiksinti duygusunu dünyanın tüm kanalizasyonlarındaki pislikler bir araya gelse yaratamazlar herhalde. Türkiye burjuvazisinin ve mevcut rejimin Filistin sorununda ve bugün yürütülen Gazze katliamında aldığı ve alacağı tutum üç aşağı beş yukarı ortaya çıkmış, tüm yetersizliklerini sergilemiştir. İkiyüzlülükle yürütülen politikaların da Filistin halkının yaralarına merhem olmayacağını yaşananlar göstermektedir. Filistin halkının haklı taleplerinin arkasında durmak ve yaşadığı trajik katliamda gerçekten yanında olmak “İslamcı” burjuva siyasetin harcı değildir. Türkiye’den Arap devletlerine bugün ortaya çıkan tablo bu gerçeği bir kez daha net bir biçimde açığa çıkarmıştır. İsrail ordusuna giden mühimmatın ve bu ordunun ihtiyaçlarının üretiminin ve nakliyesinin durdurulması gibi Filistin halkına verilecek somut ve yararlı destekler burjuvaların değil örgütlü işçi sınıfının hayata geçirebileceği eylemlerdir. Çünkü işçi sınıfının burjuvalar gibi haksız savaşlardan kazanabileceği muazzam kârlar yoktur. Aksine kaybedeceği çok şey vardır. Bu nedenle Filistin halkıyla gerçek bir dayanışmanın hayata geçirilmesi hususunda başta sendikalar olmak üzere tüm sınıf örgütlerine önemli görevler düşmektedir.
link: Selim Fuat, Filistin Aynasında Rejimin Sureti, 21 Kasım 2023, https://en.marksist.net/node/8128
Milliyetçilik Hezeyanıyla “Türkiyeli” Tartışması
KYK Yurtlarında Yaşananlar Öfkemizi Biliyor