Yıllardır devam eden Gezi davasına ilişkin alt mahkemelerin verdiği cezaların çoğu, Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından dün onandı. Kararda, Osman Kavala’ya “hükümeti yıkmaya teşebbüsten” ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater Utku’ya da “bu teşebbüse” “yardım”dan 18’er yıl hapis cezası verildi. Ayşe Mücella Yapıcı ve Ali Hakan Altınay’ın ise cezaları bozularak tahliyesine karar verildi. Bir başka deyişle, demokratik gösteri ve protesto hakkını kullanan kitlelerin üzerine panzerlerle, TOMA’larla, gaz bombalarıyla ve hatta kurşunlarla saldıranlar, onlarca insanı yaralayıp 10 kişiyi katleden polisler ellerini kollarını sallayarak gezerken, bu protestolarda öne çıkanlar, gerçekte mevcut yasalar açısından dahi hiçbir suç işlememişken, uyduruk iddialarla akıl almaz hapis cezalarına mahkûm edildiler.
Bu kararın, tümüyle keyfi ve siyasi bir karar olduğu, gerçekte hiçbir hukuki dayanağı bulunmadığı apaçık ortadadır. İktidarın Gezi direnişinden, onun örgütleyici ve koordinatörlerinden intikam almak istediği, benzer girişimlerde bulunmak isteyenlere gözdağı vermek istediği de apaçıktır. Peki neden bu kin ve öfke? Çünkü AKP iktidarı ilk kez, 2013 Haziranında yaşanan Gezi direnişinde kolayca üstesinden gelemediği, copla ve gazla sindiremediği, geri püskürtemediği bir kitlesel tepkiyle karşılaşmış ve bu tepki kısa süre zarfında birçok kente yayılmıştı. Aynı dönemde “Arap Baharı” dalgasının Mısır’da iktidara oturttuğu İhvan da büyük bir protesto dalgasıyla sarsılmış ve ardından bir ordu darbesiyle yıkılmıştı. Diğer taraftan yine aynı dönemde başta Yunanistan olmak üzere birçok Akdeniz ülkesinde emekçiler ayaktaydı. Bu dış gelişmeler, iktidarın emperyalistlerce “deliğe süpürülmek” korkusunu daha da pekiştirmiş, devrilme sırasının kendisine geldiği duygusunu pekiştirmişti. 2007’den itibaren açığa çıkan askeri darbe girişimleri ya da niyetleri de iktidarın bu husustaki korkularını zaten sürekli diri tutuyordu. İktidar, yerli ve yabancı sermayenin bazı kesimlerinin bu direnişe verdiği maddi ya da manevi desteğin de farkında olduğundan, bu protestolarda gördüğü tehdidi var gücüyle ezmeye çalıştı. Gezi’nin dinamikleri ve ulaşabileceği sınırlardan bağımsız olarak söyleyecek olursak, onun Erdoğan tarafından algılanışı böyleydi. Kendisine bu korkuyu yaşatanların üzerine önce her türlü devlet şiddetini kusması, ardından da sergilenen yargı rezaletleri bu algının sonucudur.
Can Atalay’ın son seçimlerde TİP’ten Hatay milletvekili olarak seçilmesi bile rejime geri adım attırmaya yetmedi. Avrupa’dan ve yerli hukuk camiasından yükselen tüm seslere rağmen serbest bırakılmayan Can Atalay’ın 18 yıllık hapis cezası böylelikle kesinleştirildi. Anayasa Mahkemesinde açtığı itiraz davası 5 Ekimde görülecekken hemen öncesinde bu kararın çıkması da dikkat çekicidir. Rejim, Gezi’nin sembollerinden biri haline gelen Atalay’ı içeride tutmak ve ona milletvekilliği yaptırmamak için ihtiyaç duyduğu yasal zemini bu şekilde elde etme gayretindedir.
Gezi direnişi, iktidarın toplumsal yaşamı kıskaç altında alma ve dinselleştirme doğrultusunda artan baskıcılığına bir tepkiydi. Ancak başta örgütsüzlük olmak üzere barındırdığı sınırlılıklar nedeniyle ezildi. Sergilenen direngenliğe rağmen iktidara geri adım attırılamamış olması ve ezilmesi, esasen geniş çaplı bir ümitsizlik ve yılgınlık dalgası yaratmıştır. Gezi direnişinin ezilmesi, iktidarın bugünkü rejimi inşası yolunda önemli bir aşama, bir basamak olmuştur.
Dava sonucunun açıklanmasıyla düzen içi muhalefetin “asla”lı cümleler kursa da hiçbir şey yapmayacağını gayet iyi biliyoruz. O muhalefet ki, bu umutsuzluk ve yılgınlığın baş sorumlusudur! İYİP lideri Akşener, “bu kararla Türkiye hukuk devleti olmaktan çıkmıştır” diyor, CHP lideri de “hukuk devleti olmadığının en açık kanıtıdır” buyuruyor. Erdoğan’ın faşist rejimi yedi yıldır hüküm sürüyor, ama bu beyler, hanımlar hâlâ hukuk devletinden bahsediyorlar. Hâlâ “hukuk devleti” mi değil mi diye tartışan bu sözde muhalefet, rejimin faşist niteliğinin perdelenmesinde adeta kendilerine rol biçilen bir muhalefettir.
Rejimin faşist tabiatını döne döne kitlelere açıklamayan bir muhalefet şaibeli olmaktan kurtulamaz. Onlara bel bağlayanların sonu her zaman hüsran olmuştur ve olacaktır. Faşist rejime karşı mücadelede emekçiler için tek çıkış yolu bağımsız sınıf çıkarları temelinde örgütlenmek, sınıf örgütlerinde birleşmek ve mücadeleye atılmaktır. Bu iktidarın katkılarıyla alabildiğine yıkıcı hale gelen krizin faturasını ödemekten kurtulmanın da, tüm siyasi tutsakların özgürlüğe kavuşmasının da, demokrasi ve özgürlüklerin tesis edilmesinin de, savaş politikalarına son verilmesinin de tek yolu buradan geçmektedir!
link: Marksist Tutum, Gezi Davası: Rejimin Soğumayan İntikam Hırsı, 29 Eylül 2023, https://en.marksist.net/node/8070
Yaşanan İşçi Eylemlerinin Dinamikleri ve Sorunları
Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /2