12 Eylül askeri faşist darbesi ve ardından gelen süreçte işçi sınıfına ve onun örgütlü mevzilerine yönelik saldırılar burjuvazinin elini alabildiğine güçlendirdi. Burjuvazi güç kazanırken işçi sınıfı siyaset sahnesinden uzaklaşmaya, uzaklaştıkça da kendi gerçeklerine bütünüyle yabancılaşmaya başladı. Böylece burjuva siyasetin çirkin gerçeklerinin sonuçlarıyla her alanda karşı karşıya geldi. 12 Eylül faşist darbesinin yarattığı boğucu atmosferin etkisi henüz sürerken, bunun üzerine bir de mevcut rejimin eklenmesiyle toplumun ayarları iyice bozuldu.
Örgütsüz işçi sınıfı siyaset sahnesinden silindikçe, önemli oranda burjuvazinin yani düşmanının etkisine girerek onun oyuncağı haline gelebiliyor. Örneğin birçok işyerinde işçiyi fazla mesailere bırakmama gibi bir ceza mekanizması ortaya çıktı. Oysa örgütlü bir işçi değil fazla çalışmayı istemek, fazla mesai dayatmasına karşı mücadele etmelidir. Fakat örgütsüz bırakılan işçi sınıfı, sadece ekonomik ve sendikal anlamda değil bilinç olarak da çok gerilemiş ve bu gerileme patronlar açısından dikensiz gül bahçesi yaratmıştır. Patronlar adeta işçiyi parmağıyla oynatmakta, istediği anda işten atmakta, istediği zaman farklı ve alakasız işlere vermekte, fazla mesailere bırakmayarak cezalandırmakta, işçileri giderek küçük düşürmektedir. İşyerlerinde şahit olduğumuz şeyler “yok daha neler” dedirtecek türdedir maalesef.
Geçenlerde bizim işyerinde patronun karısı telefonla bir işçiyi aramış talimatlar yağdırıyordu. İşçi ise “tabii efendim, olur efendim, hemen efendim” gibi kısa cevaplar veriyordu. Bir taraftan da heyecan ve panikten yerinde duramıyordu. Telefon konuşması bitince işçi arkadaşıma, “neden efendim diye hitap ediyorsun” diye sordum. O da “bize ekmek veren birine ne diyeyim?” dedi. Kendi kendime soruyorum, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinde yer alan işçiler, torunlarının bu hale düşeceğine hiç inanırlar mıydı acaba?
Egemenlerin, işçi sınıfını parçalama çabası o boyutlara varmıştır ki, işçi yanında çalıştığı tezgâh arkadaşını rakip olarak görebilmektedir. Hak gaspları karşısında kulaklarını tıkayan işçiler, mücadele eden, sendikalaşmak isteyen işçileri bir tehdit olarak algılarlar. Kimi işyerlerinde işçiler patronun “baba” gibi olduğundan fakat müdürlerin kıymet bilmediğinden dert bile yanarlar. Nedense “baba” patronun işçilere yapılan haksızlıklardan haberi olmaz. Oysa müdürler sadece bir maşadır ve patronlar arkadan tüm tezgâhı kurar ve yönetirler. Ne zaman ki işçiler işyerlerinde bir sendikal mücadeleye başlar, işte o zaman o patronların gerçek yüzü ortaya çıkar. İşten atılmaktan korkan, sendikal mücadeleden uzak duran, kendi işçi arkadaşı yerine patrona bel bağlayan işçi eninde sonunda bunun fayda vermediğini anlamaya başlar.
Burada anlatılan, burjuvazinin yalanlarına kanan işçilerin kendilerini ne duruma düşürdüğüdür. Bereket versin ki, her şeye rağmen tüm zorlukları, baskı ve zorbalıkları göze alarak ilmek ilmek sınıf mücadelesini ören işçiler de vardır. Güncel ve tarihsel deneyimler, örgütlü mücadelenin insanın ruhunu nasıl özgürleştirdiğini, işçinin sofrasındaki ekmeği nasıl büyüttüğünü, patronların edepsiz davranışlarına nasıl son verdirdiğini defalarca ortaya koymuştur. İşçi sınıfı, en karanlık günlerde dahi karanlığa teslim olmayan, deniz feneri gibi parlayan ve böylelikle geleceği belirleyen öncülerine çok şey borçludur. Şairin de dediği gibi:
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
link: İstanbul/Kıraç’tan bir metal işçisi, “Tabii Efendim, Olur Efendim, Hemen Efendim”, 16 Eylül 2023, https://en.marksist.net/node/8062
Ukrayna Savaşında Tıkanma
12 Eylül Askeri Faşizminden Sivil Faşizme