Türkiye’de rejimin, sebep olduğu büyük ekonomik ve sosyal sorunlara rağmen emekçilerin çeşitli kesimlerinden destek almaya devam edebildiği ortada. Rejimin bu desteği sağlayabilmesinin ideolojik, sosyal ve siyasal nedenlerini çeşitli yazılarımızda ele aldık. Esasen din istismarına dayanan ideolojisini yaygın ve örgütlü çalışmalarla geniş kitleler nezdinde hâkim kılabilmesi, devlet gücünü totaliter biçimde tek elde toplayarak etkili biçimde kullanması, büyük medya gücüyle yığınların duygu ve düşüncelerini manipüle edebilmesi, muhalif burjuva siyasetin kapsamını, sınırlarını çizebilmesi gibi pek çok faktör bu desteğin alınabilmesini sağlıyor. Bunların yanı sıra rejimin kurduğu “sosyal yardım” mekanizmasının da özellikle en yoksul emekçilerin desteğini sağlayabilmesinde rol oynadığı açıktır.
Yardımların dağıtılması sürecini, geniş emekçi kitlelerin hanelerine girebilmenin, onlarla kalıcı ilişkiler geliştirebilmenin bir yolu olarak gören ve değerlendiren rejim, bu sayede, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki benzerleriyle karşılaştırıldığında kırıntı düzeyinde değerlendirilebilecek miktarlardaki yardım bütçesiyle emekçilerin bazı kesimleri üzerinde etkili olabilmektedir. AKP’nin siyasi çalışmalarını yönlendiren kadroların büyükşehir belediyelerini yönetmeye başladıkları dönemden itibaren sosyal yardımlara özel bir önem verdikleri, bu yardımların muhataplarına ulaşması sürecini kapsamlı çalışmalarla yönettikleri, siyasallaştırdıkları ve kendileri için siyasi kazanıma dönüştürdükleri de bilinen bir durumdu. Zaman içerisinde bu faaliyetlerinin kapsamı da etkinliği de daha fazla genişledi.
Sistemli bir biçimde uygulanan ve etrafında büyük bir örgütlenme ağı ile birlikte işleyen bu mekanizma bugün geniş bir kesimi içine alacak biçimde işletilmektedir. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının son faaliyet raporuna göre, 2022 yılında tüm kamu kurumları tarafından yapılan sosyal yardım harcaması 151,9 milyar TL olmuştur. Aile yardımları, barınma-gıda yardımları, engelli-yaşlı yardımları, sağlık yardımları, eğitim yardımları gibi başlıklar altında toplanan ve doğumdan elektrik, doğalgaz tüketim desteği yardımına, engelli aylığından kronik hastalık yardımına çok çeşitlilik arz eden bu yardımlardan ülke genelinde yaklaşık 4,5 milyon hane yararlanmıştır. Toplam hane sayısının 25 milyondan fazla olduğu düşünülürse, tüm hanelerin neredeyse beşte birine bu yardımların ulaştığı anlamına gelir. GSS primi devlet tarafından ödenen kişi sayısı ise yaklaşık 9,5 milyondur. Yani tüm nüfusun dokuzda birinin sağlık hizmetlerinden yararlanması bu sayede mümkün olmuştur.
Rejim, bir yandan milyonlarca insanı yoksullaştırıp yardıma muhtaç hale getirirken bir yandan da dağıtılan yardımları kendi ihsanıymış gibi göstermektedir. Kurduğu bu mekanizma, yoksul emekçilerin denetlenmesini, kontrolünü ve rejimin onları kendine bağlamasını sağlamaktadır. Yardımlar Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesindeki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları aracılığıyla dağıtılmaktadır. Dağıtılan miktarlar cüzi olmakla birlikte, yokluk içindeki milyonlarca yoksul emekçiye ek gelir sağlamaktadır. Mesela Türkiye aile destek programıyla (bu programdan ihtiyaç sahibi olup hane içinde kişi başına düşen aylık geliri net asgari ücretin üçte birinden az olan haneler faydalanmakta) kişi başına 850 TL ile 1250 TL arasında ödeme yapılmış ve bundan 3 milyondan fazla hanede yaşayanlar yararlanmıştır. Buna evdeki çocuk sayısına göre 350 TL ile 650 TL arasında değişen bir yardım ve 200 lirayı aşan elektrik tüketim desteği gibi başka yardımlar da eklenmektedir. Gıda yardımı, kömür yardımı, engelli ve yaşlı yardımı gibi başka destekler de söz konusu olabilmektedir.
Ücretlerin alabildiğine düşürüldüğü ve işçi sınıfı cephesinin burjuvazinin bu taarruzuna etkili yanıtlar üretemediği koşullarda yoksul emekçi ailelerin ayakta kalabilmeleri için bu yardımların önemi ortadadır. Bu sayede iktidar yoksul emekçilerin azımsanmayacak sayıdaki bir bölümüne ulaşabilmekte, onları bu yolla da etki alanında tutabilmektedir. Ama bu etkinin sürdürülebilmesinde yardımların düzenli yapılması kadar önemli olan şeylerden biri de bu yardımlara ulaşabilmenin koşulları ve yardımı ulaştıranlarla yardım alanların arasında kurulan ilişkilerin biçimleridir.
Sosyal yardımlar yoksul emekçilere nasıl ulaşıyor?
Sosyal yardımlara ulaşmak için dünyanın her yerinde olduğu gibi çeşitli süreçlerden geçmek, kriterlere uygun olmak gerekiyor elbette. Ancak bu süreçler ve kriterler, söz konusu yardımları belirli standartların olduğu, keyfilikten uzak kararlarla alabilmek anlamına gelmiyor Türkiye’de. Yardım dağıtım sürecinin en kritik aşamalarından biri başvuru süreci mesela. İlgili kurumlar yardım faaliyetlerine ilişkin kamusal bilgilendirme çabasını son derece sınırlı tutuyor genel olarak. Yardımlardan haberdar olabilme sürecinde bu yüzden komşular, akrabalar ve mahalle muhtarları önem kazanıyor. Bu durum da iktidarın örgütlenme ağı ile bağlantı içerisinde olmayı zorunlu hale getiriyor haliyle. Yardıma erişimde daha sonraki adımlarda da bunlar ve başka aracılar önemli roller oynuyorlar.
Yardımların Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesindeki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları aracılığıyla dağıtıldığını söylemiştik. Bu vakıfların karar organı vakıf mütevelli heyetleridir. Aynı zamanda il ve ilçelerdeki bu vakıflardaki sosyal çalışmacıların, inceleme görevlilerinin de kararlarda etkisi vardır. Mütevelli heyeti, doğal üyeler olarak nitelendirilen, aralarında vali veya kaymakamın da bulunduğu, bazı kamu kurumlarının temsilcileri ve seçilmiş üyeler olarak adlandırılan yerel yöneticiler, sivil toplum kurumları (STK) temsilcileri ve iki hayırseverden oluşmaktadır. Bu unsurlar elbette rejimin doğrudan denetimindeki kamu görevlileri, muhtarlar, iktidara yakın STK temsilcileri ve AKP’li ya da “makbul” başka siyasi angajmanlara sahip hayırseverlerdir. Vakıflardaki çalışanlar da, genel olarak bunlarla uyumlu davranan ya da davranmak zorunda kalan kişilerdir.
Yardımlar belirli kriterlere göre yapılmaktadır ama bu kriterler sağlansa bile son söz bu ekibin iki dudağı arasındadır. Yardım başvurularının keyfi olarak “uygunsuz”, “yeterli niteliklere sahip değil” denilerek reddedilmesi çok yaygındır ve bu kararları geri çevirmek neredeyse imkânsızdır. Bu yapı kaçınılmaz olarak yardımların iktidar denetiminde ve ancak ona bağlı unsurlar aracılığıyla dağıtılmasını sağlamaktadır. Bu aracılar sayesinde ulaşılan yardımları alanlar da bunu, rejimin ve tabii ki onun liderinin ihsanıymış gibi algılamaktadır. Böylelikle siyasal iktidarla yoksul emekçiler arasında bir tâbi olma ilişkisi kurulmaktadır.
Yoksul emekçilerin yardımlara ulaşma sürecindeki önemli bir aşama da hane ziyaretleridir. Bu ziyaretler bir yanıyla rejimin temsilcilerinin haneyle bağ kurmalarının bir aracıyken, diğer yanıyla da haneler üzerinde kontrol, denetim sağlamaya yaramaktadır. Bu ziyaretler sırasında evdeki yatak odasından buzdolabına kadar her şey “inceleme” konusu yapılabilmektedir. Hatta yardım başvurusu yapanların özel hayatları bile sorgulanabilmektedir. İktidarın makbul bulduğu davranış kalıplarına uymayan, uymadığı düşünülen kişiler erkek ya da kadın kolaylıkla yardımlardan yoksun bırakılabilmektedir. Bu inceleme sürecinde devreye örtülü olarak giren bir başka faktör de, AKP’nin mahalle teşkilatları ve onların görüşleridir. Haneleri çok iyi bilen bu teşkilatların kanaatlerinin inceleme sonucunu etkilediği herkesin bildiği bir durumdur ve haliyle yardımlardan yararlanmak zorunda olanlar da buna göre davranmak durumunda olduklarının farkındadır.
Yardımlara ulaşabilme koşulları iktidarın oluşturduğu aile kurgusuna göre şekillendirilmiştir. Yardımlar aileyi temel alarak yapılmaktadır. Bireyler vatandaşlık hakkının gereği olarak değil ancak ailenin bir üyesi olarak bu yardımlara ulaşma imkânı elde etmektedir. Yakacak, gıda gibi ayni yardımlarda ve şartlı destek programlarında destekler ailenin koşulları kriter alınarak belirlenmektedir.
AKP’nin kurduğu bu “sosyal yardım” mekanizmasının bir diğer yönü de, aslında ancak kamusal bir hizmetin örgütlenmesiyle altından kalkılabilecek zorlukta işler olan yaşlı ve engelli bakımının, ailenin sırtına yıkılmış olmasıdır. Kamunun yerine getirmesi gereken hizmetler çok daha düşük bir maliyetle ailelere bakım aylıkları verilerek yapılmaktadır. Ailede de bu görev geleneksel cinsiyet rollerine uygun biçimde genel olarak kadınlara yüklendiği için bu durum aynı zamanda kadınların bir bölümünün çalışma hayatına katılmasının önüne geçmektedir.
Yardım dağıtımının çok belirgin bir yönü de hane gelirini esas alan kriterlere sahip olmasıdır. Hanedeki kişi başına düşen gelir net asgari ücretin üçte birini geçmemelidir. Bu durum, yardımı almaya devam etmek isteyen emekçileri kayıtdışı, güvencesiz işlerde çalışmaya sevk etmektedir. Örneğin evde bir engelli ya da bakıma ihtiyaç duyan bir yaşlı bulunuyorsa, çalışmaya başlayan bir kişinin kayıtlara geçen ücreti, kişi başına düşen geliri sınır olarak belirlenen düzeyin üzerine çıkardığı için alınması gereken desteğin kesilmesine neden olabilir. Bu yüzden çok ihtiyaç duydukları bu gelirden olmamak için kayıtlı çalışmak istemeyen çok sayıda emekçi bulunmaktadır.
Sosyal yardım mekanizması düşük ücret politikası ile birlikte işliyor
Rejim doğası gereği, uyguladığı tüm politikalarda sermaye sınıfının çıkarlarını gözetmektedir. Sermaye birikim sürecinin önüne çıkabilecek tüm engelleri ortadan kaldırma konusunda pervasızdır. Sermayenin çıkarları için doğanın talanından işçi sınıfının dizginsiz sömürüsüne kadar gerekli gördüğü her şeyi hayata geçirmekte tereddüt etmemektedir. İzlenen politikalarla işçi ücretlerinin büyük çoğunluğu asgari ücret düzeyine çekilmiş, asgari ücrete büyük oranlarda zam yapıldığında dahi bu ücretin açlık sınırının altında kaldığı bir düzen oluşturulmuştur. Yasalar ve fiili baskılarla sendikalı çalışmanın önüne zorlu engeller konulmuş, grev yasakları gibi uygulamalarla toplu pazarlık sistemi çökertilmiştir. Yüksek enflasyon ve vergileri çeşitli mekanizmalarla emekçilerin sırtına yükleyen düzenlemelerle birleşen düşük ücretler emekçilerin hızlı bir yoksullaşma sürecine girmesine neden olmuştur. Sermayenin ulusal gelirden aldığı pay ciddi oranlarda artarken buna mukabil emekçilere düşen pay azalmıştır.
Bu durum ister istemez emekçilerde oluşan hoşnutsuzlukları kontrol altında tutabilecek mekanizmaların geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Kapitalizm, tarihi boyunca yarattığı tahribatın acılarını dindirecek önlemlere, müdahalelere her zaman ihtiyaç duymuş, içinde bulunduğu koşulların belirlediği biçimde bu müdahaleleri hayata geçirecek mekanizmaları oluşturmuştur. Sosyal yardım politikaları da bunun en önemli araçlarıdır. Bu yüzden rejimin bir yandan iktisadi bakımdan sermayenin çıkarlarını en üst düzeyde ve ödünsüz koruyan politikalar uygularken diğer yandan bazı yardımları hayata geçirmesi bir çelişki değildir. Aksine bu ikisi birbirini tamamlamakta; kapitalizmin emekçilerin yaşamında yarattığı tahribatın “istenmeyen” sonuçlar üretmesinin önüne geçen önemli bir işlev görmektedir. Üstelik bu yolla hak arama bilincinin gelişmesinin önüne itaat kültürü geçtiği için burjuvazinin tümü tarafından tercih edilmektedir.
Rejim bir yandan sermaye birikimini, öte yandan kendini ayakta tutacak bir kitlenin desteğini, rızasını sağlamak zorundadır. Sadece sermaye birikimini gözeten politikaları hayata geçiren, emekçileri kontrol altında tutmaya yarayacak uygulamaları ihmal eden bir rejimin uzun süre varlığını sürdüremeyeceği açıktır. Baskıyı alabildiğine arttırması, şiddeti ciddi muhaliflerinin üzerinden eksik etmemesi rejim için zorunludur ama bunun yanında emekçilerin bir bölümünün de kendine biat etmesini sağlaması gerekir. Bunun bilinen en iyi yolu, yardımları alan emekçilerin kendisine tâbi olmasını sağlayacak mekanizmaları oluşturmaktır. Rejim de bunu bugüne kadar ustalıkla yapmıştır.
Rejim bir yanda giderek yaygınlaşan ve derinleşen bir yoksulluğu yaratırken, bununla birlikte bu yoksulluğun yönetilebilmesine dair mekanizmalar geliştirmiştir. Devlet gücü, partinin gelişmiş örgütlülüğü, tarikatların ideolojik rolü, ülkenin dört bir tarafındaki vakıflar ve bunların ortak çalışmasıyla emekçilere ulaştırılan sosyal yardımlar, yoksul emekçileri kontrol altında tutabilmesine hizmet etmektedir. Yani mevcut hali ve uygulama biçimiyle yardım mekanizması AKP’nin siyasal çıkarlarının aracı haline getirilmiştir. Neo-liberal politikaların en ısrarcı uygulayıcısı olan ve emekçileri yoksullaştıran AKP, bu sayede onları kendi sadaka programına mahkûm etmiş, bu yardımları AKP’ye üye olmak ve ona oy vermek koşullarına bağlayarak adeta şantaja çevirmiştir. Çeşitli türden yardımlar için başvuru formlarına AKP üyelik formlarının da eklendiği sır değildir. Bu sayede AKP 11 milyonu aşan devasa bir üye sayısına ulaşmıştır. Bu açıdan da AKP, tarihteki diğer faşist parti-devlet aygıtlarının izlediği yoldan gitmektedir.
İşçi sınıfının sendikal ve siyasal örgütlenmesinde anlamlı ilerlemeler olmadan, rejimin yoksul emekçiler üzerindeki etkisinin kırılmasını beklemek boşunadır. Her türlü zorluğa rağmen sınıf içinde ve onun örgütlerinde çalışmaktan, işçi sınıfının ekonomik ve siyasal örgütlenmelerini güçlendirmekten başka bir yol yoktur.
link: Selim Fuat, Rejimin Biat Aracı Olarak “Sosyal Yardım” Mekanizması, 5 Eylül 2023, https://en.marksist.net/node/8056
İktidarın Lozan Aldatmacası
Depremin Yedi Ayı ve İktidarın Fırsatçılığı