Libya’dan İtalya’ya doğru yola çıkan ve yüzlerce mülteci taşıyan Adriana adlı büyük bir balıkçı teknesi 14 Haziranda Yunanistan’ın güneyindeki Mora yarımadası açıklarında battı. Teknede tam olarak kaç mültecinin olduğu bilinmiyor fakat iddialar sayının 600’den fazla olabileceğini gösteriyor. Teknenin ambarında ise 100’e yakın çocuk olduğu söyleniyor. Şu ana kadar 79 mültecinin cansız bedenine ulaşıldığı faciada sadece 104 kişiye canlı ulaşılabildi. Geri kalan yüzlerce mültecinin yüksek bir olasılıkla hayatını kaybettiği bu facia, AB İçişleri Bakanlarının iltica koşullarını zorlaştıran yeni mülteci politikasını kabul etmelerinin hemen ardından yaşandı. Yeni anlaşma mültecilerin Avrupa sınırındaki kamplara götürülüp buradan sınır dışı edilmesini öngörüyor. Bu anlaşmanın daha nice mültecinin ölüme gönderilmesi anlamına geldiği açıkken Adriana’daki mültecilerin bile bile ölüme gönderildiği ortaya çıktı. Mülteci dayanışma örgütleri 13 Haziranda tekneyi ve içinde bulunduğu tehlikeli durumu defalarca Yunanistan, Malta ve İtalya sahil güvenlik birimlerine bildirdiklerini ifade ediyorlar. Tekne ile iletişim kurulmasını sağlamalarına rağmen bu üç ülkeden de tekneye yardım ulaştırılmadığını belirtiyorlar. Tüm bunlar, yetkililerin teknenin batmasını ve mültecilerin ölmesini beklediklerini gösteriyor.
Teknedekilerin çoğunu Mısır, Suriye, Pakistan, Afganistan ve Filistin’den gelen genç emekçiler oluşturuyordu. Yunan hükümetinin bu konudaki insanlıkdışı politikası bilindiği için tekne İtalya’ya ulaşmaya çalışıyordu. İçindeki mültecilerse günlerdir aç ve susuz durumdaydılar. Bu katliamdan sonra üç günlük yas ilan eden Yunan hükümeti, inanılmaz bir riyakârlıkla, bu insanların Yunan sahil güvenliğinin yardım teklifini kabul etmeyip yollarına devam etmek istediklerini söyleyerek kendini aklamaya çalışıyor. Oysa Yunan makamlarının yardım dediği şey, mültecileri derhal geldikleri ülkelere derdest etmekten başka bir şey değil. Nitekim Yunanistan, kurtarılan mültecileri kapıları silahlı polisler tarafından tutulan depolara hapsetti. Üstelik bunların bir kısmı hipotermi geçirdikleri için tedaviye muhtaç durumda.
Egemenlerin kendi çıkarları uğruna çıkardıkları savaşlar, kapitalizmin yarattığı iklim krizi, işsizlik, açlık gibi nedenlerle milyonlarca insan en tehlikeli göç yollarına düşmek zorunda kalıyor. Bu yollarda her yıl binlerce insan hayatını kaybediyor. Bu yıl mülteci ölümleri geçen yılın aynı dönemine göre üçte bir oranında artarken sadece Akdeniz’de 1000’den fazla insan hayatını kaybetti. Son katliam bu sayıyı daha da yükseltti. Mültecileri bu duruma mahkûm eden egemenler, bu yetmezmiş gibi, milliyetçilikle zehirledikleri emekçileri de göçmen düşmanı haline getiriyorlar. ABD’de Latin Amerikalılar, Avrupa’da Afrikalılar ve Ortadoğulular, Türkiye’de ise Suriyeliler ve Afganlar düşman olarak görülüyor. Söz konusu ülkelerde ırkçılığın ve faşizmin bu kadar yükselmesinde bu durumun büyük bir rolü bulunuyor. Bunun işçi sınıfı için ölümcül bir tuzak olduğunu başta Türkiye olmak üzere pek çok ülkede görüyoruz. Bu tuzak ancak emek örgütlerinin ve işçi sınıfının politik örgütlerinin yoğun çabasıyla parçalanabilir. Her türlü melanetiyle bir yıkım makinesine dönen kapitalizmi yıkmak insanlık için ölüm-kalım sorunu haline gelmiştir.
link: Marksist Tutum, Yunanistan’da Mülteci Katliamı ve İşçi Protestoları , 16 Haziran 2023, https://en.marksist.net/node/7996
TÜİK Türkiye Çocuk Araştırmasının Gösterdikleri
Güçlü Lider Arayışı Ne Anlatıyor?