Faşist rejim baskı ve zorbalığın dozunu arttırmaya devam ediyor. Daha sansür yasasının mürekkebi kurumamışken, TSK’nın Irak Kürdistanı’nda sürdürdüğü operasyonlarda kimyasal silah kullandığına yönelik iddia ve açıklamalar yeni baskı dalgasının bahanesi haline getirildi. Önce, 25 Ekimde konuyla ilgili haber yapan Mezopotamya Ajansına ve JINNEWS’e bağlı olarak çalışan gazeteciler, ardından 26 Ekimde iddiaların soruşturulması gerektiğini söyleyen Türk Tabipleri Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı “terör propagandası yapmak”, “Türkiye Cumhuriyeti devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılamak” suçlamasıyla gözaltına alındı ve tutuklandı.
Gazeteciler, ağır silahlarla donatılmış kolluk güçlerinin şafak operasyonlarıyla, işkence edilerek, başları zorla öne eğdirilmeye çalışılarak, ters kelepçelenerek gözaltına alındılar. Gözaltının ardından yine başları eğdirilmeye çalışılarak, tek sıra halinde dizilerek, yandaş basına servis etmek üzere bu şekilde görüntü alınmaya çalışılarak tutuklandılar. Rejim temsilcilerinin tehditleri ve vatandaşlıktan çıkarılması gerektiği hezeyanları eşliğinde yürütülen linç kampanyasına rağmen Türkiye’ye dönen Şebnem Korur Fincancı da evinden gözaltına alındı. Yandaş medyada kesintisiz yapılan yayınlarla, saatler süren “tartışma” programlarıyla iddiayı ortaya atan kendisiymiş gibi iftiracı ilan edildi, adeta şeytanlaştırıldı. Gazetecilerin ve Fincancı’nın serbest bırakılması için yapılan eylemler polis şiddeti ile bastırılmak istendi. TTB’nin adından “Türk” kelimesinin çıkarılması gerektiği söylendi, Meslek Örgütleri Yasasının, dolayısıyla TTB’nin ve mimar ve mühendis odalarının yapısının değiştirilmesiyle ilgili hazırlıklar yapıldığı açıklandı. Erdoğan, Fincancı’nın peşini bırakmayacaklarını, üzerine gideceklerini ilan etti. Rejimin bir diğer temsilcisi Devlet Bahçeli ise, bir kez daha TTB’nin kapatılması gerektiğini ileri sürdü, bir kez daha Fincancı’yı hedef gösterdi. “Türk Silahlı Kuvvetlerine şerefsiz bir iftira atılmıştır” diyerek Fincancı’ya ve HDP’li milletvekillerine yine “hain”, “terörist”, “suçlu”, “kaos ve kargaşadan yana vatan haini” gibi yaftaları bol keseden yapıştırdı.
Bilindiği üzere rejimin TTB alerjisi yeni değildir. TTB, Türkiye’nin 2018’in ilk haftalarında başlattığı Afrin harekâtı karşısında sessiz kalmamış, “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” diyerek barış çağrısında bulunmuştu. İçeride baskı ve zorbalık, dışarıda savaşla faşist rejimi tahkim etmeye çalışan siyasi iktidarsa bu politikalara direnen örgütlerden biri olarak TTB’yi ve TTB yöneticisi hekimleri hedef tahtasına koymuştu. Bu temel sebebe ek olarak TTB’nin, rejimin kâr odaklı sağlık politikalarına, rant ve soygun kapısı şehir hastanelerine, pandemi uygulamalarına karşı çıkması, 2022’de sendikalarla birlikte ücretlerde, sosyal haklarda ve çalışma koşullarında iyileştirme talebiyle ülke çapında çeşitli grevler düzenlemesi de rejimin öfkesini azdırıyor. Temmuz ayında Konya’da bir doktorun öldürülmesinin ardından TTB ve sağlık alanında örgütlü sendikaların çağrısıyla gerçekleşen eylemlerde Sağlık Bakanı yuhalanmıştı. Sağlık alanında reform adı altında hayata geçirilen işçi ve emekçi düşmanı politikalar, bir kamu hizmeti olarak sağlığın niteliksizleşmesi ve ticarileşmesi, sağlık çalışanlarının katlanarak büyüyen iş yükü, rejimin sağlıkta şiddeti körükleyen tutumu ve derinleşen yoksullaşma AKP-MHP’ye oy veren emekçilerin yoğunlukla çalıştığı hastanelerde de eyleme yoğun katılım olmasına yol açmıştı. Elbette tüm bunlar rejim güçlerini derinden rahatsız etmişti. Bahçeli tam da bu nedenle sağlıkçıların eylemlerinin ardından TTB’nin kapatılması konusunu bir kez daha gündeme getirmiş ve bu örgütü kriminalize etmeye, işçilerin eylemlerini karalamaya çalışmıştı.
Uluslararası hukuka göre yasak olan, savaş suçu sayılan kimyasal ve biyolojik silah kullanımının bir karşılığı vardır. Rejim, TTB’nin başında bulunan, uluslararası insan hakları mücadelesinin önemli, tanınmış ve güvenilir isimlerinden biri olan ve bir adli tıp uzmanı olarak izlediği görüntülerde kimyasal silah kullanılmış olabileceğini dile getiren Fincancı’nın açıklamalarının bugün olmasa bile yarın başını ağrıtabileceğini çok iyi bilmektedir. Bu durumdan fazlasıyla rahatsızdır. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Türk Silahlı Kuvvetlerinin envanterinde kimyasal silah yok” derken, Erdoğan ordunun kimyasal silah kullanmak gibi bir taksiratı olmadığını söylemiştir. Dahası muhalefet saflarından kimi ordu sevici ulusalcılar da sanki birçok askeri darbe yaparak işçi sınıfını ve toplumsal muhalefeti ezen ordu değilmiş gibi, onun dünyanın en şeffaf, insan haklarına en saygılı ordusu olduğu ezberlerini tekrar etmişlerdir. Fincancı’nın ve başta HDP’li vekiller olmak üzere kimi muhalefet vekillerinin iddiaların bağımsız heyetlerce araştırılması talebi dizginsiz bir linç kampanyasıyla karşılanmıştır. Bu tutumun “şeffaf”lıkla alâkasının olmadığı, dünyanın her yerinde suçun ikrarı olarak görüleceği sır değildir. Aynı şekilde Temmuz ayında Irak Zaho’da bir saldırı gerçekleşmiş, aralarında çocukların da olduğu 8 kişi ölmüş, 23 kişi yaralanmıştı. Başta Irak Kürt Bölgesel Yönetimi olmak üzere pek çok ülkeden Türkiye’yi kınama mesajları gelmiş ancak rejim soruşturmalara izin vermek yerine aynı inkârcı tutumu göstermişti.
TTB ve Fincancı örneklerinde de somutlanan dizginsiz saldırılar faşist rejimin bir yandan dayandığı kitle desteğini konsolide etme, öte yandan toplumsal muhalefeti ezme, toplumu terörize ederek sindirme çabasının ve bu çabada sınır tanımadığının bir göstergesidir. Rejim itiraz eden tek bir ses, toplum nezdinde meşruiyeti olan, muhalefete alan açan tek bir odak görmek istememektedir. Toplumsal muhalefeti tümüyle susturmak, iktidarını muhafaza etmek, ülkenin tüm kaynaklarını yağmalamaya devam etmek, dışarıda en başta Kürtlerin kazanımlarını hedef alan şoven ve emperyal politikalarını sürdürmek istemektedir. Bu nedenle baskı ve zorbalığın sınırlarını zorlamaktadır ve daha da zorlayacaktır.
Hal böyleyken Erdoğan sözde partiler üstü “Türkiye Yüzyılı” gibi gösterişli şovlarla iktidarının daha uzun yıllar süreceği mesajı vermeye çalışmaktadır. Ülkeyi darbe anayasasından kurtaracak, sivil, demokrat özgürlükçü bir anayasa hedeflediklerini ileri sürerek insanların aklıyla dalga geçmektedir. Ancak yalanın olduğu yerde gerçeklerin kendini dayatmaması, gerçekleri haykıran insanların olmaması düşünülemez. Baskının, zulmün zorbalığın olduğu yerde buna karşı bir direnç gelişmemesi, zorbalık büyüdükçe bu direncin de büyümemesi düşünülemez. Üstelik bugün başta yoksulluk olmak üzere derinleşen ve yaygınlaşan toplumsal sorunlar, toplumu esir alan boğucu atmosfer, gençler ve emekçi kadınlar başta olmak üzere toplumu saran değişim arzusu rejimin işini fena halde zorlaştırmaktadır. Bu gerçeği akılda tutarak işçi sınıfının saflarında dayanışmayı güçlendirmek, yalanlara, baskılara, zorbalığa, kısacası faşist rejime karşı birlik ve mücadeleyi yükseltmek büyük önem taşıyor.
link: Marksist Tutum, Şebnem Korur Fincancı’ya ve TTB’ye Yönelik Saldırıların Anlamı, 29 Ekim 2022, https://en.marksist.net/node/7783
Maden Karasının Aynasında Rejimin Yüzkarası
Emekçi Gençlik Sessiz Kalmıyor!