“Sirenlere varacaksın sen en önce,
onlar büyüler yakınlarına gelen bütün insanları,
kim yaklaşırsa bilmeden ve dinlerse onları, yandı,
bir daha evinde onu ne karısı karşılar ne çocukları.
Sirenler onu çayırda çınlayan ezgileriyle büyüler,
çayırın çevresinde kemikler vardır, öbek öbek,
bunlar kemikleridir etleri çürüyen insanların,
büzük büzük durur kemiklerin üstünde deriler.
Durma orada yürü, arkadaşlarının da tıka kulaklarını,
tatlı balmumuyla tıka ki, onların sesini dinlemesinler,
istersen dinle sen, ama bağlasınlar ayakta seni,
hızlı geminin içinde iplerle bağlasınlar
kollarından bacaklarından orta direğe,
ondan sonra dinle Sirenleri doya doya.
Ama dostlarına yalvarır da, dersen ki ne olur iplerimi çözün,
bağlasınlar onlar senin bağlarını bir kat daha sıkı.”
(Homeros, Odysseia Destanı, 12. Bölüm)
Homeros’un Odysseia destanının Sirenler bölümü, Foça açıklarındaki Orak Adası’nın açık denize bakan kısmında bulunan doğal aşınmalarla oluşmuş kayaların hikâyesidir aslında. Efsaneye konu olan bu kayalıklar, oluşan rüzgâr sesinin siren sesine benzemesiyle anılır. Homeros’un anlatımında Sirenler kadın başlı, kuş gövdeli mitolojik yaratıklardır. Ölümle birlikte aşkı da yaşatırlar. Siren seslerini kadın seslerine benzetir tayfalar. Çıkardıkları güzel seslerle aylarca uzak yolculuklardan gelen kadınsız erkek tayfaları derinden etkilerler. Bu sesi duyunca dayanamaz sese doğru sürerler kaptanlar gemilerini. Gemileri kayalara çarpıp parçalanır. Ölürler.
Bugün, yürüyen emperyalist paylaşım savaşı ortamında yine sirenler çalıyor. Savaşın o acımasız kayaları, öldürmek için insanları bir bir kendi bağrına çağırıyor. Yine ölüm ve gözyaşı. İnsanlar ölüyor. Binler, on binler. Hastaneler bombalanıp hamile kadınlar ve çocuklar ölüyor. Öldürülüyor. Bu savaşta da yine olan masum sivil halka, biz işçilere oluyor. Kimileri de ellerinde tuttukları kalemlerle işçilerin bilincini bulandırıyorlar. Tarih benzeri koşullar yaratıyor. Birinci ve ikinci paylaşım savaşlarında oynadıkları o uğursuz roller gibi, bugün de onları takip edenler aynı yollardan geçerek, bizleri ölüm kayalarına çağırıyorlar. Gidin kayalara, çarpın. Ölün, öldürün! Herkes kendi tarihini bulunduğu yerden, ilham aldığı yerden beslenerek yeniden yazıyor. Kan kusuyorlar. Ama utanmadan da biz işçileri bu yürüyen haksız savaşın sözümona zafer arabalarına bindirmek istiyorlar. “ABD emperyalizmine ve NATO’ya karşı çıkalım, onu geriletelim” diyerek bir başka emperyalist yağmanın, barbarlığın tuzağına biz işçileri çekmeye çalışıyorlar.
Emperyalist paylaşım savaşına karşı tutum almak yerine, biz işçilere tıpkı Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında olduğu gibi “ölün ya da öldürün” diyorlar. Bizi kayalıklara çağırıyorlar. O uğursuz rollerini yeniden, yine oynuyorlar. “Sürün gemilerinizi kayalıklara! Rusya’nın savaş arabalarına binin. Ölün ve öldürün!” ABD ve NATO’nun savaş propagandasına karşı dururken –ki bunun yapılması gerekiyor–, Rusya’yı es geçiyorlar. Bir Rus televizyonunun canlı yayınında bir gazetecinin “sizi kandırıyorlar. Bu bir propaganda. Savaşa hayır…” demesi kadar bile sesleri çıkmıyor Rusya’ya karşı. Çünkü Putin’le aynı arabaya binmiş durumdalar… Avrasyacıları biliyorduk. Üçüncü Dünyacı teorilerinin onları, kendi devletleriyle (bu devlet patronların devleti olmuş, zalim olmuş, faşist olmuş vs. fark etmez) kadim dostluğa götürdüğünü biliyor ve yıllardır da tanık oluyorduk. Bunların egemen devlet aygıtıyla dostluğuna, sarsılmaz kadim dostluğuna karşı uyanıktık. Bu kervana, iflas etmiş dükkânlarını ve çenelerini kapatacaklarına, biz işçilere akıl vermeye çalışan, Üçüncü Dünyacılık yani Avrasyacılıktan derinden etkilenen ama kendine “Devrimci Marksist” ya da “Troçkist” demekten de vazgeçmeyenlerin katılmış olması tesadüf mü acaba!?
Kapitalizm sömürü düzenidir. İşsizliktir. Emeğimizin gaspıdır. Çarkı bozuk anarşik bir düzendir. Savaştır. Kan ve gözyaşıdır. Dünyamızın başına her belayı saran kapitalizme karşı mücadeleyi tatil eden, sınıf temelli bir çalışma bağlamından kopan her türlü hareketin, aydının, yazarın, grubun ya da partinin içine düşeceği durum çıkmaz sokaktır. Hayat boşluk tanımıyor zira. Olgular acımasız derecede gerçektir. Bu sonradan dönme Üçüncü Dünyacı taklitçilere kısaca şunu söyleyebiliriz; benzemeye çalıştığınız Avrasyacı ya da Üçüncü Dünyacı teorinin ne illet şey olduğunu biliyoruz. Bu işin aslı dururken ona öykünenleri ne yapalım? Doğu Perinçek sizleri çağırıyor!
Sınıf mücadelesini tatil edip, Marksizmden, onun anti-kapitalist mücadele ruhundan ayrıldığın anda ruhsuz kalırsın… Ruhsuz bir devrimci, cesettir. Çürümüş bir et. Gidip bir zalim devletin kapıkulu olursun. Devrimci olmaktan çıkarsın, bir devletin dış politikasının peşine takılarak, onun gemisine biner, insanlığı kayalıklara, ölümlere sürüklersin. Bu dün de (Birinci ve İkinci Dünya Savaşı deneyimleri) böyleydi, bugün de böyledir. Buna kaba Marksizm diyenlerin, kendilerine öncelikle “biz Marksist miyiz?” diye sormaları gerekir. Zira, Marksizm, herhangi bir devletin dış politikasına entegre olmak, o devletin dış politikasının peşinde sürüklenmek değildir. Olamaz. Onun kuyruğuna takılıp o devletin propagandasını yapmak hiç değildir. Putin’i destekleyecekmişiz! Rusya’nın yanında olmalıymışız! Kimisi de biz işçileri, Rus zorbalığına karşı Batı demokrasisi adı altında başka bir kayalığa çağırıyor. ABD ve NATO’ya çağırıyor. Hadi oradan!
Peki, biz işçiler nerede duracağız? İyi ki işçi sınıfının dün olduğu gibi, bugün de emperyalist savaşa karşı çıkan enternasyonalist komünist öncüleri var. Dün, Rosa, Lenin ve Troçki şahsında somutlaşan bu tutum, bugün Marksist Tutum’da ete kemiğe bürünmüş durumda. Gelenek devam ediyor:
“Emperyalist rekabet ve savaş kapitalizmin doğasının bir sonucudur. ABD emperyalizmi kendi hegemonyasını korumak ve rakiplerini etkisizleştirmek için nüfuz alanlarını genişletmeye çalışırken, Rusya, Çin veya bir başka emperyalist güç de doğal nüfuz alanı gördüğü bölgeleri korumak üzere hareket etmektedir. Marksistler açısından birisinin haklı ve diğerinin haksız olması durumu söz konusu değildir. Kuşku yok ki kendine has biçimler alarak genişleyen Üçüncü Dünya Savaşının startını veren, sarsılan hegemonyasını yeniden tesis etmek üzere harekete geçen ABD emperyalizmidir. Ancak ABD emperyalizminin saldırganlığını ortaya koyup teşhir ederken, Rusya veya Çin gibi güçlerin hareket tarzının emperyalist doğaları tarafından belirlendiğini de unutmamak lazım. Eski SSCB ülkelerinin yer aldığı coğrafyayı Rusya’nın doğal nüfuz alanı ve arka bahçesi olarak kabul etmek, ABD’nin buraya burnunu sokmasını bu kabul üzerinden eleştirmek Marksist bir yaklaşım olamaz. Ya da tersinden, Latin Amerika da ABD’nin arka bahçesi olarak kabul edilip benzeri değerlendirmeler yapılamaz.”
Bugün Ukrayna’da savaş sürerken, bazıları entelektüel “becerileriyle”, biz işçilerin gemisini Rus ve Çin kayalıklarına sürüklemeye yelteniyorlar! Bu çokbilmişler, bunu yapmayanlara, “keriz silkelemek” diyorlar! ABD ve NATO kaynaklı propagandadan etkilenen “keriz”ler olmayın diye bize akıl veriyorlar! Biz, kapitalist emperyalizme, yani ABD ve NATO’ya karşı çıkıyoruz. Var gücümüzle buna karşı sesimizi yükseltiyoruz. Ama bizim es geçmediğimiz emperyalistler içinde Rusya ve Çin de var. Yürüyen savaş da Üçüncü Dünya Savaşının evrelerini oluşturuyor. Gerçekler ortadadır. Ve somuttur. Yani orta yerde emperyalistlerin, kapitalizmin karakterinden kaynaklı başlayan haksız bir emperyalist paylaşım savaşı var. Bu ABD ve NATO için nasıl geçerliyse, Rusya ve Çin için de aynı oranda geçerli bir somut gerçekliktir. Herkes kendi yerini ya da yeni yerleşim alanlarını alma derdinde. O yüzden “kahrolsun emperyalist savaş” diyoruz. Ya siz Rus emperyalizmine niye hiç sesinizi çıkaramıyorsunuz? Peki, sizin derdiniz ne? Peki, neden o devletin dış politikasının peşinden sürükleniyorsunuz? Bunun biz işçilere ne yararı var? Bu tersinden bir “kerizlik” olmuyor mu? Bu duruşunuzu siyasallaştırıp biz işçilere satmaya kalkmayın. Kendi geminize binip Rus kayalıklarına doğru sürebilirsiniz! Fakat bunu biz işçilere, emekçilere bir çağrı yaparak “Marksizm” diye satmaya kalkmayın! Biz bunu kabul etmiyoruz.
Emperyalist bir devletin ya da devletlerin dış politikasının peşine düşenler, hadi oylayın savaş bütçelerini! El kaldırın emperyalist savaş bütçelerine! Oylayın! Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmuyor işte. Marksist Tutum şahsında gelenek devam ediyor. Herkes bağlandığı yerden, kendi kökleri üzerinden yükseliyor. Dünyamızda ne oluyor, bu çıkan bölgesel savaşlar niye çıkıyor, nereye doğru gidiyor, biz işçilere Marksist Tutum sayfaları ışık tutuyor.
Bağlandığı geleneğin haklı onurunu koruyan Marksist Tutum’un gemisindeyiz. Dışarıdan gelen seslere karşı hazırladı, hazırlıyor kaptanımız biz işçileri. Dışarıdan gelen yanlış ve yanıltıcı seslere kulak asmıyoruz. Dinlemiyoruz. Hey işçiler! Siz de binin bu işçi gemisine. Her türlü emperyalist savaş propagandasına karşı kulaklarınızı bal mumuyla kapatın. Duymayın bu sesleri. Sizleri ölüme, kayalıklara çağırıyor. Doğruları öğrenmek istiyorsanız eğer, Marksist Tutum’un o sarsılmaz gemisinin direğine kendinizi sımsıkı bağlayın. Emperyalist savaş naralarının yükseldiği günümüzde Karl Liebknecht’in çağrısını hatırlayalım: Esas düşman içerde!
Emperyalist Savaşa Hayır!
Rusya ve NATO Elini Ukrayna’dan Çek!
Ya Barbarlık Ya Sosyalizm!
link: Adana’dan MT okuru bir işçi, Gelenekten Geleceğe, 2 Nisan 2022, https://en.marksist.net/node/7611
İran’da Çocuk ve Kadın Hakları Geriliyor
Ukrayna Savaşı Ne Anlatıyor?