Yaşanan ekonomik çöküş koşullarında rejimin çıkmaza saplandığı, bu çıkmaz nedeniyle daha fazla saldırganlaştığı, bununla birlikte emekçi kitlelerin öfke ve tepkisinin de giderek arttığı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Kapitalizmin içinden çıkamadığı tarihsel sistem krizinden bağımsız olmamakla birlikte faşist rejimin daha da derinleştirdiği bu kriz sadece ekonomik alana değil siyasal alana da damgasını basmış durumda. Bu koşullarda “Millet İttifakı” adı altında birleşen burjuva muhalefet güçleri, Erdoğan başkanlığındaki iktidarı seçim yoluyla tasfiye ederek eski sisteme geri dönmeye odaklı bir restorasyon projesine odaklanmış bulunuyorlar. Sosyalist hareket saflarında ise, AKP-MHP-Ergenekon koalisyonu altında hüküm süren faşist rejimden emekçi kitlelerin çıkarları temelinde kurtulmak için yapılması gerekenlere yoğunlaşan bir tartışma süreci yaşanıyor. Bu tartışmalarda, emekçilerin sorunlarının gerçekten çözülebilmesi için sadece rejimin değil, bir bütün olarak sermaye düzeninin yıkılması gerektiği düşüncesi de geniş bir kabul görüyor. Dolayısıyla devrimci strateji, ittifak/cephe/blok gibi konuların yanı sıra, aslında bunların tümü için olmazsa olmaz olan örgütlenme meselesi de gündeme geliyor.
Bizler de, işçi sınıfının devrimci örgütlenmesi ve emek cephesinin önemi konusuna yaklaşımımızı, güncel tartışmalarda öne çıkan bazı hususlar bağlamında bir kez daha hatırlatmayı yararlı görüyoruz. Aşağıdaki metin, Elif Çağlı’nın bu konuya odaklanan bazı yazılarının ilgili bölümlerinden derlenmiş bulunuyor.
Örgütsel sorunlarda ilkeli tutum
Sınıfın devrimci örgütlenmesi, henüz parti düzeyine yükselememiş bir öncü örgütlenmeden tutun da artık sınıfın kitlesini belli ölçüde kazanmaya başlamış devrimci partiye dek, aslında işçi sınıfının devrimci varoluş şeklidir. Devrimci örgüt, yine henüz hangi kapsamda olursa olsun, kendi başına bir amaç değil devrimin gerçek kılınması için zorunlu ve vazgeçilemez olan bir araçtır. Bu bakımdan örgüt teorisi aslında, işçi devrimine ve bu konudaki Marksist kavrayışa kopmaz biçimde bağlıdır ve ondan ayrı da bir anlam ifade edemez.
Yaşamın çeşitli alanlarında geçerli olan kural gereği, aslında tam anlamıyla niyeti ve ihtiyacı olanlar nereye bakacaklarını ve nereden neyi öğreneceklerini iyi bilirler. Bu doğrultuda belirtmek gerekir ki, örgütsel bağlamda Lenin’in ortaya koymuş olduğu teorik temel ve asıl olarak da Lenin önderliğinde örgütlenen Bolşeviklerin somut pratiği günümüzde de bakılması, öğrenilmesi ve uygulanması gereken başlıca tarihsel örnektir. Bugün Türkiye’de olsun dünyada olsun, devrimci örgütün inşasını ve sınıf temeline oturan doğru bir çalışma anlayışının yerleştirilmesini ciddi ve samimi şekilde isteyenler Leninist örgüt anlayışına sıkı sıkıya bağlı kalmalıdırlar.
İşin doğrusunu ve özünü kavrayıp öğrenmek isteyenlerin bildiği üzere, aslında Lenin’in örgütsel sorunlar bağlamında ortaya koymuş olduğu temel tezlerin önemi ve isabeti hiç de yalnızca geçmiş zaman ve mekânla sınırlı değildir. Zaten sorunun geçmiş zamanla ya da Çarlık Rusya’sı gibi bir ülkenin özel koşullarıyla ilgili sınırlı ve özgün yönlerine bizzat Lenin tarafından dikkat çekilmiştir. Lenin dönemi Komintern kongrelerinde, örgütsel sorunlarda genel ve ilkesel hususlarla özel ve geçici faktörler arasındaki ayrımlar ortaya konulmuştur. Böylece tarihsel miras, örgütsel sorunlarda takipçisi olunması gereken ilkesel çerçeveyi aydınlatıyor.
Bolşevik siyasal örgütlenmeye damgasını basan ilkeler (her kademede örgütlü, disiplinli ve demokratik merkeziyetçilik temelinde bir işleyiş) Leninist parti anlayışının köşe taşlarıdır. Böyle bir partinin amacı, esasen öncü işçileri komünist bilinçle donatıp, işçi sınıfını mücadeleye sevk etmeye çalışmaktır. Sınıf içinde her koşula uyum sağlayabilecek devrimci çekirdekler yaratmak, bunların öncülüğünde çeşitli işlevler üstlenmiş örgütlü işçi halkaları oluşturmak, devrimci işçi hareketini sempatizanlar düzeyinde bile örgütlü kılmak Bolşevik tarzın özünü oluşturur.
İşçilerin devrimci partisi, merkezi çekirdeğinden tüm kollarına dek her kademesinde örgütlü birimlerin iradesiyle mücadele yürüten disiplinli ve organik bir bütündür. Sınıf mücadelesinin yakıcı ihtiyaçlarına yanıt verebilecek bir çalışma tarzının ve devrimci disiplinin yerleştirilmesi, devrimci proleter mücadelenin her alanında başarının kilit unsurlarını teşkil eder. Adına lâyık bir devrimci örgüt, sınıf mücadelesinin devrimci deneyiminden süzülmüş kurallara gönüllülük temelinde uyan militan bir kadro birikimi üzerinde yükselebilir. Bolşevik propaganda ve örgütlenme, planlı ilişki, kararlı iletişim ve sabırlı yaklaşım gibi öğeleri içerir. Devrimci örgütlülüğün inşası yolunda sarf edilecek planlı çabalar ve işçilere sabırla yaklaşım kuşkusuz zaman alır ve özenli bir emek sarfını gerektirir. Ama hedefe başarıyla ilerlemenin de başka bir yolu yoktur ve bu uğurda sarf edilen zaman ve emek asla boşa gitmeyecektir. Çünkü devrimci bir program temelinde örülecek komünist birlik, çok bildiğini sanan bir avuç aydının birliği değildir; sabır ve özenle zahmetli biçimde devrimci dönüşüme uğratılan işçilerin birliğidir.
Leninist parti anlayışının özünü, sınıfa devrimde önderlik edebilecek öncüyü örgütlemek ve bu öncüyü devrime hazırlamak oluşturur. Kuşkusuz bu örgütsel yaklaşım, sınıfın çeşitli düzey ve biçimlerde kitle örgütlerine sahip olması gerekliliğini de içerir ve bunu teşvik eder. Leninist örgüt anlayışının karşısına örgütsüz kitlelere tapınmayı veya gevşek parti tiplerini dikenler ise, yaşamın boşluk tanımadığını gözlerden gizlemek isterler. Unutulmamalı ki, devrimci bilinç sınıf içinde kendiliğinden üreyip yayılmaz. Devrimci örgütlülük sayesinde sınıfa devrimci bilinç taşınmadığı takdirde, çeşitli burjuva siyasetler sınıfa her an başka türden bilinç taşırlar.
İşçi sınıfına devrimci önderlik yapabilecek niteliğe sahip bir örgüt yaratmak kolay değildir. Bu zorlu görev buna talip olanlardan çok şey bekler. Bir kere, devrimci ilkelerden ödün vermeyen ama diğer yandan da taktik esneklik becerisi gösteren bir tarz var edilmelidir. Ayrıca, işçi sınıfının devrimci mücadelesi devrime adanmışlık ister, burjuva düzenle barışık olmamayı gerektirir. En önemlisi de örgütsel disiplin gereğinin içtenlikle benimsenmiş olmasıdır. Burjuva aydın bireyciliğinden arınamamış unsurlar Marksizmi benimser göründüklerinde dahi bu özelliklere sahip olmanın tamamen uzağındadırlar. Örgütsel disiplin böylelerine, gereksiz ve boyun eğeni alçaltan bir ayak bağı olarak görünür. O nedenle bu kesim reformist eğilimleri besleyip büyüten kaynaktır. Bireyci aydın anlayışı burnunu devrimci işçi mücadelesine soktuğunda orada oportünizm üretmektedir.
Lenin, diğer sol siyasal akımlarla farklılıkların üzerini örtmeyip tersine ayrılık çizgilerini net biçimde çeken, ilkesiz uzlaşmalara prim vermeyen ve birliğin gerekli olduğu durumlarda da mücadele bayraklarının karışmamasını düstur edinen bir parti yapısı ve anlayışı geliştirmiştir. Örgütsel konularda ve devrimci Marksizmin temel ilkelerinde hemfikir olan devrimci çekirdeklerin birleşmesi işte bu temelde savunulmalıdır. İşçi sınıfının devrimci mücadelesini güçlendirme niteliğine sahip bir birlik arzusu, ağızda çiğnenip eskitilecek bir sakız değildir. Sürekli “birlik çağrıları” temelinde bir siyasi tarz yaratarak günü geçiştirmeye çalışmak devrimci Marksist tutumla bağdaşmaz. Sağlıklı birlikler yaratmayı arzulamak ve bunun için didinmek ne denli doğruysa, birlik mevzuunda ölçüyü kaçırıp ilkesel tutumlardan ödün vermek o denli yanlış olacaktır. Sonuç olarak vurgulayacak olursak, enternasyonalist komünist eğilimi ve onun gerektirdiği proleter devrimci örgütlenmeyi benimseyenlerle; gevşeklikte, legalizmde ve oportünizmde ayak sürüyenler arasında kesin bir saflaşma yaratmak gerekmektedir.
Konunun ana hatlarını vurgulayan bu değinmelerden de anlaşılacağı üzere, bugün örgütsel sorunlarda devrimci teorinin ve tarihsel deneyimin yol göstericiliğini sağlam bir temele oturtabilmek için aslında her şeye sahibiz. Fakat yüz yüze bulunulan sorunları doğru ve devrimci tarzda çözebilmek için sınıf temelli samimi bir inanca, buradan kaynaklanan bir mücadele anlayışına ve bakış açısına sahip olunması şart. Bu bakımdan, sınıf temeline oturmadan “devrimci” siyaset yapmaya soyunanların, devrimci gelenek ya da devrimci örgütün inşası gibi ciddi konularda doğru ve tatmin edici yanıtlar üretmeleri de beklenmemeli. Buna muktedir olabilecek unsurların, ilkeli, azimli ve tutarlı bir şekilde sınıf içine gömülüp devrimci tarzda örgütlü bir siyasi mücadele yürütmeye çalışanlardan çıkabileceği bilinmeli. Bu kriterlere uymayanların ise, göğüslerine hangi etiketleri iliştirirlerse iliştirsinler, işçi sınıfının devrimci çizgisinin uzağına düşmeleri ve burjuva ya da küçük-burjuva sol siyasetlerin çekim alanlarına kapılmaları kaçınılmaz olacaktır.
Gerçekler ortadadır. Günümüz Türkiye’sinde çeşitli örnekler temelinde kendini belli eden sınıftan kopuk devrimcilik anlayışının yarattığı tahribat büyüktür. Bu devrimcilik “eylem” adına devrimci teoriye burun kıvırır, sınıf içinde sabırlı ve planlı bir örgütsel çalışmaya gelemez. Dolayısıyla bu tür siyasi çevrelerin sınıf hareketini ilerletici taktikler üretebilmeleri ve sınıf temelinde devrimci bir kitle çalışması yürütebilmeleri mümkün değildir. Siyasi mücadelenin ve kitle çalışmasının genel mantığını ve tarzını son tahlilde küçük-burjuva devrimciliğinin oluşturduğu yapıların, devrimci işçi mücadelesinin gerektirdiği tipten bir parti örgütlenmesini yaratamayacağı açıktır.
İşçi sınıfını tutulması gereken devrimci mücadele yolundan alıkoyan siyasi anlayışlar kuşkusuz yalnızca bu genel grupla sınırlı değil. Diğer bir grubu ise, burjuva solun kuyruğundan kopamayan ama sosyalistlik taslamaktan da vazgeçmeyen siyasi çevreler oluşturuyor. Sosyal bir tabaka olarak daha ziyade “okumuşlar”dan beslenen bu tür siyasi anlayışların “sosyalizmi”, bundan yıllar önce Marx ve Engels’in açıklığa kavuşturmuş olduğu tipten bir burjuva sosyalizmine benziyor. Bir işçi partisinin yönetiminde bu tür unsurların ağır basmasının yaratacağı sonuçlar geçmişte yaşanan çeşitli tarihsel örnekler tarafından gözler önüne serildi. Bir zamanlar Almanya’da işçi sınıfı içinde milyonlara varan bir güç düzeyine yükselmiş olan Alman Sosyal Demokrat Partisinin, devrimci mücadele ve örgüt anlayışından uzak ve aslında entelektüel solculuğa meraklı unsurlar tarafından nasıl da legalizmin, reformizmin batağına sürüklendiği hatırlanacaktır.
Devrimci hareket, sosyalist hareket ya da Marksist hareket diyelim, genel düzeyde ifade edilen tüm bu hareketler asla homojen bir yapıda değildirler ve de olamazlar. Örneğin Marksist hareketteki bölünmeler, devrim stratejisi ve örgüt anlayışı gibi temel önem arz eden konulardaki farklılıklara dayanır. Bu tür farklılıklar birer gerçekliktir ve bu gerçekliklerin üzerinden atlayarak örgütsel krizlere çare bulunamaz. O nedenle içi boş birlik arzularıyla ya da kısa sürede çökmeye namzet olduğu daha baştan belli olan türden “birlik” özlemleriyle devrimci mücadelede anlamlı bir yol alınamaz.
Ancak sınıfın devrimci mücadelesi bağlamında değinilmesi gereken bir başka önemli boyut daha var. İşçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesi yalnızca öncü devrimci bir partinin varlığını değil, değişik nitelik ve yaygınlıktaki örgütsel yapıları da gerektiriyor. Ayrıca, mevcut siyasal düzen karşıtı mücadele farklı sınıf güçlerini, ezilen ulus hareketini vb. içeren geniş bir kapsama sahip bulunuyor. Bu bakımdan çeşitli düzeylerde eylem birliklerinin oluşturulması gereklidir ve bunun işçi sınıfının devrimci çıkarları açısından yakıcı bir ihtiyaç olduğu yadsınamaz. O halde genelde çeşitli örgütsel yapılanmalara dair tartışmalar söz konusu olduğunda, sınıfa önderlik edebilecek tipte devrimci parti ile çeşitli muhalefet güçleri arasındaki eylem birliğinin ifadesi olabilecek türden cephe ve blok örgütlenmeleri birbirinden kesin ve kalın çizgilerle ayırt edilmelidir. Kuşkusuz bunun yanı sıra, işçi sınıfı örgütlerinin oluşturacağı “işçi cephesi” türünden bloklarla, daha geniş mücadele güçlerini bir araya getiren bloklar arasındaki ayrım da son derece önemlidir. Ve bu iki farklı düzey de asla birbirine karıştırılmamalıdır.
Şayet boş söz düzeyinde kalmayacak ve devrimci proleter parti ihtiyacını köreltmeyecek ya da öyle bir partinin inşası görevini gölgelemeyecekse, burjuva düzen karşıtı geniş eylem birlikteliklerinin oluşturulması elbette olumludur. Temel sorun şudur; arzulanan eylem birliğinin ifadesi olacak bir çatı ya da blok örgütlenmesi içinde ana siyaseti kim, kimler, hangi sınıf çizgisi belirleyecek? İdari bir işleyiş anlamında değil, fakat yaşamın içinde her zaman var olan sınıf ilişkileri bağlamında kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığı “siyasal hegemonya” sorunu nasıl ve hangi temelde çözümlenecek? İşte bu sorular karşısında açıkça ifade etmek gerekiyor ki, çekirdeğini işçi sınıfının devrimci örgütlü güçlerinin oluşturmadığı hiçbir eylem birliği sınıfın devrimci mücadelesine sağlıklı biçimde yol aldıramaz. Siyasi hegemonya işçi sınıfının örgütlü devrimci güçlerinde olmadığı sürece, hiçbir çatı ya da blok örgütü, işçi sınıfının neticede bir başka sınıf çizgisinin peşine takılmasını engelleyemez. Ezilen ulusun mücadelesinde açıkça görüldüğü üzere, siyasal düzen karşıtı mücadele yürüten güçlerin haklılığı da bu soruların ve sorunların yakıcılığını asla ortadan kaldırmaz, kaldıramaz.
Açıkçası bugün kapitalist sistemin durumu, örgütsel sorunlar ve eylem birlikleri konusunda devrimci sınıf çizgisini yansıtan son derece net tutumlar almak gerekiyor. Bu tür tutumların genelde net sınıf çizgisiyle başı hoş olmayan Türk soluna ve solda bu temelde bir sürü psikolojisi oluşturmak isteyenlere, ilkesiz birlik şakşakçılarına vb. hiç de cazip görünmeyeceğinin çok iyi farkındayız. Ancak bu durum dün olduğu gibi bugün de bizim devrimci görev anlayışımızı ve temel düsturumuzu değişikliğe uğratmayacak: Sen yolunda yürü, bırak ne derlerse desinler![1]
Devrimci bilincin sınıfa taşınması
İşçi sınıfının devrimci öncü örgütünün, devrimci bir çekirdek düzeyinden başlayarak ilkeli, planlı, azimli ve sabırlı şekilde inşa edilip geliştirilmesi Leninci parti anlayışının özünü oluşturur. Ve bu anlayış devrimci bilincin sınıfa taşınması görevini de içerir. Lenin Ne Yapmalı kitabında, aslında son derece ufuk açıcı biçimde, devrimci bilinç sorununun iki farklı boyutuna açıklık getiriyordu. Bu doğrultuda, devrimci bilincin üretilmesi ile devrimci bilincin sınıfa taşınması sorunu birbirinden ayırt edilmelidir. Devrimci bilincin üretimi, devrimci Marksist teorinin yaratılması ve ilerletilmesi kapsamında bir görevdir ve bu noktada yılların bilgi birikimine dayanan devrimci bir faaliyet söz konusudur. Fakat parti inşası bağlamında esas sorun, en başta Marksizmin kurucularının eşsiz devrimci birikim ve emekleri üzerinde yükselen bu devrimci teorinin sınıfın öncü unsurlarına nasıl taşınacağı sorunudur. Kim ne derse desin, Lenin’in ömrü boyunca savunduğu üzere, devrimci bilinç işçi sınıfının saflarında kendiliğinden doğmaz. İşçi sınıfının kendiliğinden mücadelesi en iyi ihtimalle sendikal ve genel demokratik mücadelede militan öncü işçiler yaratabilir. Sınıf mücadelesinin, işçi kitlelerinin sendikal ve genel demokratik nitelikli kendiliğinden mücadelesinin ötesinde kapitalizmi yıkmak ve devrimci işçi iktidarını kurmak kapsamında ilerletilebilmesi, devrimci öncü partinin yaratılmasını ve bu ileri düzeye taşınmış bir siyasal faaliyeti şart koşar. Bu düzeydeki örgütlü görev, sınıfın kitlesel ekonomik-demokratik mücadelesinin öne çıkarttığı doğal işçi önderlerinin, militan öncü işçilerin devrimci bilinçle donatılmasını gerektirir.
Sınıfa devrimci bilincin taşınması, sınıfın hayatı ve mücadelesi içinde yer almadan yerine getirilebilecek bir görev değildir. Sınıfa bilinç taşıma vurgusu, asla, işçi sınıfı içinde yürütülen örgütlenme mücadelesinin dışında, birtakım aydınların birtakım işçilere “devrimci eğitim” vermeleri gibi bir faaliyeti anlatmaz. Sosyalist partilerde aydın kökenli üyeleri “öğretmenler” ve işçi üyeleri ise “beyinlerine dışardan bilinç akıtılacak öğrenciler” addedenlerin Lenin’i doğru anlamaları mümkün değildir. Lenin’in açılımlarında, baştan sona, devrimci bilincin sınıfa “ekonomik mücadele alanının dışından” taşınabileceği hususundan gayrı bir “dışardan” vurgusu mevcut değildir. O nedenle, kendilerine aydınca meşgaleler icat etmek üzere “içerden mi-dışardan mı” konusunda fuzuli polemikler yürüten yaklaşımlara itibar etmemek gerekir.
İşçi kitlelerinin kendiliğinden mücadelesi, devrimci partinin öncülüğü olmadan kapitalizmi yıkma noktasına ilerleyemez. Devrimci öncü olmadan kitle mücadelesi her seferinde vardığı doruk noktalarından geri çekilmeye mahkûm olur; bu durumda mücadele içindeki kitleler de yine alışıldık günlük yaşamlarına geri dönerler. Sınıfın mücadele içinde öne çıkan unsurları, devrimci öncünün örgütlü mücadelesi sayesinde devrimci bilinçle donatılmadıkça, sendikal mücadelenin sınırlarını kendiliğinden aşamazlar. Sosyalist bilincin işçi kitleleri arasında ekonomik-demokratik mücadelenin ilerleyişiyle kendiliğinden doğacağını iddia etmek, devrimci parti sorununun üzerinden aydın kurnazlığıyla atlamaya teşebbüs etmek anlamına gelir. Mücadeleci işçilerin, kendi sınıf sezgileriyle kapitalist düzenden kurtulmak gerektiği noktasına ilerlemeleri kuşkusuz mümkündür. Fakat bu durum sosyalist bilince erişmek ve sosyalist bilinçle donanmak anlamına gelmez. Öncü ve mücadeleci işçilerin sosyalist bilince ulaşması, onların kendi sezgiler ve duygular dünyasında kendiliğinden sıçramalar kaydetmeleriyle tamamlanacak bir iş değildir. Bunun için, sınıfın devrimci örgütünün inşası temelinde öncü-mücadeleci işçilerin bu çabanın doğrudan bileşeni düzeyine yükseltilmesi gerekir.[2]
Kitleye ulaşabilmek
Kitle kavramı durağan bir niteliği ya da niceliği ifade etmez. Bu kavramın içinin nasıl doldurulacağı değişen koşullara bağlıdır. Durgun dönemlerde sırasında yüz işçi kitle anlamına gelebilirken, toplumsal kabarma dönemlerinde kitle kavramı binleri, milyonları ifade etmeye başlar. Diğer yandan sınıfın devrimci partisi ile kitlesi arasındaki ilişki de zaman içinde değişime uğrayan bir niteliğe sahiptir. Ama her ne olursa olsun, kapitalist toplumda devrimci mücadele bakımından özde değişmeyen bazı önemli yönler bulunur.
Değişen koşullara uyum sağlayabilen, olayların akışını ve ritmini değerlendirebilen ve kitlelerin güvenini kazanabilen bir parti olmaksızın işçi devrimi başarıya ulaşamaz. Sınıfın devrimci partisi ise, esasen devrimci bilinç ve mücadele azmine sahip öncü unsurların örgütlülüğüdür. Ne var ki, bu örgütlenmiş öncü azınlık ancak sınıfın kitlesine liderlik edebildiğinde önder parti olarak adlandırılmaya hak kazanabilir.
Örgütlü mücadelenin ilerletilebilmesi için sınıfın öncüsüyle kitlesi arasında her daim bir ilişki ve alışverişin bulunması şarttır. Öncü unsurların bütünüyle içe kapanık bir tarz yaratmaları ve devrimcilik adına bununla yetinip bununla tatmin olmayı meziyet addeder hale gelmeleri tehlikeli bir sekterlik demektir. Aslında toplumsal mücadele koşullarına bağlı olarak nasıl ki kitle kavramının içeriği daralıp genişliyorsa, aynı şekilde devrimci kitle çalışmasından anlaşılan da somut koşullara bağlı olarak değişikliğe uğrar. Kimi durumlarda kitle çalışmasını mikro ölçekte düşünüp kavramak bile zorunlu hale gelebilir. Örneğin toplumsal gerileme ya da koyu gericilik dönemlerinde genelde böyle olur. Komünist örgütlülüğe sahip bir avuç insanın, devrimci fikir ve mücadele anlayışlarını görece dar işçi halkalarına ulaştırmaya çalışmaları bir anlamda devrimci kitle çalışması kapsamına girer.
Mücadele yaşamına farklı nesnel koşulların dayattığı değişik ihtiyaçların giderilmesi azmiyle yaklaşan örgütlü unsurlar zamanla çabalarını daha derin, yaygın ve anlamlı kılabilirler. Bu doğru anlayış temelinde, bir devrimciler örgütünün inşası hedefi doğrultusunda yol alınabilir ve ayrıca da bazı işçi kitle örgütlerinin yaratılması çabası içine girilebilir. Zaten devrimci unsurlara düşen görev, sadece çeşitli işçi-kitle örgütleri içinde devrimci amaç ve ilkeler doğrultusunda sistemli bir çalışma yürütmekle yetinmemek ve bizzat kolları sıvayıp mücadeleyi ilerletecek çeşitli örgütsel formlar yaratabilmektir. Sorunlara hangi düzeyden yaklaşırsanız yaklaşın, öncü sıfatını hak etmeyi mümkün kılacak olan da aslında bu tür çabalar olacaktır.
Komünist faaliyet ancak belirli bir sınıf kitlesini ayaklandırdığı, onun ilgisini kazandığı ve onu olaylarda aktif ve en önde yer almak üzere harekete geçirdiği zaman ve bunu yaptığı ölçüde proletarya için gerçek bir önem kazanabilir. Fakat kuşkusuz, kitleyi kazanabilmek için ona nasıl ve hangi dille ulaşılabileceğini bilmek en başta gelir. İşçilere devrimci bilinç aşılayabilmek için, Marksist dünya görüşünü kupkuru bir dogma düzeyine düşürmeden onlara yaklaşmayı öğrenmek elzemdir. Kitleler kitabi tarzda eğitilemezler. Onlara bir şeyler öğretebilmek, onlarla karşılıklı bir etkileşim içine girmekle, onların günlük yaşam mücadelesine katılmakla mümkündür.
Kitleler yaşam gerçeklerini, özelde devrimci mücadeleyi ilgilendiren teorik açılımlar eşliğinde öğrenmezler. Bu bakımdan onlara siyasal gerçekleri açıklarken, aydın ukalâlığından uzak, temiz, sade ve anlaşılır bir dille yaklaşmak gerekir. Bu yaklaşım, devrimci özden taviz vermeden biçimde amaca uygun esneklik ve kıvraklığa sahip olmak anlamına gelir. Devrimci fikirlerin işçi kitlesine taşınması ve bu fikirlerin kitleye sabırla ve esasen onların kendi deneyimlerine dayanan bir süreç içinde benimsetilmesi işin zor kısmıdır. Ancak bir o kadar da önemlidir. İşte, sınıfın kitle örgütlerinin önemi ve gerekliliği sorunu da tam bu noktada karşımıza dikilir. Bu sorunun üstesinden gelebilmek için, değişen zaman, mekân ve nesnel koşullara bağlı olarak isabetli yanıtlar üretebilmek ve uygun araçlar yaratabilmek esastır. Ve zaten işin bu yönü de, şu ya da bu devrimci çevrenin öncülük iddialarını hayatın karmaşası içinde testten geçiren hassas noktayı oluşturur.[3]
Doğru taktiklerin önemi
Taktik demek örgüt demektir. Devrimci taktikler ancak devrimci bir örgüt sayesinde üretilebilir ve yaşama geçirilebilir. Hiçbir fikir, hiçbir slogan ve hiçbir taktik, eğer bunları canlı ve etkili kılmak için doğru tarzda çalışan bir örgüt ve kadrolar yoksa kitleler arasında yayılamaz ve onlar tarafından benimsenemez. Çeşitli ülkelerde sosyalist hareketin tarihi, işte bu gibi temel hususları kavrayamayan küçük-burjuva sol eğilimlerin yanılgılarıyla doludur.
Nesnel ve öznel faktörlerin sınıf mücadelesi içindeki ağırlığını ve rolünü bilimsel tarzda çözümleyebilmek, devrimci bir örgütü var etmek, yaşatmak ve güçlendirmek bakımından zorunlu koşullar arasında yer alır. Örneğin devrimci bir kadro birikimi yaratmanın zorunlu olduğu koşullarda, sanki böyle bir birikim varmışçasına geniş işçi kitlelerini kazanmaya yönelik soyut taktikler ileri sürenler, aslında yapılması gereken meşakkatli işleri pek de ciddiye almıyorlar demektir. Ana halkayı kavramadan boşa konuşmak insanı devrimci lafazanlık mertebesinden bir adım öteye taşıyamaz.
Sınıf mücadelesinin kaçınılmaz bazı gelgitlerini yaşamın canlı diyalektiği içinde kavrayamayanlar, formülleştirilmiş fikirlere veya reçete haline getirilmiş örgütsel açılımlara tapınır ve bu tür yaklaşımlarda deva ararlar. Oysaki diyelim kitlelerin nesnel olarak gerilediği, uyuştuğu ve derin bir yılgınlığa sürüklendiği koşullarda onları bir çırpıda eski mücadele günlerinin militan kitlelerine dönüştürecek hiçbir sihirli formül yoktur. Balkabağının sihirli bir dokunuşla Külkedisinin ihtişamlı arabasına dönüşüvermesi ancak masallarda gerçekleşebilir.
Çok açık ki, kitlelerin geri çekildiği ve umutsuzluğa kapıldığı koşullarda tarihsel iyimserliği yitirmeksizin devrimci kadro yetiştirip eğitmek gerekir. Devrimci öncü ile kitlenin tarihsel-toplumsal davranış eğilimi aynı olamaz. Devrimci öncüler, nesnel koşullardaki olumsuzluklara rağmen ileriye hazırlanmayı başaranlar, gerektiğinde akıntıya karşı yüzebilenlerdir. Ve ancak bu yolda ilerleyebilenler, nesnel koşullar değişmeye yüz tutup da işçi hareketinde tekrar kıpırdanmalar başladığında geniş kitle ile devrimci tarzda iletişim kurabilirler. Bu açıdan çeşitli tarihsel örnekler incelendiğinde, inançlı ve sebatlı bir örgütlü mücadelenin nasıl muazzam bir yaratıcı ve dönüştürücü güce sahip olduğu rahatça görülür.
Uzun bir mücadele sürecine küçük bir devrimci çekirdek olarak başlamakta ve bu çekirdeğin zamanla büyüyüp devrimci bir örgüt düzeyine erişeceğini hayal etmekte yanlış olan ya da garipsenecek bir yan yoktur. Nitekim dünya işçi sınıfının mücadele tarihi, küçük devrimci çekirdeklerin militan bir mücadele temelinde işçi kitlelerine önderlik edebilen devrimci örgütlere dönüştüğünü sergileyen pek çok örnek içermektedir. Ama kendi küçük hizbini dev aynasında görerek, bununla işçi sınıfını kurtaracağını sanan küçük-burjuva ikameci siyasi yaklaşımlar ise tamamen farklı ve yanlış kavrayışlardır. Kitle mücadelesini küçümseyen sekter yaklaşımlar küçük-burjuva devrimciliğinin kaypak zemininde, kitle kuyrukçuluğuna kayan eğilimlerle sık sık yer değiştirebilirler. Böyle bir zemine ayak basmaktan kendini kurtaramayan çevreler, devrimcilik adına devrimci mücadelenin en temel ilkelerine sırtlarını dönebilirler.
Sendikalarda çalışmak ya da parlamento kürsüsünden yararlanmak bahanesinin ardına sığınıp reformizme, bürokratizme veya kariyerizme ödün vermek ne denli kabul edilmezse, devrimcilik adına sınıfın sendikalarını küçümsemek ya da parlamenter mücadeleyi toptan yadsımak da o denli yanlıştır. Lenin yaşamının son döneminde, çeşitli ülkelerden komünistleri sol çocukluk hastalıklarına karşı bıkmadan usanmadan uyarmayı sürdürmüştür.
Gerici oldukları gerekçesiyle sendikalarda çalışmayı reddetmek, yeterince gelişmemiş ve bilinçlenmemiş işçi kitlelerini gerici liderlerin, işçi aristokrasisinin ya da tamamıyla burjuvalaşmış bürokrasinin etkisine terk etmek anlamına gelir. Devrimci bilince ulaşmış ileri işçileri sınıfın kitlesinden kopartan anlayışlar mücadeleye onarılmaz ölçekte derin zararlar verir. Öncü işçileri kitle mücadelesinden kopartan siyasal yaklaşımlar devrimci değil, olsa olsa sekter sıfatını hak edebilirler. Sendika üst yönetimlerine yağdırdıkları lanetlerle yetinip, işçilerin o bürokrasiye karşı mücadelesini örgütlemeye hizmet etmeyenler sendikal bürokrasinin güçlenmesini engelleyemezler.
Lenin’in işaret ettiği gibi, gerçekten kitle içinde devrimci bir mücadele yürütmeye niyetli olanlar, çeşitli zorluklardan ya da kitle örgütlerinin burjuvaziyle bağlı bürokrat liderlerinden gelecek zulümlerden, hakaretlerden ve hilelerden korkmazlar. Onlar bu gibi zorluklara aldırmaksızın, kitleler her nerede bulunuyorlarsa kesinlikle onların içinde çalışırlar. Yine bu bağlamda, sol sekterliğe karşı mücadele ve komünist tutum büyük önem taşır. Komünistler, gerici olanlar da dahil olmak üzere, proleter ya da yarı proleter kitlelerin bulunduğu kurumlarda, topluluklar ve birliklerde, sistematik olarak, fedakârca, sürekli ve sabırlı olarak propaganda ve ajitasyon yürütmekle yükümlüdürler.
Lenin dönemi Komintern faaliyeti içinde, işçi-emekçi kitleleri kazanmaya yönelik çeşitli devrimci taktikler de düşünülmüş ve üretilmiştir. Bu bağlamda, kitleleri kapitalizme karşı ortak bir mücadeleye kazanmak üzere “birleşik işçi cephesi” taktikleri gündeme getirilmiştir. Burjuva düzenin çeşitli saldırılarına karşı işçi sınıfının ve emekçilerin kitle örgütleri arasında eylem birliğine dayanan bir cephenin oluşturulabilmesi, dün olduğu kadar bugün de önemli ve geçerli bir devrimci taktik ve görevdir. Ama bu gibi konuların sırf yinelenip durulan boş sözler düzeyine indirgenmesinden de kaçınmak gerekir. Devrimci anlamda kitle mücadelesini etkileyecek taktiklerden söz edebilmek için, her şeyden önce ortada kitle içinde çalışma yürütebilecek asgari düzeyde bir örgütlülük olmalıdır. “Birleşik işçi cephesi” gibi taktiklerin başarısı, sınıfın devrimci ve bağımsız siyasal örgütlülüğünü yaratmaya koyulmuş bir örgütün varlığına bağlıdır. Bu düzeydeki mücadele, farklı siyasal bayrakları karıştırmamak üzere ayrı durmayı ama sınıfın mücadele birliğini sağlamak üzere de birlikte vurmayı gerektirir.
Kısaca değinmeye çalıştığımız tüm bu görevler zor ama o oranda da zorunlu görevlerdir. Zaten devrimci mücadele hiçbir yönüyle hiçbir zaman kolay bir iş olmamıştır.[4]
[1] Bu bölüm Elif Çağlı’nın Haziran 2009 tarihli “Sen Yolunda Yürü!..” adlı yazısından kısaltılarak alınmıştır.
[2] Bu bölüm Elif Çağlı’nın Mayıs 2015 tarihli “Doğrular ve Yanlışlar” adlı yazısından alınmıştır.
[3] Bu bölüm Elif Çağlı’nın Haziran 2008 tarihli “Kitle Örgütlerinde Devrimci Çalışma” adlı yazısından alınmıştır.
[4] Bu bölüm Elif Çağlı’nın Haziran 2008 tarihli “Kitle Örgütlerinde Devrimci Çalışma” adlı yazısından alınmıştır.
link: Elif Çağlı, İşçi Sınıfının Devrimci Örgütlülüğünün ve Eylem Birliklerinin Önemi Üzerine, 25 Aralık 2021, https://en.marksist.net/node/7537
Ateşe Su Dökmeyin
Dünyanın Başı Kapitalizmle Dertte