Belarus-Polonya sınırında yer alan Bruzgi-Kuznica sınır kapısı, yaklaşık bir aydır göçmen krizine sahne oluyor. Ortadoğu, Asya ve Afrika’dan gelen binlerce göçmen, Belarus sınırından Polonya’ya, oradan da Avrupa’ya ulaşmak istiyor. Polonya, sınırda bekleyen göçmenleri Avrupa’ya sokmak istemiyor. Sınır koruma polisleri, göçmenlere göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su ile saldırarak yüzlerce insanın yaralanmasına neden oldu. Kuznica sınır kapısından kara yoluyla geçişleri engellemek isteyen Polonya, Eylül ayında olağanüstü hâl ilan etmişti. Yaşanan gelişmelerden sonra Polonya hükümeti, 418 kilometre uzunluğundaki sınır boyunca uygulanan OHAL’i 60 gün uzatma kararı aldı. Bölgede yaşanan gelişmeleri takip etmek isteyen gazeteciler ve sivil toplum aktivistlerinin çalışmaları ise engellendi. Belarus yönetiminden de benzer adımlar atılarak, 10 kilometrelik alanda tampon bölge oluşturuldu. Günlerce dondurucu soğuklarda bekleyen göçmenler, pek çok sorunla yüz yüze kaldılar. Bölgeden gelen haberlere göre 27 haftalık bir bebek dâhil 10’un üzerinde göçmen yaşamını yitirdi. Göçmenlerin kendi imkânlarıyla sınırda ve ormanlık alanlarda kurdukları geçici kamplar sınır koruma polisleri tarafından tamamen boşaltıldı. Göçmen sorununu AB’ye karşı bir koz olarak kullanan Belarus, sözde insani yardım adına göçmenleri Bruzgi kontrol nokrasında, hangar büyüklüğündeki kapalı depolara yerleştirdi. Yaklaşık 7000 göçmenin bulunduğu söylenen Belarus’ta 2000 göçmenin kamptaki bekleyişi sürüyor. Polonya’nın göçmen karşıtı adımları ile Belarus yönetiminin politik hamleleri arasında kalan göçmenlerin yaşadığı trajedi de devam ediyor.
Belarus-Polonya sınırında yaşanan göçmen sorununa ilişkin her iki devletten de karşılıklı olarak birbirlerini suçlayıcı açıklamalar geldi. Polonya, Belarus rejiminin Polonya sınırına ve AB’ye benzeri olmayan bir biçimde saldırdığını, göçmenleri kullanarak, destekleyerek istikrarsızlık yarattığını ve Belarus yönetiminin arkasındaki gücün Rusya olduğunu iddia etti. Belarus Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko ise yaşanan krizin asıl sorumlusunun Batı olduğunu, Polonya’nın bu durumdan yararlandığını ve ona ne yapacağını dikte edenin ABD olduğunu söyledi. AB ve NATO da benzer açıklamalar yaparak, bu durumun “hibrit savaş” olduğunu, AB sınırlarına kontrolsüz göçmen akınının durdurulması, Polonya sınır güvenliğinin desteklenmesi, tel örgüler ve duvarların yükseltilmesi, askeri ve maddi desteğin sağlanması gerektiğini belirtip, Belarus ve dolayısıyla Rusya’ya açıktan tepki gösterdi. Bruzgi-Kuznica sınır kapısında Belarus sınır güvenliği ile Polonya sınır koruma polisleri arasında oradan oraya hırpalanan göçmenlerin yaşadığı acılar egemenlerin umurunda bile değil.
8 Kasımda patlak veren ve dünya gündeminde yer tutan Belarus-Polonya arasındaki göçmen krizi, kısa sürede çözüme ulaşacağa benzemiyor. Çünkü bu krize sebep olan ve mevcut siyasal zemin üzerinde çelişkileri büyüten kapitalist devletlerin yönelimleri, çözüme engel oluşturuyor. Mevcut kriz ne sadece iki ülke arasında patlak veren arızi bir durumdur ne de çözümü iki ülkenin bağımsız bir yolla belirleyebilmesi söz konusudur. Dünyada göçmen krizini uluslararası bir sorun haline getiren, bölgeleri emperyalist savaş ve çatışmalarla tarumar eden kapitalist devletlerdir. Bugün Belarus-Polonya sınırında yoğunlaşıp yaşanan göçmen krizi, AB ve bölge devletlerinin uyguladığı göçmen politikasından ayrı düşünülemez.
Suriye’de de savaşın patlak vermesi ve yoğunlaşarak devam etmesiyle göçmen sorunu artarak büyüdü. Ortadoğu ve Afrika ülkelerinden göçmenlerin Avrupa’ya ulaşmak için kullandıkları güzergâh ağırlıklı olarak Akdeniz bölgesiydi. Binlerce göçmen, Akdeniz’de bindikleri botların batması sonucu yaşamlarını yitirdi. Aynı anda onlarca, yüzlerce göçmenin birlikte öldüğü, Akdeniz’de batan bot haberlerinin sonunun gelmediği dönemde, dünyanın pek çok bölgesinden emekçiler protesto gösterileri düzenleyerek kapitalist devletlerin göçmen politikalarını hedefe koyuyor ve öfkelerini gösteriyordu. Pek çok kapitalist devlet, göçmenlerin kendi topraklarına ulaşmasını engelleyebilmek için sınırlarına dikenli teller ve duvarlar inşa ettiler. AB de göçmen girişini engellemek üzere çeşitli kurumlar oluşturdu. Avrupa Birliği Sınır Güvenliği Birimi olan Frontex, bu süreçte uluslararası alanda aktif olarak kullanıldı. AB, Frontex’i hem fonladı hem de askeri teçhizat bakımından gelişmesini sağladı. Bir dizi ortak deniz harekâtı düzenleyerek, göçmenlerin sınırlara ulaşmasının önüne geçti. Pek çok ülkeyle sınır güvenlik anlaşması yaparak, sahil güvenlik birimlerinin silahlanmasını ve gelişip büyümesini sağladı. AB tarafından, “Akdeniz’de göçmen ölümlerini önlemek” maksadıyla yürütüldüğü iddia edilen bu politika, tersine sorunları büyüterek büyük trajedilerin yaşanmasına neden oldu. Frontex gibi göçmen avına çıkan kurumlar, insan hayatı yerine “sınır güvenliğini” öne aldıkları için insanlık dışı görüntüler ve hak ihlalleri yaşandı. Demokratlık taslayan, insan haklarından dem vuran AB, Akdeniz’de göçmenleri kurtarmayarak, botları batırarak ya da batmasına seyirci kalarak, sınıra ulaşanların kıyıya çıkmasına izin vermeyerek, geri göndererek göçmenleri kendi kaderlerine, ölüme terk etmektedir ve bu nedenle suçludur.
Avrupa Birliği bu süreçte Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan gibi ülkelerle “göçmen mutabakatı” imzalayarak Avrupa’ya ulaşmak isteyen milyonlarca göçmenin kendi sınırları içine girmesinin önüne büyük oranda geçmiş oldu. Akdeniz’in büyük oranda göçmenlerin geçişine kapanması sonrasında, göçmenler yeni güzergâhlar aradı. Göçmenler Avrupa’ya son yıllarda Belarus gibi güzergâhları kullanarak geçmekteler. Belarus’a yönelen göçmenlerin geçişini önlemek için Polonya ve Litvanya, sınırlarına duvarlar ördü ve sınır güvenliğini arttırdı. AB, Belarus’tan düzensiz göçmen akınını durdurmak noktasında Polonya’ya tam destek vererek, maddi yardım ve Frontex aracılığıyla güvenlik takviyesinde bulunacaklarını açıkladı. AB’nin Belarus’la ilişkileri Rusya ile olan ittifakından kaynaklı olarak uzun yıllardır problemli. AB, 1997 yılından beri nerdeyse her yıl diplomatik ve ekonomik yaptırımlarla Belarus’u köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Özellikle son süreçteki gelişmeler nedeniyle bu yaptırımların dozu giderek artıyor.
2020’deki Belarus seçimlerini, ülkeyi 1994 yılından bu yana yöneten Lukaşenko’nun kazanmasının ardından, ülke genelinde büyük protesto gösterileri düzenlendi. Seçim sonuçlarına göre oyların %80’ini Lukaşenko alırken, muhalif Svetlana Tikhanovskaya ise %10 oy aldı. Seçimlerde hile yapıldığını gerekçe gösteren muhalifler, sokaklara çıkarak sonuçları kabul etmediklerini ve seçimlerin yenilenmesini istediklerini dile getirdiler. Belarus polisi protesto gösterilerini bastırdı. Gösterilerde yüzlerce insan yaralandı, binlercesi ise gözaltına alındı. AB “Avrupa’nın son diktatörü” olarak gördüğü Lukaşenko’nun seçim zaferini tanımadı. Seçimlerin “ne özgür ne de adil” olduğunu söyleyerek Belarus’a yaptırım tehdidinde bulundu. Lukaşenko ise arkasında güçlü Rusya’nın desteği ile AB’ye meydan okumayı sürdürdü.
Kasım ayında Putin ile Lukaşenko’nun, iki ülke arasında ekonomik ve askeri konuları kapsayan “birlik devleti” kararnamesini imzalaması ve ardından Haziranda AB ile geri kabul anlaşmasını askıya alması, AB-Belarus ilişkilerindeki gerilimi iyice tırmandırdı. AB’nin Belarus’a yaptırımları genişleterek devam ettireceğini açıklamasının ardından Lukaşenko, göçmen kartını masaya sürdü. Geçmişte de AB’ye gitmek isteyen göçmenlere engel olmayacağını sıklıkla açıklayan Lukaşenko, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinden Avrupa’ya göç etmek isteyenleri, vize ve uçuş kolaylığı sağlayarak ülkeye aldı. Göçmenleri Polonya sınırına yönlendiren Belarus, bu adımın kendileri için “insani yardım” olduğunu söylemekten de geri durmadı. Kendisini dünya kamuoyuna, göçmenlere yardım eden bir lider olarak lanse etmeye çalışan Lukaşenko, göçmenlerin tutulduğu kapalı hangara yaptığı ziyarette, Polonya ve diğerleri için kötü olsa da her şeyi göçmenlerin istediği biçimde yapacaklarını söyledi. Lukaşenko açıklamasında “Sizi çok iyi anlıyoruz. Sizi Avrupa’ya davet ettiler ve siz de oraya gitmeye çalışıyorsunuz. Bunu yapmak isteyenlerin sayısı az değil. Bazılarınız Batı’nın propagandasına inanarak daha iyi yaşam arıyorsunuz. Evine dönmek isteyenlere yardım edeceğiz ancak kimseyi zorlamayacağız. Bu sizin hakkınız” dedi. Göçmenlere Avrupa tarafından yardım yapılacağı söylense de hiçbir şeyin gelmediğini belirtirken, sorunu AB olmadan çözeceklerinden dem vurdu: “Türkiye’ye soracağız. Recep (Tayyip Erdoğan) benim eski dostum. Bu zavallı Müslüman insanlar için o para bulacaktır. Diaspora yardım edecektir. Bu problemi onlar (Avrupa Birliği) olmadan çözeceğiz” dedi. Erdoğan’ın göçmenleri Avrupa’ya karşı koz olarak kullanma politikasının bir benzerini uyguladığını sergilemekten de geri durmadı.
Avrupa Birliği Komisyonunun hazırladığı raporda, göçmenlerin yasadışı yollarla taşınarak Belarus’a getirildiği ve böylece istikrarsızlığın yaşanmasına zemin hazırlandığı iddiası yer alıyor. Ortaya çıkan belgede Türkiye ayrıntısı da dikkat çekiyor. Türkiye’nin THY aracılığıyla göçmenleri İstanbul’dan Minsk’e kaçak yollarla taşıdığı ve böylece Belarus’un Avrupa’yı istikrarsızlaştırma adımlarına yardım ettiği söyleniyor. AB Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen de sınırda yaşananların göçmen krizi olmadığını, otoriter bir rejimin demokratik komşularını istikrarsızlaştırma girişimi olduğunu vurgulayarak, AB’nin ABD, Kanada ve İngiltere ile Belarus yönetimine karşı olası yeni yaptırımlar hakkında görüşmeler yürüttüğünü söyledi. ABD ise Lukaşenko’yu Belarus’un resmi devlet başkanı olarak tanımıyor ve Belarus ile göçmen müzakereleri yapılmasına yanaşmıyor. AB ile Belarus arasında sert tartışmalar, karşılıklı restleşmeler yaşanıyor, ilişkileri geren açıklamalar yapılıyor olsa da hem AB’nin enerji ihtiyacı hem de Belarus ve Rusya’nın Avrupa’ya yönelik ticari faaliyetleri nedeniyle tüm bunlar karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde yaşanıyor. Avrupa doğalgaz ihtiyacının yarısını hâlâ Rusya’dan karşılıyor. Tartışmaların, restleşmelerin göçmenler için bir umut olmadığı ortadadır.
Belarus-Polonya sınırında yaşanan göçmen sorunu, bu iki ülkeyi aşan çok kapsamlı bir sorundur. Bunun bir tarafında AB ve ABD varken diğer tarafında Rusya vardır. Rusya ile Avrupa arasında kalan iki sınır ülke Polonya ve Belarus, AB ve Rusya’nın stratejik adımlarına göre konum belirleme sıkışmışlığı içindedir. Bu jeopolitik konum bölgede çekişmeleri ve çatışmaları tetikleyen bir işleve sahip. Meselenin bir yüzünde göçmen sorunu yer alırken diğer yüzünde ise emperyalist güçlerin hegemonya kavgası yer alıyor. Lukaşenko AB’yi Rusya’dan giden gazı kesmekle tehdit etse de tek başına bunu yapamayacağı açıktır. Rusya tarafından desteklenen ve sırtı sıvazlanan Lukaşenko, emperyalist kamplar arasındaki çelişkilerden yararlanarak pozisyonunu korumayı ve göçmen krizini körüklemeyi sürdürüyor. Emperyalist savaşların, kanlı hegemonya kavgalarının yaşandığı, çürümenin iyice derinleştiği günümüz kapitalist dünyasında göçmenlere, mültecilere huzur yok, göç sorununa çözüm yok.
link: Mikail Azad, Belarus-Polonya Sınırı: Egemenler Tepişirken Ezilen Göçmenler, 5 Aralık 2021, https://en.marksist.net/node/7522
Mülteci
Önce Müsilaj, Şimdi de Smog!