Üretici güçlerin geldiği düzey tahayyül edebildiğimizin ötesinde bir cennet yaratma potansiyeline sahipken, emekçi kitlelerin yetişkinleri de, çocukları da barbarlık içinde yaşamaya mahkûm kılınıyor. Bugün dünyada 2,3 milyar insanın yeterli gıdaya erişimi yok. Uluslararası kuruluşların güncel verilerine göre de 800 milyondan fazla insan açlık koşullarında yaşıyor. Kuraklık, gıda ve su sorunu, emperyalist savaşlar yüz milyonlarca insanı göç yollarına sürüyor. Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programının direktörü David Baesley, dünyanın en zengin insanı olan Elon Musk’ın 289 milyar dolarlık servetinden sadece yüzde 2’lik bir miktar bağışlasa açlığın çözüleceğini söylüyor. İşte böylesi saçmalık düzeyine varan çelişkilerin dünyasında UNICEF her yıl olduğu gibi bu yıl da “Dünya Çocuk Hakları Günü”nü kutluyor. Dünya Çocuk Hakları Sözleşmesi Birleşmiş Milletler tarafından 20 Kasım 1989’da kabul edilmiş. Yine BM tarafından 12 Haziran da 2002’de Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü olarak belirlenmiş. Peki, hakları ile gündeme gelen çocuklardan hangileri doğuştan o haklara sahip ve hangileri onların kırıntısına bile ulaşabilmek için doğumdan ölüme mücadele etmek zorunda? Bu soruların cevabı henüz değişmedi. Elbette yoksul yığınların, ezilen emekçilerin çocukları için “hak” elde edilmesi için uğruna mücadele edilmesi gereken şeylerden oluyor. Burjuvazinin çocukları içinse haklar kısmında alt alta sıralanan gereklilikler onların uzuvlarının doğal bir parçası gibidir.
Bu yüzden en gelişmiş ülkelerden en gerisine sömürülen milyarların çocuklarının trajedilerine ve vahşetin bin bir yüzüne tanık oluyoruz. Onların azımsanmayacak bir kısmının yaşamlarında çok ağır acılar var. Kimi Afganistan’dan Afrika’ya savaş tacirlerinin elinde çocuk asker, kimi Tayland, Hong Kong başta olmak üzere pek çok yerde zenginlerin ahlâksız kokuşmuşluğunun kurbanı, seks ticaretinin metaıdırlar. Kâr ve rekabet savaşlarının yuvalarından sürdüğü kimileri, göç yollarında bedenleri okyanusun dalgalarıyla kıyıya vuran mültecidirler. Okul yüzü görmeden, kaçıp kurtulamadıkları bir cehennemde nedenini bilmedikleri, bitmeyen bir cezayı çekmeye devam ederler. Milyonlarcasının da kanı pahasına büyür sermaye. Gece-gündüz ayrımına yabancılaşacak kadar uzun saatler boyunca karanlık dehlizlerde durmaksızın çalışırlar. Çocuk işçidirler. İşçi sınıfının küçük neferleri, çeşit çeşit işlerde ucuz işgücü ordusudur. Tekstilde, metalde, kömür, mika, kobalt madenlerinde, Fildişi Sahilleri’ndeki kakao plantasyonlarındadırlar…
Kapitalizm işçi sınıfını tüm dünyada mücadeleye zorluyor. Kadın, erkek, çocuk ayırt etmeksizin korkunç bir sömürü çarkı dönerken, yasalar, kurallar ve ballı teşvikler hep burjuvazinin lehine işliyor. İş güvencesi ortadan kalkmış, çalışma koşulları dayanılmaz hale gelmiştir. Ebeveynleri işsizliğe mahkûm edilirken, ucuz emek sömürüsünde çocuk işçiler sermayenin iştahını arttırmaktadır. Sermayenin kursağına itilen bu çocukların yanı sıra milyonlarca çocuk da açlık ve yoksulluğun kucağına atılmıştır.
Doğumdan ölüme kan ter içinde
Bugün açlığa mahkûm edilen, tarlada, fabrikada, atölyede çalışmaktan sıska kalan, iş cinayetlerine kurban giden, istismara uğrayan, zihinsel-bedensel gelişimini sağlıklı tamamlayamayan ve çocukluk çağının güzelliklerini hiç tatmadan büyüyen bu çocuklar işçi sınıfının evlatlarıdır. Eğitim olanaklarından zorla koparılmış, oyun çağında makinelerin bir parçası haline gelmiş milyonlarca çocuk Çin, Bangladeş, Tayvan, Haiti gibi ülkelerde günde 14 saatten fazla çalıştırılmaktalar. Futbol topunu, rengârenk bebekleri, oyuncak arabaları üretmekte ama onlarla oynamayı sadece rüyalarında görmekteler. Sevgi, şefkat, dayanışma onlara fersah fersah uzaktır. Özellikle emperyalist savaşın ve çatışmaların yıkıma uğrattığı coğrafyalardan dünyanın dört bir yanına dağılmış, çoğu ailesini kaybetmiş göçmen çocuklar insanlık dışı uygulamaların kurbanıdırlar. Kayıt dışı yaşadıkları için kayıt dışı ölürler. Hayatta kalmayı başaranların bir kısmı irili ufaklı işletmelerden, merdiven altı atölyelere kadar başını sokacağı bir barınak, bir lokma ekmek için kölelik koşullarında çalıştırılırlar.
UNICEF ve ILO’nun yayınladığı raporlara göre 2020’nin başından bu yana dünyadaki çocuk işçilerin sayısı 160 milyonu aşmış durumda. Koronavirüs salgını ve kapitalizmin ağır kriz koşulları nedeniyle açlığa sürüklenen aileler çocuklarını sömürü tezgâhlarına itmek zorunda kalıyor. Yetişkinlerin işlerini kaybetmesi, ailede gelir getiren kimse kalmaması, gelir düzeyinde azalma gibi nedenlerle çocuklar ailenin ekmek parasını kazanmak zorunda kalıyor. Son dört yılda yaklaşık 9 milyon çocuk daha sömürü çarkına dâhil olmuş. Çocukların beden ve ruh sağlığını tehlikeye sokan işler kapsamında tanımlanan işkollarında çalışan 5-17 yaş arasındaki çocukların sayısı da 2016-2020 arasında 6,5 milyon artarak 79 milyona yükselmiş. Sahraaltı Afrika’nın çocuklarının durumunun diğer ülke çocuklarına oranla çok daha kötü olduğu görülüyor. Çocuk işçilerin sayısı pek çok ülkenin nüfusundan fazla. Bugün tahmini 1,5 milyon çocuk dünyanın kakao ihtiyacını karşılamak için çalışıyor. Önümüzdeki yıl boyunca da tahmini 9 milyon çocuk daha sermaye düzeninin pençesine düşecek. Ciddi önlemler alınmadığı takdirde bu rakamın katlanacağı ve 46 milyon çocuğun işçi olarak sömürü tezgâhının dişlilerinde kayıp gideceği öngörülüyor.
Dünyanın her yerinde çocuklarımızın alın terine, kan ve gözyaşı karışıyor. Onların minik parmaklarıyla işlerken hayallerini, çocukluk neşelerini de yitirdiği ürünlerin çoğu dünyanın en tanınmış markalarına, büyük şirketlerine devasa kârlar sağlıyor. Gelişmiş kapitalist ülkeler çocuk işçilerin sayısını azaltmakla ve çocuklara yönelik çeşitli koruyucu önlemleri almakla övünedursunlar, bu ülkelerin büyük markaları ve burjuvaları az gelişmiş ülkelerin çocuklarını ucuz işgücü olarak acımasızca sömürmeye devam ediyorlar. Dev tekeller haline gelmiş markalar çocuklarımızı ucuz işgücü olarak kullanmaktan çekinmedikleri gibi, her türlü ırkçı aşağılamaya da maruz bırakıyorlar. Örneğin İsveç merkezli bir giyim markası olan H&M, reklamlarında kullandığı siyah bir çocuğa “ormandaki en havalı maymun” yazan bir tişört giydirmişti.
Çocukları, kadınları köle gibi kullanan bu tekellerin aşırı kâr hırsı nedeniyle, 2013 yılında Bangladeş’te, Benetton gibi büyük markalara üretim yapan Rana Plaza hazır giyim fabrikasının binası çökmüş ve 1138 işçi hayatını kaybetmişti. Yine Bangladeş’te geçtiğimiz Temmuz ayında bir gıda ve içecek fabrikasında çıkan yangında 50’den fazla işçi ölmüştü, kayıp 16 çocuk işçinin kaçının hayatını kaybettiği ise bilinmiyordu. Çocuk işçilerin kilitli olduğu, kaçamadıkları ve hayatta kalmayı başaranların ise kendilerini camdan aşağı attıkları ortaya çıkmıştı.
Türkiye’de işçi çocuklarımız
Rejimin işçi sınıfına yönelik saldırılarından, yarattığı ekonomik yıkımdan ve genelleşen hak gasplarından çocuklarımız da fazlasıyla nasibini aldı. İSİG Meclisinin açıklamalarına göre son sekiz yılda ise en az 513 çocuk çalışırken hayatını kaybetti. Birkaç gün önce bunlara 13 yaşında bir kız çocuğu daha eklendi. Mersin’de, çalıştığı narenciye paketleme tesisinde eşarbı makineye takılan Ula Kerem, Suriyeli bir göçmen ailenin çocuğuydu. Onun yardımına koşan arkadaşı Şehed El İbrahim de aynı makineye kolunu kaptırıp ağır yaralandı.
Her yıl yayınlanan raporlara büyüyen rakamlar olarak yansıyan çocuk işçilik bin bir yüzü olan acımasız bir gerçeklik ve bu coğrafyada da çocuk işçiliğin tarihi oldukça eski. Osmanlı’dan bu yana çocuk emeği sömürüsü olagelmiş, TC’nin kuruluşundan bu yana da artarak devam etmiştir. Batı kapitalizmini çok geriden takip eden Türkiye’de çocuk işçilerle ilgili en güdük yasal düzenlemeler bile 1930’lara kadar gündeme gelmemiştir. 1930’da çıkarılan yasayla 12 yaşın altındaki çocukların çalıştırılması yasaklanmış ama fiiliyatta hiçbir bağlayıcılığı olmamıştır. Bu ülkenin tarihinde Zonguldak madenlerinde jandarma dipçiği altında 50 yaşına kadar çalışmaya mecbur edilen ve zaten ciğerlerine çöken kömür tozlarıyla çoğu o yaşları görmeden ölen madenci çocukların izleri vardır. İstanbul’da kızlı erkekli hamal çocuklarımızdan, kibrit ve bez fabrikalarında gece gündüz çalışan çocuklarımıza uzun bir geçmiş var. 1913-1915 yılları arasında 15 bin sanayi işçisinin %10’unu çocuklar oluşturmaktadır. Hele ikinci emperyalist paylaşım savaşı sırasında genel olarak çalışma saatleri 11 saatin üzerine çekilmiş ve çocuklar dâhil işçi kitleleri haftanın 7 günü çalışmaya zorlanmıştır. 1960’larla birlikte sanayinin gelişmesine paralel olarak köyden kente göçteki artış kentlerde çocuk işçi sayısını katlamış, bunlar merdivenaltı atölyelerde, oto sanayi gibi kalfa-çırak ilişkisinin sürdürüldüğü işyerlerinde vb. kötü koşullarda ve karın tokluğuna çalışmak zorunda kalmışlardır.
Bugün de Türkiye’de çocukların en az %32’si yoksullukla boğuşmakta, azımsanamayacak kısmı da işini kaybeden, geliri kesilen anne-babaların yükünü omuzlamaktadır. Geçmiş yıllarda zorunlu örgün eğitim ailelerin çocuklarını okuldan alıp işe koşmasını zorlaştırmaktayken, şimdi özellikle kız çocuklarının eğitim olanakları ellerinden alınmış ve çocuk yaşta evliliklerin önü de açılmıştır. Bunun yanı sıra çıraklık adı altındaki çocuk emeği sömürüsü yasal kılıfla 1970’lerin sonlarından bu yana sürdürülmektedir. Türkiye’de TÜİK verilerine göre 720 bin çocuk işçi var. Gerçekte ise başta göçmen çocukları ve sayısı 1,5 milyonu bulan çırak, stajyer ve meslek eğitimi gören öğrenciyi de sayarsak çocuk işçiliğin en az 2 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Proletaryanın kurtuluş umudunu büyütecek olan çocuklarıdır
Yoksulluk çocuklarımızın biyolojik ve fiziksel gelişimini geriletmekte, beyinlerinde geri dönülmez hasarlara yol açmaktadır. “Güney Afrika’da beslenme yetersizliği olan çocukların MRI görüntülerinde, açlığa bağlı olarak beyin dokularının küçüldüğü ve 90 günlük beslenme sonrası belirgin iyileşme olduğu gösterilmiştir. Demir eksikliği yoksul çocuklarda sık görülen bir sorundur ve uzun süren demir eksikliğinin entelektüel gelişmeyi olumsuz etkilediği, bunun geri dönüşsüz olabileceği ve ağır demir eksikliğinin hafif derecede mental geriliğe neden oluğu bilinmektedir.”[*] Çocuk işçiler üzerinde yapılan araştırmalardan ortaya çıkan sonuçlara göre de, ağır çalışma koşulları, besin yetersizliği, yeterince dinlenememe, uyku açlığı bu çocukların tümünde gelişim geriliğine yol açmakta ve dün olduğu gibi bugün de işçi sınıfının gelecek kuşaklarını hasarlı hale getirmektedir.
Kapitalistler çocuk işçiler üzerinden bir taşla birden fazla kuş vurmaktadırlar. Çocuk emeği sömürüsü sayesinde elde ettikleri artı-değeri kolayından arttırmakta ve yetişkin işçilerin karşısına çocuk ve kadınların ucuz emeğini koyarak ücretleri aşağı çekmektedirler. Özellikle çocuk işçilerin savunmasız oluşu sayesinde haklarını kolaylıkla gasp etmekte ve istismardan çekinmemektedirler. Sermaye sınıfının kendisi için böylesine değerli bir araçtan kendiliğinden vazgeçmesi beklenemez. Bunu engelleyebilecek olan işçi sınıfının mücadelesidir. Burjuva düzene karşı mücadele büyütüldüğü oranda, hükümetleri çocuklarımızı da korumak için yasalar çıkarmaya ve bunları uygulamaya zorlamak mümkündür. Sorunu insan hakları çerçevesinde önemseyen iyi niyetli bireysel çabaların, bunu sürekli üreten vahşi sermaye düzeni karşısında etkili olmaları mümkün değildir. Kitaplar, kanunlar ne yazarsa yazsın, ezilen, sömürülen yığınların çocuklarının eğitim, sağlık, yaşama, barınma, fiziksel ve ruhsal olarak korunma gibi ihtiyaçları elde etmesi için işçi sınıfının mücadele etmesi gerekiyor. Tarihte yaşananları hatırlamak nasıl bir mücadele verilmesi gerektiğine de ışık tutuyor.
Burjuvaziyi gerçek anlamda çocuk haklarına kafa yormaya zorlayan da 1917 Ekim Devrimi olmuştur. İşçi devrimi sadece gerçekleştiği Rusya’da değil burjuva dünyada da büyük bir sarsıntıya yol açmış ve egemenleri işçi sınıfının lehine pek çok düzenlemeyi yapmak zorunda bırakmıştır. İnsan hakları, sosyal güvenlik, işçi güvenliği vb. yanı sıra çocuk işçilere yönelik düzenlemelerde de anlamlı iyileştirmeler yapılmıştır. İlk yazılı çocuk hakları sözleşmesi de bu mücadelenin ürünüdür. Bu sayede parasız ve zorunlu eğitim yaşı 17’ye kadar çıkarılmıştır. Okul öncesi eğitim ve herkese eşit genel eğitimin yanı sıra çocukların yiyecek, giyecek ve ders araç-gereçlerinin işçi devleti tarafından karşılanması ve isteyen herkesin yüksek eğitim olanaklarından faydalanması için alınan kararlar da bugün bile aşılmamış düzeydedir. Üstelikte geri ve yoksul bir köylü ülkesi olan Çarlık Rusya’sında gerçekleşen bu devrimin ülkenin bütün maddi yoksunluklarına rağmen yapmaya çalıştıklarından da anlaşılacağı gibi, işçi sınıfı kendi evlatlarının kurtuluş umudu olmaya devam etmektedir.
link: Derya Çınar, Çocuk Hakları Günü ve Çocuk İşçiler, 19 Kasım 2021, https://en.marksist.net/node/7510
Kız Çocuklarının Satılması Barbarlık Değilse Nedir?
“Marx’ın Kapital’ini Okumak” Üzerine