AKP-MHP ittifakıyla inşa edilen olağanüstü rejimin tepesine oturduğundan beri Erdoğan’ın terörist listesi genişlemeye devam ediyor. “Öyle kitaplar vardır ki, bombadan daha tehlikelidir” dediği 2011 yılının öncesini bir kenara bırakırsak, geçen on yılda iktidarın destekçileri hariç herkes bu terörist listesinde kendine bir yer buldu. Kürtler, devrimciler, sosyalistler her zaman bu ülkenin egemenlerinin terörist listesinin başında yer aldılar. Bu liste Erdoğan’la birlikte çok daha kapsamlı bir hal aldı, alıyor. Grev-direniş yapan işçiler, muhalefet partileri, üniversitelerde mücadele eden öğrenciler, akademisyenler, sendikalar, meslek odaları, kredi derecelendirme kuruluşları, parasını dövize yatıranlar, patates-soğan toptancıları diye liste uzayıp giderken, şimdi de “sosyal medya” bu terör listesinde öne çıktı. Daha geçen yıl Ekim ayında sosyal medya yasasını geçirerek baskı ve yasakları arttıran iktidar yine kılıcını sallamaya başladı.
Özellikle son zamanlarda emekçiler, yürek yakan seller ve orman yangınları sırasında Erdoğan’ın ve AKP kadrolarının insani ve vicdani duyarlılıktan bile yoksun olduğunu bir kez daha gördüler. Saraylardan bakanların bir tek tellerinin bile kıpırdamadığını görünür kılan da daha çok sosyal medya araçları oldu. Sevdiklerini, onlarca yıllık emeklerini kaybetmiş acılı insanlara “keyif çayı” dağıtan, felâkete uğramışlara yardım için kurulan dayanışma köprülerini işine gelmediği için yıkan Erdoğan ve AKP’nin, olağan bir dönemde, olağan koşullar altında kendilerini sandığa gömecek bir tepkiyle karşı karşıya olduğu açıktır. Bu durum Erdoğan’ı baskıyı daha da arttırmaya zorlamaktadır.
Arka arkaya uygulamaya sokulan yasaklara, engellere, kapatmalara, para cezalarına, tutuklanan gazetecilere, gözaltına alınan ve gözdağı verilmek istenen binlerce insana rağmen internet üzerinden yayın yapan muhalif kanal ve sosyal medya platformlarında istenilen düzeyde bir kontrol sağlayamamış olmanın öfkesiyle Erdoğan şöyle diyordu: “Büyük Millet Meclisi’miz sosyal medya ile alakalı bir yasa geçirdi. Fakat bu yasanın devamında özellikle yalan terörü hususunda bir adım daha atılması gerekiyor. Bu konuda da yaptığımız bir çalışma var. Uluslararası alanda özellikle bu yalan teröründe ne tür adımlar atılıyor, ne tür düzenlemeler, ne tür müeyyideler getiriliyor, karşılaştırmalı bir çalışma yaptık. Ekim ayından itibaren bununla ilgili de Meclis'te bir çalışma yürütülecek. Fakat sorun bizim açımızdan çok daha can yakıcı. Çünkü bizdeki muhalefet partisi bu yalan terörünü siyasetinin tek malzemesi yapmış durumda. Dolayısıyla bizdeki durum çok daha ciddi ve demokrasimiz adına çok daha büyük bir tehdit. Daha fazla katlanamayız. Çünkü bu da bir terör. Onun için üzerine gitmemiz lazım.”
Bunun anlamı bahsi geçen yeni “düzenleme” ile yeni baskı yöntemlerinin ve daha geniş bir sansürün uygulamaya sokulacağıdır. İktidarın bu adımı meşrulaştırma çabası bile aslında dikkatle izleyen herkes için anaokulu müsameresi tadındadır. Bu, sosyal medyaya kelepçe vurmak üzere çıkarılan ilk yasal düzenleme değildir. Daha önce de devrimci ve sol yayınların yanı sıra Wikipedia, Youtube gibi yayınlar yıllarca erişime kapatıldı. Yine 2007’de “internet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yolla işlenen suçlarla mücadele edilmesi” adıyla 5651 sayılı yasa yürürlüğe sokularak yüz binden fazla içeriğe erişim engeli konuldu. Siteler kapatıldı. Ağır para cezalarıyla yıldırılmaya çalışıldı. Bununla da kalınmadı ve 2020’de sosyal medya ağlarının Türkiye’de temsilcilik açmasını zorunlu kılan bir düzenleme uygulamaya sokuldu.
Yeni düzenlemenin nedeni de iddia edildiği gibi “yalan haberlerle mücadele” ya da “bu yolla suç işlenmesini önlemek” değil, rejimin işine gelmeyen haber ve paylaşımların önlenmesi, bu paylaşımlarla etkili olan internet platformlarının baskı, yasak ve cezalarla susturulmasıdır. Sosyal medya kullanıcılarına ve kuruluşlarına yönelik yeni ceza ve yasaklar yoldadır. Şimdi ortam oluşturmak üzere havuz medyası görev listesini eline almış cansiperane çalışmaktadır. Bu sebeple Erdoğan yeniden sık aralıklarla televizyonlarda boy göstermekte, “canlı” yayınlarda ve basın açıklamalarında “bağımsız” gazetecilerin “sosyal medya denetimi gelecek mi?” sorularına prompterdan cevap vermektedir. Havuz medyasının sürekli gündemde tuttuğu Almanya, Fransa, Singapur, Rusya, Avustralya’daki düzenlemelerin incelenmesi meselesi süreci olgunlaştırma çabasının ürünüdür. Çıkardığı yasalardaki yasakçı ve saldırgan zihniyetini “bakın her yerde var” şalına sarmak, iktidarın klasikleşmiş taktiklerinden biridir.
Gerçek sorunlar sanal sınırları aştı
Türkiye internet kullanım oranlarının dünyada en fazla arttığı ülkelerden biri. Sosyal medya araçları da hem çeşitlenmekte, hem de daha yaygın kullanım alanına sahip. Özellikle pandemi nedeniyle geniş ölçekte uygulamaya sokulan sokağa çıkma yasaklarında evlere hapsedilen emekçilerin büyük bir kesiminin tek iletişim aracı mobil telefonlar ve bilgisayarlar oldu. Sosyal medya platformları da haber almanın aracı haline geldi. Bu da özellikle cep telefonlarının kullanım alanlarını daha da genişletti. Artık elinde telefonu olan herkes çevresinde olup biten her şeyin görüntüsünü kaydedip internet ortamında milyonlarca insanın ulaşabileceği anlık sıcak haber malzemesine dönüştürebiliyor. Türkiye gibi ülkelerde özellikle iktidara muhalif çevreler hem haber almak hem de sesini duyurabilmek için sosyal medyayı çok daha yaygın bir şekilde kullanmaktadır.
Havuz medyasının suyun başını tuttuğu TV kanallarında hayatın gerçeklerinin tersyüz edildiği ya da çok bayağı bir şekilde inkâr edildiği yayınları seyretmekten yılmış kitleler, internet üzerinden yayın yapan kanallar ve sosyal medya platformlarından bilgi almaya çalışıyor. Rejimin medyası “işsizlik azalıyor, patronlar işçi bulamıyor, işçiler iş beğenmiyor, ülke şahlanıyor, ekonomi büyüyor, intiharlar psikolojik, TOKİ cillop gibi evler yapıyor” türünden haberler yaparken, gerçek hayatta tam tersini yaşayan milyonların tepkisi artıyor. Bu da gelişen teknolojik olanaklardan faydalanarak kendi iletişim aygıtlarını yaratmanın, kendi habercilerini, kameramanlarını üretmenin önünü açıyor. Bu durum özellikle Erdoğan’ın gelecek tasavvuru açısından ciddi bir tehlike arz ediyor.
Nitekim son bir ay içinde yaşanan sel ve yangın felâketlerinde iktidarın içine düştüğü aczin, düşünsel sefaletin, emekçi kitleleri yok sayan kibrin çok daha fazla görünür olmasını sağlayan sosyal medya yayınları rejimin öfkesini üzerine çekmiştir. Bir süre öncesine kadar yapılan anketlerde AKP’nin kitle desteğinde belirgin azalma vardı. Son felâketlerin ardından yapılan anket sonuçları sadece AKP’nin değil, şimdiye kadar geniş kitlelerin teveccühünün devam ettiği Erdoğan’ın desteğinde de ciddi bir erimeye işaret ediyor. Yaşanan deprem, sel ve hâlâ ülkenin çeşitli yerlerinde devam eden yangınlarda daha net bir şekilde görüldü ki, Erdoğan rejimi yıkılmadıkça emekçilerin bu rant ve talan düzenine vereceği kurbanların sayısı artarak devam edecek. Son yaşananlarda ortaya çıkan bu manzara kitlelerde ciddi bir öfkeye yol açmıştır.
Açlık sınırının 3 bin, yoksulluk sınırının 10 bin liraya tırmandığı koşullarda 10 milyon işsiz vardır. Yaşamak için kredi çekerek borçlanan insan sayısı 34,5 milyona çıkmıştır. Temel gıda ihtiyacını bile karşılayamayan emekçiler bir yandan da salgın korkusuyla baş etmeye çalışıyorlar. Başladığından bu yana Türkiye’de ölen insan sayısı resmi rakamlara göre bile 56 bini aşmasına rağmen iktidar başarılı bir salgın yönetimi masalı anlatıyor. Artan yoksulluk ve sağlık hizmetlerinden mahrumiyet koşullarında ölümler de artıyor. TÜİK’in istatistiksel yalanları da 5 litre yağ ve 1 paket makarna fiyatı karşısında tuzla buz olmuştur. Emekçilerin hayatını sarmalayan sorunlar gerçektir ve işte buradan filizlenen öfke, isyan duygusu da gerçektir. Sosyal medyada akış kanalı bulan bu kitlesel öfke, tıpkı akacak kanın damarda duramaması gibi baskı ve yasaklara rağmen kendini her yerde göstermektedir.
Sosyal medyanın RTÜK’ü olarak tasarlanan “Denetleyici Birim”in kimi denetleyeceği bellidir. Yalan haber üreten, yayan denetlenecek olsaydı önce rejimin kendi kurumlarından medyasına, yazarlarından trol ordularına o kadar çok yalan üreten ve yayan merkez var ki, “Sosyal Medya Başkanlığının” başka mecra aramasına vakit kalmayacaktır. Çünkü AKP iktidarı boyunca yalan üretiminin, manipülasyonun, çarpıtmanın artık sıradanlaştığı bir bataklık inşa olmuştur. Ve bu bataklıktan birileri sağa sola yalancı diye bağırmaktadır. Sedat Peker ifşaatları da dâhil olmak üzere, bu bataklığın boyutlarına dair fikir verici pek çok örnek hatırlardadır. Rejimin bakanından hukukçusuna, emniyet ve ordu mensuplarına nasıl bir kokuşmuşluk içinde olduğu apaçık ortadır. Uyuşturucu naklinden cinayete, kara para aklamaktan dolandırıcılığa, mala çökmekten yolsuzluğa ne ararsanız hepsi mevcuttur. İşte bütün bu ifşaatlar da rejimi yeni adımlar atmaya itmiştir. Sedat Peker’in “bir tripota, bir kameraya yenileceksiniz” mottosuna verilen yanıt, insanları cep telefonu kameralarını bile karartmaya zorlamaktır. Bilindiği gibi, son dönemde çıkarılan bir yasayla, polisin halka yönelik müdahalelerini kamerayla kaydetmek de yasaklanmıştır. Bu sadece tek tek insanlara değil basına yönelik de ağır bir yasak ve baskı anlamına gelmektedir. Rejim tüm bunlarla steril bir hegemonya alanı oluşturmaya çabalamaktadır.
Erdoğan her fırsatta “yüce Meclisimiz” diyerek sanki ortada ona rağmen karar alabilen bir meclis varmış gibi pozlar kesiyor. Oysa Meclis uzun zamandır faşist rejimin asma yaprağından başka bir şey değildir. Devlet televizyonu başta olmak üzere büyük medya kuruluşlarının hemen tamamı iktidarın aparatlarıdır. RTÜK, muhalefetin deyimiyle Recep Tayyip Erdoğan üst kurulu olarak işlev görmektedir. Muhalefetin en küçük eleştirisi bile hakaret addedilip ağır para ve hatta hapis cezalarına çarptırılırken, AKP’nin trol orduları yalanın, hakaretin, karalamanın kitabını yazmaktadır. “Yalan haber yapıyorlar, kişilik haklarına saldırıyorlar, hakaret ediyorlar” diye bağıran Rejim sözcüleri ve liderleri ağızlarını her açtıklarında muhalefete “zillet, pislik, lağım, terörist” gibi sıfatlarla saldırırken de yargı körü, sağırı oynamaktadır.
Faşist rejim toplumsal muhalefetin kendini ifade edebileceği araç ve imkânları her geçen gün daha fazla baskı altına almaktadır. İktidarın bu alandaki baskıları, mücadelenin sanal ortamların, sanal toplulukların kimsenin gözüne bakmayan, eline dokunmayan sınırlı zeminlerinin ötesine geçilmesini zorunlu kılmaktadır. Günümüzde teknoloji son derece gelişmiş, internet hayatın önemli bir parçası haline gelmiştir. Fakat mücadeleci işçi ve emekçiler açısından bu sadece bir araçtır. Tarihte hiçbir sınıf mücadelesi egemenlerin haberleşme ya da ulaşım araçlarını engellemeleriyle sönümlendirilememiştir. Yasaklar, baskılar, onları aşmak için yeni yollar, yeni kanallar yaratmanın ebesidir aynı zamanda. Gelişen teknolojiyle çeşitlenen iletişim olanakları varken mücadeleyi güçlendirmek, yasaklandığında ise güçten düşürmek işçi sınıfının devrimci mücadelesiyle bağdaşamaz. Onun için esas olan insan insana, yüz yüze örgütlenmek ve bu güçle egemenlerin karşısına dikilmektir.
link: Derya Çınar, Sosyal Medyayı Boğmak İçin Yeni Bir Adım, 7 Eylül 2021, https://en.marksist.net/node/7450
İki Resimdeki Sınıf Farkı
Çözüm Düzen İçinde Değil, İşçi Sınıfı ve Sosyalizmde!