Mehmet Emin Özkan 83 yaşında ve 26 yıldır cezaevinde. Özkan cezaevinde 5 kez kalp krizi geçirdi. Birçok kronik hastalığı ve hafıza kaybı var. Mayıs ayında hastaneye götürülen Özkan’ı kelepçeli vaziyette, elinde ilaç poşetiyle çekilen bir fotoğrafta gördük. O sırada çekilen bir videoda ise yürümekte zorlandığı görülüyordu. 1993 yılında Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın öldürülmesinden sorumlu tutularak müebbet hapis cezasına çarptırılan Özkan’ın avukatları, isnat edilen suçlama boşa düşmesine rağmen yıllardır serbest bırakılmadığını dile getiriyorlar. 2015 yılında “cezaevinde kalamaz” raporu veren Adli Tıp Kurumu 2019 yılında “cezaevinde kalabilir” raporu verdi. Özkan’ın 26 yıldır cezaevinde tutulması için suçlu olması gerekmiyor. Kürt olduğu için cezaevinde ölüme terk edilmiş durumda. Cezaevlerinde Mehmet Emin Özkan gibi ağır hasta olan yüzlerce siyasi tutuklu ve hükümlü var. Faşist rejim Kürtlere ve devrimcilere “düşman ceza hukuku” uyguluyor. Hatta bu rejimin Kürtlere ve devrimcilere düşmanlığı 12 Eylül askeri faşist rejimini aratmayacak denli insanlık dışıdır.
Hatırlayacak olursak, AKP 7 Haziran 2015 seçimlerinde tek başına iktidar olabilecek oyu alamamış, bir anlamda seçimleri kaybetmişti. AKP’ye seçimi kaybettiren HDP’nin başarısı ve özellikle o dönem HDP’nin Eş Genel Başkanı olan Selahattin Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” sözleri olmuştu. O seçimlerde 80 milletvekili çıkaran HDP, AKP ve diğer partiler gibi yasal bir parti. Ancak siyasi iktidar ortakları HDP’yi ve Kürtleri topluma öcü ve “terörist” gibi göstermek için sürekli kara propaganda yapıyorlar. İşçi ve emekçileri suni ayrımlarla Türk, Kürt, Alevi, Sünni, yerli, yabancı diyerek bölüp birbirlerine düşman etmeye çalışıyorlar. HDP’nin her yürüyüşüne polis saldırıyor. Rejimin Kürt düşmanlığı artık öyle bir noktaya geldi ki kolluk kuvvetleri uzun namlulu silahlarla kimlik kontrolü yapıyorlar. Siyasi iktidar, hakları için greve ve direnişe çıkan işçilere de polisi saldırtıyor. Direnen işçileri ters kelepçe takarak gözaltına alıyorlar. Gözaltına alınan, AKP’nin faşist uygulamalarına karşı çıkan işçi ve emekçilerin hastanedeki muayeneleri sırasında bile kelepçeleri çıkartılmıyor. Yasaya göre hekim-hasta ilişkisinin mahremiyeti nedeniyle muayene sırasında kelepçe çıkartılır. Ve odada hekim ve hasta dışında kimse bulunamaz. Ama bu hekim-hasta ilişkisi devrimcilere, Kürtlere ve hakları için mücadele eden işçilere uygulanmaz. Onun yerine adeta “düşman hukuku” uygulanır.
Diğer yandan, 28 Şubat davasından yargılananlar hakkında da müebbet hapis cezası çıktı. Müebbet ceza alanlardan biri de 81 yaşındaki emekli orgeneral Çetin Doğan’dı. Ancak gözaltına alınan Çetin Doğan’ın bileklerinde kelepçe yoktu. Hatta gözaltı sırasında çekilen fotoğrafta Çetin Doğan’ın polislerden birinin koluna girmiş olduğu görülüyor. Gözaltına alınan birine yaşından dolayı kelepçe takılmaması ve yürürken polisin koluna girerek destek alması elbette normal ve insani bir durum. Ama Çetin Doğan’a gösterilen bu ihtimamın nedeni sınıf farkı değil mi? Yani AKP 28 Şubat’ın intikamını almak için o dönemin apoletlilerini cezaevine gönderse de bu şahıslar kendileri gibi egemen sınıfın üyeleri olduğu için bileklerine kelepçe takılmıyor. Çetin Doğan’dan 2 yaş daha yaşlı ve 26 yıldır haksız, hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutulan ve birçok kronik hastalığı olan Mehmet Emin Özkan’a ise bileklerinde kelepçeyle işkence ediliyor. Çünkü Çetin Doğan egemen sınıfa mensuptur. Mehmet Emin Özkan ise ezilen Kürt halkına mensup bir emekçidir.
İşçi sınıfı ile sermaye sınıfı iki ayrı sınıftır. Sermaye sınıfının yargısı asla tarafsız değildir. Bütün yargılamalarda burjuvazinin çıkarları doğrultusunda kararlar verir. Burjuvazinin kendi iç çatışmalarından kaynaklı, gücü elinde bulunduran kesim diğer kesimi devre dışı bırakmak için yargılayıp ceza da verebilir. Ama hayatın her alanında olduğu gibi hapishanelerde bile bir burjuva ile bir devrimciye veya Kürde asla aynı yasa uygulanmaz. Dışarıda olmayan eşitlik cezaevlerinde hiç olmaz. Nasıl ki dışarıda sermaye sınıfına karşı örgütlü mücadele verilmeden mevcut hakları korumak ve yeni haklar kazanmak mümkün değilse, cezaevlerinde de aynı nedenle aralıksız bir mücadele verir devrimci tutsaklar. Hatta kazanılmış bir hakkı devlet ve cezaevi yönetimi gasp etmek istediğinde buna izin vermemek için çok ağır bedeller ödeme pahasına mücadele verilir.
Sınıfımızın tarihi bize mücadele edilmeden kazanılan ve korunan hiçbir hak olmadığını gösteriyor. Ezilen Kürt halkının demokratik taleplerini de işçi sınıfı olarak desteklemeliyiz. Sermaye düzenini cezaevleri de dâhil tüm pislikleriyle birlikte yıkmak örgütlü işçi sınıfının boynunun borcudur. Sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız, özgür bir dünyayı kurana dek mücadelemiz sürecek. Ahmed Arif’in Terk Etmedi Sevdan Beni şiirinde dediği gibi, yeni bir dünya kurma sevdamız yaşatılan tüm acılara rağmen bitmeyecek.
Aç kaldım, susuz kaldım, Hayın, karanlıktı gece, Can garip, can suskun, Can paramparça… Ve ellerim kelepçede, Tütünsüz, uykusuz kaldım, Terk etmedi sevdan beni…
link: İzmir’den bir MT okuru, İki Resimdeki Sınıf Farkı, 7 Eylül 2021, https://en.marksist.net/node/7449
Kurtuluş Yok Tek Başına!
Sosyal Medyayı Boğmak İçin Yeni Bir Adım