Olimpiyatların ilk olarak M.Ö.776 ile M.S. 396 seneleri arasında düzenlendiği bilinmektedir. “Kapitalizm altında ise ilk modern olimpiyatlar 1896 yılında Atina’da düzenlenmeye başlandı.”[1] O günlerden günümüze değin olimpiyatlar kapitalist sistemin çarklarında şekillenmektedir. Bir yandan kapitalizm propagandasının aracı olarak kullanılırken, diğer taraftan emekçi kitlelerin bilinçlerini çarpıtan büyük bir manipülasyon yürütülmektedir.[2] Bu politik işleyişin gerisinde, yani perdenin arkasında ise sanatta ve sporda, bilimde ve teknolojide olduğu gibi olimpiyatlarda da devasa bir yağma sürmektedir. Peki, başka bir olimpiyat mümkün müdür? Mesela işçi olimpiyatları! Mesela Spartakiadlar!
Biraz geriye dönüp olimpiyatların tarihsel gelişimini incelediğimizde, kapitalizm açısından ürkütücü, işçi sınıfı açısından ise gurur ve mücadele dolu sayfalar ortaya çıkmaktadır. Bilindiği üzere antik olimpiyatlar köleci düzenin temelleri üzerinde yükselmiş ve şekillenmiştir. “Örneğin Antik Roma’da büyük stadyumları binlerce köle inşa ediyor, sadece egemenler ve özgür yurttaşlar yapılan törenleri seyredip eğleniyordu. İhtişamlı statlarda egemenler kölelerin emeği üzerinden elde ettikleri kazançları, savaştırdıkları gladyatörler üzerinden bahis yoluyla paylaşıyordu.”[3] Çıkışı ve ilerleyişi köleci egemenlerin kararıyla olan olimpiyatların tarih sahnesinden bir dönem silinmesi de egemenlerin isteğiyle gerçekleşmiştir. Bizans imparatoru 2. Theodosius’un antik olimpiyatların yapıldığı yerleri yıkarak sonlandırdığı gelenek 1896’ya kadar egemenlerin ilgisine yeterince mazhar olamamış, kültürel ve tarihsel birikimden yoksun bırakılan halkların da uzağında kalarak yarı unutulmuş şekilde izlerini korumuştur. 1896’dan itibaren ise toplum üzerinde bir hegemonya kurma aracı haline getirilen kapitalist olimpiyatlar parlatılmıştır. Ne var ki toplumsal çalkantıların arttığı, devrim dalgalarının yükseldiği 1900’lerde karşısında işçi olimpiyatlarını bulmuştur.
Feodal düzenin dağılması ve kapitalizmin doğuşuna giden sanayileşme sürecinde işçi sınıfı gibi örgütlü spor da büyüyor, kendi toplumsal alanını yaratıyordu. Kapitalist gelişmenin ve sınıf savaşımının hızlandığı 19. yüzyılın ortalarından itibaren spor burjuva siyasetin bir parçası olarak görülmüş, kapitalizmin egemenleri sporu halkların büyüyen öfkesini ve isyanını bastırmanın bir aracı haline dönüştürmüştü. Bu durum karşısında kapitalizme karşı mücadeleyi her alanda sürdürmek gerektiğinin bilincinde olan işçi sınıfı önce ulusal bazda, ardı sıra ise enternasyonal olarak spor organizasyonları örgütlemeye başlamıştı. Dünyanın her yerinde egemenlerin sporuna karşı emekçi kitlelerin sporu yükseliyordu. 1850 gibi erken bir tarihte ABD’de bir Sosyalist Jimnastik Birliği kurulmuştu. Yine 1850’lerde Almanya Leipzig’de örgütlenmeye başlayan işçi sporu türlü baskılara rağmen büyümüş, 1919’da Arbeiter Turn-und Sportbund (ATSB) yani İşçi Jimnastik ve Spor Derneği halini almıştı. 1880’lerde ve 1890’larda burjuvazi tarafından düzenlenen spora tepki olarak işçilerin spor etkinlikleri yükselişe geçmişti. 1895’te Clarion gazetesi etrafında bir İngiliz işçi bisiklet kulübü kurulmuştu. Birinci Dünya Savaşından önce işçi sınıfının örgütlediği spor aktiviteleri yüz binlerce kişiye ulaşmıştı. Savaşın sona ermesiyle birlikte de organizasyonlar Avrupa geneline yayılmıştı.
Savaştan sonra burjuvazinin organize ettiği spor aktiviteleri daha rekabetçi ve milliyetçi bir hale büründürüldü. Kapitalist olimpiyatlar spor alanında kendisini kitlelere dayatıyordu. Tam bu dönemlerde alternatif bir spor ve olimpiyat gerektiği düşüncesi daha fazla yaygınlaşmıştı. Ekim Devrimi bu açıdan da öncü oldu ve işçi sınıfının iktidarı ele aldığı Sovyetler Birliği’nde örgütlü işçi sporunda da sıçramalı bir gelişim kaydedildi. 1920 yılında kurulan Luzern merkezli Sosyalist İşçilerin Spor Enternasyonalinde (SİSE -ilk adı Luzern Spor Enternasyonalidir) altı ulusal federasyondan yaklaşık bir milyon üye bulunuyordu. 1921’de ise Kızıl Spor Enternasyonali ya da Sportintern olarak bilinen Uluslararası Kızıl Spor ve Jimnastik Dernekleri Birliği Moskova’da kuruldu. Sporu Ekim Devriminin deneyimleriyle kavrayan Sportintern tüm ülkelerdeki devrimci işçi spor ve jimnastik kulüplerine sporun sınıf mücadelesinin bir parçası olduğunu duyuruyor, bu yönde örgütleniyordu.
Bu iki örgütün düzenlediği onlarca organizasyonda toplamda milyonlarca işçi bir araya geldi ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) diktasında burjuva propaganda aracı haline dönüşen olimpiyatlara karşı işçi sınıfının örgütlediği, ulusal sınırlardan kurtarılan ve sporun birleştirici yanını öne çıkaran organizasyonlar yapıldı. Kadınların ve beyaz olmayanların ayrımcılığa uğradığı ve mücadeleler sonucu kendilerine yer bulabilmelerinin onyıllar sürdüğü burjuva olimpiyatların aksine, işçi sınıfının örgütlediği spor organizasyonlarında her ülkeden, renkten ve cinsiyetten işçilerin katılımı teşvik ediliyordu. Rekabet ve yüksek performans yerine dayanışma ön plana çıkarılıyor, bireyin galibiyeti değil sınıfın birlikte gelişimi amaçlanıyordu. Bu organizasyonların en büyükleri enternasyonal olarak düzenlenen Spartakiadlar ve İşçi Olimpiyatlarıydı.
1921 ilâ 1937 yılları arasında yapılan Enternasyonal İşçi Olimpiyatları 1937’deki işçi olimpiyatına kadar SİSE tarafından örgütlenmiştir. 1921 yılında Prag’da düzenlenen ilk işçi olimpiyatlarında burjuva olimpiyatların aksine Birinci Dünya Savaşında kaybeden ülkelerden işçi sporcular da yer almış, egemenlerin ördüğü milliyetçilik duvarları aşılmıştır. 1925’ten itibaren hem yaz hem de kış işçi olimpiyatları düzenlenmiştir. 1925’te Almanya’nın Frankfurt kentinde yapılan, 12 ülkeden 100 binden fazla sporcunun katıldığı ve 3000 sporcunun resmi etkinliklerde yarıştığı bir yaz işçi olimpiyatı düzenledi. Burjuva olimpiyatlarla performans olarak değil sınıfsal olarak bir savaşım içinde olan bu oyunlarda kadın bayrak takımının sprint bayrak yarışında o zamanki dünya rekorunu kırdığı da biliniyor. 1931’de Viyana’da, 18 ülkeden 77.000 sporcunun 200.000’den fazla seyirci önünde katıldığı görkemli bir yaz işçi olimpiyatı gerçekleştirildi.
Sportintern öncülüğünde örgütlenen ve 1928’den itibaren düzenlenen Spartakiad oyunları burjuva olimpiyatlara karşı işçi sınıfı sporunun başka bir başkaldırısıydı. Adının kökeni köle isyanına önderlik eden Spartaküs’e dayanan ve devrimci liderler Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht tarafından kurulan “Spartaküs Ligi” anısına Spartakiad olarak isimlendirilen bu oyunlar, kölelik koşullarına itilmeye çalışan milyonların yeni bir araç olan sporla karşı koyuşunu temsil ediyordu. 1928’de Moskova’da düzenlenen 1. Yaz Spartakiad oyunlarında 18 ülkeden 7000 işçi yer aldı, aynı sene Oslo’da Kış Spartakiadı düzenlendi. Berlin’de yapılması planlanan 2. Spartakiad oyunları faşizmin tırmanışa geçtiği Almanya tarafından yasaklandı ve 1931’de Moskova’da düzenlendi. Sportintern’in sporu devrimci mücadelenin bir aracı olarak görmesi ve kapitalizm karşıtı tutumu neticesinde tüm ülkelerin işçilerine ulaşmayı amaçlayan Spartakiadlar kapitalist egemenlerin tüm baskılarına karşın işçi sınıfı sporunun enternasyonal düzeyde örgütlenebileceğine ve farklı bir sporun mümkün olabildiğine dair anlamlı bir deneyim bırakmıştır geriye.
1936 yılında Almanya’da düzenlenen ve Nazi faşizminin propagandasının aracı haline gelen burjuva olimpiyatlara katılmayı reddeden İspanya anti-faşist Halk Cephesi, Sportintern ve SİSE’nin katılımıyla 1936 İşçi Olimpiyatlarını (Halk Olimpiyatları olarak da biliniyor) örgütledi. 23 ülkeden 6 binden fazla kişinin sporcu olarak davet edildiği organizasyonda burjuvazinin dışladığı halklar kucaklandı. Ancak faşist Franco darbesi ile oyunlara bir gün kala Barcelona sokakları kana bulandı. Olimpiyatlar için gelen yüzlerce sporcu ülkeyi terk etmeyerek, faşizme karşı mücadeleye omuz verdi.
SİSE’nin 1,5 milyonun, Sportintern’in ise 3,5 milyonun üzerinde üyesinin bulunduğu 1930’lu yıllar faşizmin tırmandığı ve savaş çanlarının çaldığı dönemlerdi. Bu şartlarda 1937 Enternasyonal İşçi Olimpiyatlarını birlikte organize eden bu iki örgüt, işçi sporlarının zirvelerinden birini Belçika’da gerçekleştirdi. Antwerp kentinde işçiler büyük bir dayanışma gösterisi sundu. Son gün yaklaşık 50.000 kişi stadyumu doldurdu ve 200.000 kişi yürüdü.
1937 yılındaki işçi olimpiyatlarından sonra Sportintern ve SİSE, Sovyetler Birliği’ndeki Stalinist bürokrasinin ve Avrupa’daki faşist rejimlerin tahakkümü altında varlığını sürdüremedi. 1943’te Helsinki’de düzenlenmesi planlanan işçi olimpiyatları İkinci Dünya Savaşı nedeniyle iptal edildi. 1937’den sonra Spartakiad ismi ile organizasyonlar yapılsa da, bunlar hem enternasyonal olmaktan hem de işçi sınıfının devrimci sporu olmaktan hep uzak kaldı. İşçi sporlarının en yaygın örgütlülüklerinin dağılması ile burjuvazi sporu ve olimpiyatları kitlelere kendi penceresinden yansıtmaya ve kapitalist sömürünün bir parçası olarak örgütlemeye devam etti.
SİSE ve Sportintern’in kapitalist spor karşısındaki tutumlarının farklılık gösterdiği ve dönem dönem kendi içlerinde de rekabet halinde oldukları bilinse de, sporun burjuva boyunduruğa sokulmaya çalışıldığı tarihsel bir dönemde alternatif bir varlık gösterebilmeleri ve işçi sınıfını örgütlü sporla bir araya getirmeleri önemlidir. İşçi oyunlarında ulusal bayrak yerine kızıl bayrağın taşınması, Enternasyonal marşının okunması, kapitalizmin sembollerinin yıkılması ve tüm organizasyonlara emekçi kitlelerin aktif katılımının sağlanması, burjuva oyunların karşısında onurlu bir karşı duruş ortaya koymuştur. Spor organizasyonlarının yanı sıra işçi spor basınının gelişmesi ve yerel baskılarla beraber milyonu aşan tirajlara ulaşılması da o yılların devrimci mücadelesinin bir sonucudur. İşçi olimpiyatları ve Spartakiadlardan günümüze gelen fotoğraflar ve bilgiler, işçilerin kendi oyunlarını örgütlediklerinde sporun dayanışmayı, heyecanı ve coşkuyu nasıl büyüttüğünü, işçilerin fabrika kapılarının dışında bile kolektif neşeyi ve sınıf gururunu nasıl yaşadıklarını resmediyor. Örgütlü işçilerin neler başarabildiklerini gösteren bu muazzam tarih dersi bugünün dünyasında spor dâhil her alanda propagandasını ve sömürüsünü en azılı şekilde yürüten kapitalizme karşı yürütülecek sınıf mücadelesinin önemini gösteriyor.
Spartakiadların ve işçi olimpiyatlarının düzenlenemediği onlarca yıldır burjuva olimpiyatlar kapitalist dünyanın efendileri tarafından organize ediliyor. “Spor, dostluk, kardeşlik” adı altında çirkin yüzlerini saklayıp milyonlarca işçinin teri ve kanı üzerinden semiriyorlar. Roma’da sadece “özgür yurttaşların” katılabildiği olimpiyatların bu sınıfsal özü bugün de devam ediyor. Spor organizasyonlarında fiilen ter döken işçiler bile, oyunları ancak televizyonları başından izleyebiliyorlar.[4] Ancak tarihte olduğu gibi bugün de emekçi kitleler kendilerine dayatılan koşullara karşı mücadeleyi sürdürüyorlar. Burjuvazinin elinde kirletilen sporun ve olimpiyatların gerçek yüzünü her geçen gün daha fazla görüyor, yıllardır türlü ölçeklerde protestolar yürütüyorlar. Devrimci sınıf mücadelesi çürümüş kapitalist düzenin sonunu getirdiğinde ve yeni bir şafak söktüğünde Spartakiadlar da yeniden doğacak ve işçiler olimpiyat meşalelerini kendileri için taşıyacaklar.
[1] Hakan Sönmez, Olimpiyatların Işıltılı Yüzünün Ardındakiler, marksist.com
[2] Utku Kızılok, Olimpiyatlar, Spor ve Milliyetçilik, marksist.com
[3] Hakan Sönmez, age
[4] Suphi Koray, Olimpiyatların Öteki Yüzü, marksist.com
link: Engin Yüksel, İşçi Olimpiyatları, Spartakiadlar ve Gösterdikleri, 4 Eylül 2021, https://en.marksist.net/node/7447
İktidarın İncir Yaprağı: “İtibar”
Kurtuluş Yok Tek Başına!