Kapitalizm emekçiler için dipsiz bir cehennem kuyusudur. İşçi sınıfı çürüyen bu düzen altında boğucu karanlığa batmaktadır. Özellikle ekonomik krizlerin ve işsizliğin yoğun bir şekilde hissedildiği bu zamanlarda emekçiler yaşanan boğucu havayı iliklerine kadar hissetmekteler. Kapitalizmin tarihsel krizi her gün daha da etkisini ağırlaştırarak ilerlemekte. Kapitalist rekabet yasası, açlıktan çırpınan vahşi bir yırtıcıyı andırırcasına etkisini bütün dünyada gösteriyor. Sermaye sürekli daha küçük bir kesimde yoğunlaşıyor. Kapitalist sistem esnafı, çiftçiyi, emekçileri tepetaklak ederek krizini atlatmaya çalışıyor. Vahşi rekabete dayanamayanları neşterle kesip proleter saflara katıyor. Tabii ki arkasında büyük bir yıkımın enkazını bırakıyor. Milyonlarca insana yeni acılar yaşatıyor. Bu acıları ve yıkımları kapitalizmin tarımdaki işleyişine bakarak da görmemiz mümkün.
İnsanın varlığını sürdürmesi için gıda ürünlerine ihtiyacı var. Bu hiçbir zaman yok olmayacak bir ihtiyaç. Peki insanlar için bu tükenmez ihtiyaç, kâr güdüsü ile hareket eden kapitalistler için ne anlama geliyor? Muazzam kâr alanları! Kapitalizm her alanda olduğu gibi tarımda da bütün tahripkârlığını sergilemekte. Bugün teknoloji ve bilimdeki gelişmelerle topraktan maksimum verim alınabilir. Üretilen ürünler dünyanın dört yanına kolaylıkla ulaştırılabilir. Ama ulaşılan bu gelişmişlik düzeyi 8 milyar insanın yaşadığı dünyamızı güzelleştirmek için kullanılmıyor. Çünkü dünyamıza egemen olan sermaye sınıfı sadece kendi kârını arttırmayı düşünüyor. Bu sistemde toprağın, teknolojinin, bilimin, sanayinin ve bütün üretim güçlerinin mülkiyeti kapitalistlerin elindedir. Tek gayesi kâr elde etmek olan kapitalistler 21. yüzyılda insanlığa Orta Çağı yaşatmaktalar. Ne üretenin ne de tüketenin insan gibi yaşadığı bir yüzyılda yaşıyoruz. Derin bir kriz içindeki kapitalizm emekçileri derin bir yoksulluğa sürüklemektedir. “Bugün dünyada 800 milyonun üzerinde insan yani her 9 kişiden biri yatağa aç girmektedir. Ülkemizde ise insanlarımızın %22’si yeterli gıdaya ulaşamamakta, %8,5’u ise açlık sınırında yaşamaktadır.”[1]
Kapitalizm işleyiş yasaları sonucunda tekelleşmeyi yaratıyor. Tarımda da devasa tekeller gıda üretimini kendi çıkarları doğrultusunda belirliyor. Tarımda kullanılan en temel ürünler olan tohum, gübre ve zirai ilaçların da piyasa koşullarını bu tekeller belirliyor. Dünyanın birçok ülkesinde on yıllardır uygulanan kâr odaklı politikalar sonucunda milyonlarca küçük çiftçi üretim yapmaktan vazgeçmek zorunda bırakıldı. Sistem milyonlarca küçük üreticiyi ve tarım işçisini kentlere göndererek proleterleştirdi. Çünkü küçük üreticilerin topraklarında neyi üretmesi, nasıl üretmesi, ürettiğini kime nasıl satması gerektiğini belirleyen artık kendileri değiller. Belirleyici olan gıda tekelleridir.
Türkiye’de ise sadece 2019’da tarımda üretim maliyeti yüzde 27 arttı. Gübreye, mazota, zirai ilaçlara, hayvan yemine yapılan zamlar sürekli artıyor. Tarım ve hayvancılıkta kullanılan makine ve ekipmanların satın alımı ve onarılması maliyetli oluyor. Küçük üreticilerin rekabet etme şansları gittikçe azalıyor. Makine ve yeterli teknolojiye sahip olmayan küçük üreticiler rekabet edebilmeleri için ellerinde tek koz olan emek güçlerini kullanıyorlar. Daha çok çalışarak ancak bir nebze nefes alabiliyorlar. Bu nefesin bedeli ise yaşam kalitesinin düşmesi ve tüm insani ihtiyaçlarından taviz vermek oluyor. Kapitalist tarımda küçük üretici daha çok çalışarak sadece yoksulluğunu katmerleştiriyor.
Sadece AKP iktidarı dönemlerindeki tarım politikalarına bakarak da yıkımın şiddetini görebiliriz. “TÜİK işgücü verilerine göre AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında tarım sektöründe istihdam edilen kişi sayısı 7,5 milyon civarındaydı ve yaklaşık yüzde 35’lik bir orana sahipti. 2018 sonu itibariyle tarımda istihdam edilenlerin sayısı 4,6 milyon kişiye gerilemiş durumda. Tarımın istihdama katkısı yüzde 30’lardan 2018’de yüzde 18’lere geriledi. Tarımın GSYH’ya katkısı ise 2017 yılında yüzde 6 seviyesinde. Çiftçi son 17 yılda 3,2 milyon hektar tarım arazisini ekmekten vazgeçti.”[2] Toprağın artık doyuramadığı milyonlarca tarım proleteri kentlere göç etmektedir.
Üretici ürettiğini her yıl zararına satmak zorunda kalıyor. Ürününe ayırdığı zamanın da emek gücünün de bir anlamı kalmamış oluyor. Üreticiler bu zararlarını karşılamak ve bir sonraki yıl üretim yapabilmek için kredi çekmek zorunda kalıyorlar. Kapitalist sistem bütün organlarıyla tekellerin çıkarına göre adımlar attığı için küçük üreticiyi bu krediler de kurtarmıyor. Ziraat Bankasının, tarımsal kredi faiz oranı yüzde 8-11 iken, bu oranı 2 Mayıs 2019’da yüzde 16’ya çıkardı. Hatta 2006’da Avrupa Birliği ile yürütülen görüşmeler gereği tarımla ilgili bazı düzenlemeler yapılarak küçük üreticilere destekler verilecekti. “Çıkartılan tarım kanununa göre tarımsal destekleme için ayrılan kaynak, gayrisafi milli hasılanın (GSMH) yüzde 1’inden az olamıyor. 2021-2023 yılları arasını kapsayan ve Cumhurbaşkanlığı’nca yayımlanan Yeni Ekonomi Programı’na göre 2021 yılının GSMH beklentisi 5 trilyon 644 milyar TL. Bu hesaba göre çiftçiye verilen tarımsal desteklemenin büyüklüğünün en az 56,4 milyar TL olması gerekiyor. Buna karşılık Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin 5 Kasım’da Meclis Plan Bütçe Komisyonu’nda da kabul ettiği üzere 2021 yılında tarımsal destekleme ödemesi 23 milyar TL olarak öngörüldü. Kanuna uyulsa çiftçiye yüzde 106 daha fazla ödeme yapılması gerekiyor. AKP hükümetleri boyunca kanunda öngörülen GSMH’nin yüzde 1’i büyüklüğündeki destek çiftçiye hiçbir yıl verilmedi.”[3] Verilen “destekler” de çiftçilerin temel sorunlarını gidermek bir yana çiftçileri daha büyük iflaslara sürükledi. Kapitalizmin kâra endeksli, anarşik ve akıldışı doğası ortadayken, tarımda planlı bir desteklemeden söz edilmesi, kapitalist piyasa kanunlarının işleyişinin üzerine bir tül atmaktan öteye geçmiyor.
Çitçilerin ürettikleri mahsulleri gerçek değerinde satmaları zorlaşıyor. Üreticiler direk tüketiciye ulaşamadıkları için aracıların insafıyla baş başa kalıyorlar. Özellikle pandemiyle birlikte zincir marketlerle rekabet etme şansları olmadıkları için ürünlerini maliyetinin çok altında fiyatlara satmak ya da çöpe dökmek zorunda kalıyorlar. Peki üreticiden maliyetinin altından çıkan ürünleri tüketiciler istedikleri gibi alabiliyorlar mı? Bu soruya mahallemizdeki herhangi bir markete giderek rahatlıkla cevap verebiliriz. Reyonlarda her şeyin ateş pahası olduğu bir manzarayla karşılaşıyoruz. Serbest piyasanın kurallarının tıkır tıkır işlediği bir manzara!
Peki işçi ve emekçilerin markette ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayamamasının nedeni sadece üretici maliyetlerinin artması ya da tekellerin bu ürünleri fahiş fiyata satması mı? Türkiye’de son yıllarda işçi ve emekçilerin alım gücündeki değişikliğe bakarak bu soruya cevap bulabiliriz. İşçi ve emekçiler giderek yoksullaşmaktadır. Yüksek enflasyon karşısında gelirleri mum gibi erimektedir. Çalışan kesimin çoğunluğunu oluşturanların aldığı ücrete baktığımızda yoksulluğun geldiği boyutu daha çarpıcı bir biçimde görebiliriz. “Ücretlerin baskılanmasından dolayı tüm ücretler, verili asgari ücret düzeyine doğru itilmiş ve ücret skalasındaki marj bir hayli daralmıştır. Nitekim asgari ücretin yüzde 20 fazlasını alanları da eklediğimizde, bütün ücretli çalışanların yarısının asgari ücret yörüngesinde döndüğünü görürüz. Tüm ücretli çalışanların yüzde 64’ü ise (12,5 milyon işçi) asgari ücretin altı ile asgari ücretin bir buçuk katı arasında (2021 rakamlarıyla 1412 ile 4237 lira arasında) bir ücret elde etmektedir. Kısacası işçi sınıfının yaklaşık üçte ikisini oluşturan muazzam büyüklükte bir kesim asgari ücrete yakın bir ücretle geçinmeye mahkûm edilmiş durumdadır.”[4] Bu tablo hâlâ işi olup çalışanlar için geçerlidir. Bir de pandemiyle birlikte sıçramalı bir şekilde gelirlerini kaybedenler var. Kapitalistler pandemiyi bahane ederek milyonlarca işçiyi ücretsiz izin ve kısa çalışma ödeneğiyle geçinmek zorunda bıraktı. Pandemiyle birlikte işsizler ordusu 10 milyonu aştı. İşsizliğin arttığı, ücretlerin düştüğü, gıda enflasyonunun %30’un üzerinde seyrettiği ülkemizde, emekçilerin sağlıklı bir şekilde istedikleri gıdalara ulaşması mümkün olabilir mi?
Kapitalist sistemde sağlıklı bir toplumdan söz edilemez. Kapitalistler sermayelerini arttırmak için her şeyi yapabileceklerini bugün bütün dünyaya gösteriyorlar. Toprağı, nehirleri, denizleri, insanları, tabiatın tüm güzelliklerini bütün vahşiliği ile sömüren bir düzendir kapitalizm. Bu düzenin hüküm sürdüğü bir yerde planlı, sağlıklı ve ihtiyaç bazlı bir tarım politikası yürütülemez. Sanayide, inşaatta, enerjide ve diğer sektörlerdeki plansız anarşik üretimin aynısı tarımda da yaşanıyor. Küçük üreticilerin, çiftçilerin, tarım işçilerinin ve tüketicilerin yaşadığı sorunların kaynağı çürüyen kapitalist sistemdir. Planlı, sağlıklı, ihtiyaç temelli, doğa ve insanla uyumlu bir üretim ancak bu sömürü düzeni yıkılırsa yapılır.
link: Ankara’dan genç bir işçi, Kapitalizmin Tarıma Etkisi, 9 Haziran 2021, https://en.marksist.net/node/7374
Rejimin Lâğımı Patladı
Procrust’un Yatağı ve 8 Saatlik İşgünü Mücadelesi