Takvimlerin 11 Mart 2011’i gösterdiği o gün, yani bundan tam on yıl önce, Japonya korkunç bir felâketle sarsıldı. Honşu adası açıklarında meydana gelen 9 büyüklüğündeki depremin ve oluşturduğu tsunaminin ardından Fukuşima nükleer santralinde çok büyük bir kaza yaşandı. Ancak yıkımın bu derece büyük olmasının nedeni doğadan ziyade, tüm üretim faaliyetinin kâra endekslendiği kapitalist düzendi. Çünkü hiç de katlanılması gerekmeyen yüksek düzeylerde risklere sahip nükleer santrallerden bir tanesi bu bölgede kuruluydu ve santrali işleten TEPCO şirketi, deprem ve tsunami karşısında, doğaya ve insanlara en az zarar verecek şekilde tedbirler almak yerine maliyeti en aza indirme güdüsüyle hareket etmişti. Faciayı izleyen ilk üç gün boyunca da hükümet ve TEPCO radyasyon sızıntısı olmadığında ısrar etmiş, devre dışı kalan soğutma sisteminin yerine deniz suyuyla soğutma sağlama olanağı bulunmasına rağmen reaktörün kullanılamaz hale geleceği endişesiyle bu girişim iki gün geciktirilmiş ve böylece felâkete giden kapı açılmıştı.
Nükleer ve Endüstriyel Güvenlik Kurumu (NISA) bu “kaza”nın seviyesini 1986’da Çernobil’de gerçekleşen “tarihin en büyük” nükleer kazasıyla aynı ve en büyük seviye olan 7 olarak belirledi. Dünyanın teknoloji devlerinden biri olan Japonya’da, yüz binlerce insanın yaşadığı yerden sürülmesine, çocukların da aralarında olduğu on binlerce insanın kanserle karşı karşıya kalmasına ve binlercesinin yaşamını yitirmesine, bir tarım merkezi olan Fukuşima’da toprağın zehirlenmesine ve okyanusa bugün bile radyoaktif sızıntının devam etmesine yol açan nükleer facianın önüne geçilememiş, daha doğrusu gerekli güvenlik önlemleri maliyet olarak görüldüğü için alınmadığından bu faciaya açıkça davetiye çıkarılmıştı.
Üstelik yaşanan facianın boyutları günler boyunca hem Japon yetkililer tarafından hem de Uluslararası Atom Enerji Kurumu ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından olduğundan önemsiz gösterilmeye çalışılmıştı. Bu da yetmezmiş gibi, nükleer enerji üretiminin gözden düşmemesi için kapitalist yalan makinesi de tam randımanla çalışmaya devam edecekti.
Ama bütün bu korkutucu gerçekliğe rağmen nükleer santraller harıl harıl işlemekte, hatta yenilerinin yapımına da devam edilmektedir. Türkiye’de AKP hükümeti de nükleer sevdasından vazgeçmemiştir. Bu faciadan kısa bir süre sonra, nükleer faciadan sabıkalı iki ülkeyle, Japonya ve Rusya’yla iki santral için anlaşma imzalanmış ve Rusya’yla ortak yapılan ilk nükleer santralin inşasına Akkuyu’da başlanmıştır. Erdoğan geçtiğimiz günlerde bu santralin üçüncü ünitesinin inşaatına başlanacağını, ilk ünitenin ise 2023’te açılacağını övünerek açıklamaktan geri durmamıştır.
Burjuvazi yaşanan her felâketi doğanın üstüne atarak sorumluluktan kaçmaya ve bir cinayet makinesine dönen kapitalizmi aklamaya çalışıyor. Oysa kapitalizm insanlığı felâketten felâkete sürükleyecek kadar çürümüş bir sistem haline gelmiştir. Yaşanan her facia bir kez daha göstermektedir ki, insanlığın geleceği ve kaderi asla burjuvaziye bırakılamaz. Nükleer enerji santrallerine karşı mücadeleyi büyütmek, bunun nükleer silahlanmaya bağını sürekli olarak teşhir etmek, temiz, yaşanabilir bir doğa kavgasını yürütmek işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesinin kopmaz bir parçasıdır.
link: Marksist Tutum, Fukuşima Faciası 10. Yılında, 11 Mart 2021, https://en.marksist.net/node/7283
Savaş, Propaganda ve Emekçi Kadınlar
“Eşitsizlik Virüsü” Roket Hızıyla Yayılıyor