Hrant Dink, 19 Ocak 2007’de, Agos gazetesi önünde arkadan sıkılan kurşunlarla alçakça katledilmişti. Dink, hayatını zalim ve kıyıcı burjuva devletin baskıcı politikalarıyla mücadeleye adamış sosyalist bir Ermeni aydınıydı. Faşist devlet güçleri, baskı ve tehditlere boyun eğmeyen Dink’i organize bir cinayetle yok etmeye karar verdiler ve bu planı hayata geçirdiler. Cinayet sonrasında katiller karakolda, medyada, mahkeme koridorlarında kahraman edasıyla karşılandı, korundu ve kollandı. 17 Ocak 2012 tarihinde görülen davanın son duruşmasında mahkemenin sadece azmettirici Yasin Hayal’i ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırmakla yetinmesi, arka plandaki ilişkileri sorgulamaması bu durumu apaçık göstermiş oldu.
Dava sürecinde devlet tüm kurumlarıyla, gerçekleri örtbas etmeye ve sorumluluğu iki faşist gencin üzerine yıkmaya çalıştı. Mahkeme, Hrant Dink’in katledilmesinde birinci dereceden sorumluluğu olan askerlere, polislere ve bürokratlara dokunmadı, hatta bunları duruşmalara çağırma zahmetine dahi girmedi. Oysa Yasin Hayal, “bizi Emniyet’ten kumanda ettiler” diyerek yumağın kirli ucunu açığa vurmuştu. Emniyetse mahkemeye gönderdiği yazıda, sanıkların örgüt bağıyla değil “arkadaşlığa dayalı bir grup” olarak hareket ettiklerini belirtti. Emniyetin bu beyanı davanın sonu baştan belli olan bir komediden öteye geçmeyeceğinin ilk habercisiydi.
25 duruşmaya yayılan uzun dava süreci boyunca Hrant Dink’in avukatlarının çabalarıyla yol almaya çalışıldı. Hrant Dink’in gerçek katillerinin açığa çıkartılıp yargılanması için eylemler, yürüyüşler, basın açıklamaları düzenlendi. Ermeni halkına yönelik kanlı katliamların, anti-demokratik uygulamaların ve günümüzde halen varlığını sürdüren baskıların hesabının verilmesi için toplumsal bir duyarlılık yaratılmaya çalışıldı. Hrant Dink’in hayatını adadığı halkların kardeşçe bir arada yaşaması, sömürü ve baskı boyunduruğundan kurtulması eskisine nazaran daha geniş kitlelerin talebi haline geldi. Mahkemenin kararını vermesinden sadece iki gün sonra Hrant Dink için yapılan anmaya on binlerin katılması, yürüyüş boyunca “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz!” sloganlarının haykırılması, adaletsizliğe ve şovenizme duyulan öfkenin kitlesel bir dışavurumuydu.
Ancak bu kitlesel tepkiye rağmen, devlet ırkçı tutumunu her vesileyle açığa vurdu. Duruşmalar boyunca ırkçı-faşist zihniyet her fırsatta kendini gösterdi. Ogün Samast ve Yasin Hayal gibi katillerin avukatlarının Ermenilere yönelik “Allah hepsini Hrantlarına kavuştursun!”, “kuduz Ermeniler” sözlerine mahkeme seyirci kaldı. Hrant’ın bir sözünü istediği gibi yorumlayıp onu mahkeme kapılarında süründürmeye çalışan “bağımsız yargı”, bu sözler için suç duyurusuna gerek olmadığına karar verildi. Mahkeme katillerin telefon görüşmelerinin, banka hesap kayıtlarının, kredi kartı ekstrelerinin incelenmesi talebini de reddetti. Dink ailesinin avukatları, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) kayıtlarının incelenmesini dava boyunca talep etti. Fakat TİB “özel hayatın gizliliği” gibi uydurma gerekçelerle kayıtları mahkemeye sunmadı. Avukatların ısrarlı talepleri üzerine TİB’in nihayet mahkemeye sunduğu kayıtları, bu kez mahkeme hâkiminin “incelemek için yeterli zaman yok” gerekçesiyle dikkate alınmadı ve davanın arka planını aydınlatacak önemli deliller görmezden gelindi. Cinayetin işlendiği yerdeki kamera görüntüleriyse, Emniyet tarafından silinerek deliller karartıldı. Davanın seyrini etkileyecek olay gününe ait Akbank Pangaltı şubesinin kamera kayıtlarına rağmen mahkeme “olay gününe ait hiçbir kayıt” olmadığını ileri sürebilmiştir. Ogün Samast’ın babası oğlunun jandarma komutanıyla ilişkisi olduğunu açıkladığı halde mahkeme Dink avukatlarının baba Samast’ın tanık olarak dinlenme talebini reddetmiştir.
Dink ailesinin avukatları duruşmalar boyunca bu cinayette sorumluluğu olan devlet görevlilerinin dinlenmesini talep ettiler. Ancak örneğin cinayetin işleneceği bilgisine önceden sahip olan ve gerekli tedbiri almayan Albay Ali Öz, Trabzon Emniyet İstihbarat Müdürü Reşat Altay, Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek, İstanbul eski Emniyet İstihbarat Müdürü Ahmet İlhan Güler ve İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın tanık olarak dinlenmeleri talebi “dosyaya yenilik getirmeyeceği” gerekçesiyle reddedildi.
Hrant Dink’in katledileceği bilgisine devletin ilgili bütün kademeleri çok önceden sahipti. Agos Gazetesi önünde yapılan ırkçı gösteriler, Hrant Dink ve ailesinin aldığı ölüm tehditleri, Emniyet ve Jandarma’ya ulaştırılan sayısız ihbar bu durumu kanıtlıyordu. Bizzat Ogün Samast, Yasin Hayal ve Erhan Tuncel çeşitli tarihlerde yaptıkları açıklamalarla bu durumu itiraf ettiler. Örneğin Erhan Tuncel, Hrant Dink’in Yasin Hayal tarafından öldürüleceğini 2006 yılında polise bildirdiğini, Trabzon Emniyet Müdürlüğünün de bu durumu Ankara ve İstanbul Emniyetine rapor ettiğini açıkladı. Dolayısıyla telefon kayıtlarından kamu ilişkilerine, ihbar mektuplarından Agos önünde yapılan faşist eylemlere kadar Hrant Dink cinayetinin planlanan ve örgütlenen bir cinayet olduğu ortaya çıkmıştı. Buna rağmen mahkeme, katilleri yönlendiren devlet görevlileri hakkında hiçbir araştırma ve soruşturma yapmamıştır.
AKP hükümeti dava boyunca ikiyüzlü bir siyaset izlemiş, kendine demokratlığı ve şovenizmi bir kez daha açığa çıkmıştır. AKP, tetikçi ve azmettiriciyi yakalamakla övünmekten başka hiçbir şey yapmadı. Başbakanlığa bağlı MİT, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı dava boyunca gözlerini, kulaklarını gerçeklere kapattı. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın mahkemeyi yönlendiren “cinayetin siyasi boyutu ve örgüt bağlantısı yok, milliyetçi duygularla işlenmiş” açıklamasına ilişkin soruşturma açacağına, Cerrah’ı Osmaniye Valisi yaparak ödüllendirmiştir hükümet. Aynı hükümet, iki MİT mensubu ile Hrant Dink’e ayağını denk almasını öğütleyen yardımcısına sahip çıkan İstanbul Valisi Muammer Güler’i de AKP milletvekili yaparak ödüllendirmiştir.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 16 Ağustos 2010 tarihinde Azerbaycan’a giderken, “Hrant Dink maalesef gerekli tedbirler alınmadığı için hayatını kaybetti” açıklamasında bulunmuştu. Oysa Cumhurbaşkanı’nın itiraf ettiği alınmayan gerekli tedbirlerin alınmasından bizzat başında olduğu devlet sorumludur. Fakat söz konusu “bir Ermeni” olunca tedbir almaya, devletin harekete geçmesine, hesap vermesine ne hacet var! Çünkü yıllardır değişmeyen zihniyete göre “bu memlekette Türk olmayanların tek hakkı vardır: Türklere hizmetçi, köle olma hakkı”! Resmi ideolojinin bu görüş etrafındaki konumlanışı devletin her kademesinde, hükümette, muhalefette, yargıda, medyada, üniversitelerde kısacası hemen her tarafta hâkim durumdadır. Hrant Dink cinayetinde bir kez daha görüldü ki Ermenilik, Kemalist olsun, faşist olsun, İslamcı olsun tüm düzen kanatlarının gözünde bir aşağılama ve nefret öğesi olarak kalmaya devam ediyor. “Çıbanbaşı” bir Ermeni öldürüldü diye Müslüman mahallesinde kim niye kılını kıpırdatsın?! Dolayısıyla kurban Ermeni olunca düzen güçleri arasında sıkı bir ittifak baş gösteriyor.
Dink’i vuranları sözde yargılayan mahkeme, davayı skandal bir karara imza atarak sonuçlandırdı. Dink’i vuranlar iki kendini bilmezmiş! Ortada “örgütlü suç” yokmuş! Mahkeme bu kararla kendisinden beklenen rolü layıkıyla oynadığını gösterdi. Hâkim Rüstem Eryılmaz’ın, dava sonrasında basına verdiği demeçte, “örgüt yok denemez ancak var demek için de yeterli delil yok” açıklamasında bulunması, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun bu açıklamaları nedeniyle hâkim ve savcı hakkında soruşturma başlatması, komedinin üstüne tuz biber ekti. Bir kez daha görüldü ki, adalet için ne düzenin yargı aygıtına ve ne de genel olarak devlet aygıtına asla bel bağlanamaz. Bu davanın böyle bitmemesi, devletin pisliklerini örtmesine engel olunması, tepeden aşağıya tüm sorumlulardan hesap sorulması, halkların kardeşliğine inanan emekçilerin, sosyalistlerin, aydınların sürdürecekleri mücadeleye bağlıdır.
link: Adil Aksu, Hrant Dink’in Gerçek Katilleri Serbest!, 2 Şubat 2012, https://en.marksist.net/node/7245
Ortadoğu’da Değişen Dengeler ve Hamas-El Fetih Yakınlaşması
Yeni Yıl Hediyemiz Asgari Ücret Zammı