23 Ağustosta Siyaset Meydanı programına çıkan Başbakan Erdoğan, işçi-memur ayrımını kaldırmaya hazırlandıklarını, birkaç yasa değişikliği ile bunun gerçekleşebileceğini, altyapı çalışmalarını tamamladıklarını, hatta bazı sendika liderleriyle de bu mesele üzerinde konuştuklarını ilan etti. Önümüzdeki dönemde işçi sınıfı cephesinde büyük tartışmalara yol açacak sözler sarf eden Erdoğan, “sendikalara söyledim ama yanaşmıyorlar, çünkü hiçbirisi koltuğunu kaptırmak istemiyor. Bütünleştiği zaman ister istemez sendikalar azalacak. O da kendileri için ayrı bir mevzi, bu mevzilerin kaptırılmaması lazım diye düşünüyorlar. Onlar istediği kadar kaptırmasın, biz burada sendika ağalığına son vermek istiyor muyuz? Hadi gelin beraber son verelim” diyerek muhalefet partilerinden de destek istedi.
Erdoğan, “Sadece memurlara grevi konuşmayalım, çünkü grevi konuştuğumuz zaman lokavt da gelir bunun arkasından” diyerek aba altından sopa gösterdi. Ardından Ali Kırca’ya, “sizin gazetenizde herkes sendikalı mı” diye soran Erdoğan, değiliz yanıtını alınca, “gördünüz mü sıkıntı burada işte. Niye değil? Ben bunu başka yerde söylediğim zaman hemen üzerime saldırıyorlar. Ben biliyorum ki, şu anda bize bu şekilde saldıran medyanın içerisinde sendikalı olmayan binlerce mensubu var. Peki, patronlar bu işe ne der acaba?” dedi.
Erdoğan’ın tuzaklarla dolu sözleri üzerine dikkatlice düşünmek gerekiyor. Erdoğan’ın işçi ve sendika düşmanlığı bizim için aşikârdır. İşçi sınıfı bu beyanların şifresini doğru çözmeli ve yeni bir saldırı karşısında tutumunu netleştirmelidir.
Hükümet çevrelerinden ve memur sendikalarından yapılan açıklamalara göre, işçi ve memur kavramlarının kaldırılması, yerine “çalışan” kavramının getirilmesi, memur ve işçiler için ayrı ayrı düzenlenen çalışma yasalarının yenilenerek tek çatı altında birleştirilmesi düşünülüyor. Devlet memurluğunu düzenleyen 657 sayılı yasanın tümüyle kaldırılması, 4857 sayılı iş yasasının değişmesi, sendikalar yasasının yeniden düzenlenmesi, memur sendikalarının işçi sendikaları ile birleşmesi, dolayısıyla memur sendikalarının ortadan kalkması ve işçi sendikalarının yönetimlerinin yeniden oluşması gibi emek cephesinde taşları yerinden oynatacak kapsamdaki böylesi bir paket, kuşkusuz sadece memur statüsündeki 2,5 milyon kamu emekçisini değil tüm işçi sınıfını ilgilendirmektedir.
İşçi-memur ayrımı yapay bir ayrımdır
Burjuva devletin bürokratlarını ve üst düzey yöneticilerini bir kenara bırakacak olursak, kamu çalışanlarının büyük bir kesimi de işçidir. Çünkü kapitalist sistemde işgücünü ücret karşılığı satarak yaşamını sürdürenler işçi sınıfının kapsamı içindedirler.
Türkiye’deki “memur” statüsünün tarihsel kökleri Osmanlı’ya uzanır. Osmanlı’nın Asyatik-despotik yapısı içerisinde memurlar özel bir konuma sahipti. Çıraklıktan yetişir, kadro verilirse “kâtip” olur, saraydan torpili varsa terfi edip “hacegan”lığa (bugünkü bürokrat) yükseltilirdi. II. Mahmut döneminde devlet memuru yetiştirmek için eğitim okulları (mekteb-i maarif) açıldı ancak torpil-terfi sistemi değişmedi.
Despotik devlet geleneğini Osmanlı’dan devralan ve cumhuriyet rejimi altında bunu yeniden üreten Kemalist bürokrasi de, tıpkı Osmanlı’daki gibi “memurluk” kurumunu devlet aygıtı bünyesinde kendilerine güçlü bir zemin oluşturmak üzere düzenledi. Bu konu daha önce değişik vesilelerle Marksist Tutum sayfalarında işlenmişti.
Memurluk statüsünü düzenleyen 657 sayılı yasa 1965 yılında çıkarıldı. Bu yasa zaman içerisinde değişikliklere uğramakla birlikte, kamu emekçilerini işçi sınıfından suni bir biçimde ayrıştıran özü değişmedi. Bu yasaya göre memur, kadro edindikten sonra 1 ay içerisinde “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılap ve İlkelerine, Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatle bağlı kalacağına” dair yemin eder. Aynı yasaya göre memurlar “hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar”. Yani devlet memurunun devletin resmi ideolojisine bağlılığı yasal zorunluluk olarak belirlenmiştir. Marksistlerin kamu çalışanlarına düzene bağlılık yemini ettiren, siyaset yapmalarını, siyasi eylemlere katılmalarını yasaklayan bu yasayı savunmaları elbette söz konusu bile olamaz.
Suni bir “memur” tanımı içerisinde kamu çalışanlarının işçi sınıfından ayrıştırılması elbette işçi sınıfının çıkarına değildir. Memur-işçi ayrıştırması sadece kamu sektörüyle de sınırlı değildir. Özel sektörde de patronların, tümü 4857 sayılı iş yasasına tâbi işçiler olmasına karşın büroda çalışan işçileri “memur” diye tanımlayıp diğerlerinden ayrıştırmakta ve bu ayrıma işçileri bölmek için başvurmaktadırlar. Bu ayrımın işçilerin bilinçlerini bulandırdığı da ortadadır.
İşçi-memur ayrımı kalksın, tüm çalışanlara iş güvencesi!
AKP hükümetinin memur statüsünü kaldırma isteği ile bizim işçi-memur ayrımının kalkmasını istememiz tamamen ayrı niyetler içeriyor. AKP hükümeti memur statüsündeki kamu işçilerinin iş güvencesini yok etmeyi, kamuda örgütlenmiş muhalif sendikaların varlığını sona erdirmeyi, işten atma tehdidi altında kamu emekçilerini denetim altına almayı hedefliyor.
Erdoğan’ın “sendika ağalığını” diline dolaması da sahtekârlıktır. Sendikal yasaları sendika yönetimini işçi tabanına yabancılaştıracak biçimde düzenleyen, mücadeleci işçi önderlerini bertaraf etmek için elinden geleni yapan, sendika ağalarının önünü açan, onları besleyip büyüten, işçi sınıfı içerisindeki ajanları olarak kullanan bizzat burjuvazidir. İşi bittiğinde o ağaları harcamaktan çekinmeyen de odur. İşçi sınıfı kendisine yönelik bir saldırıya sendikal örgütleriyle karşı koyduğunda burjuva medyada sendika ağalarının işçilerin parasıyla nasıl saltanat kurduğu ifşa edilmeye başlanır. Böylelikle işçilerin sendikalarına güveni yıpratılır, işçinin mücadele direnci zayıflatılır.
Erdoğan’ın niyeti elbette işçi sınıfının yararına değildir, ancak işçi sınıfı mücadelesini niyet okuyarak ilerletemeyiz. Önümüzdeki dönemde yaklaşık 2,5 milyon kamu çalışanı, 657 sayılı yasaya dayanan iş güvencesini kaybedecek. O halde kamu çalışanları “Tüm Çalışanlara İş Güvencesi!” talebi etrafında mücadeleye girişebilir. Bu mücadele sadece memur statüsündeki 2,5 milyon işçinin iş güvencesini savunmasıyla kalmayacaktır. Hali hazırda 4857 sayılı yasa kapsamında çalışan 15 milyondan fazla işçi için kapsamlı bir iş güvencesi elde etmek hayatî önemdedir. Ancak böyle bir talep işçileri ve memur statüsündeki işçileri birleştirebilir ve burjuvazi karşısında ortak bir cephenin ardında mücadeleye sevk edebilir. Memurluğu “ayrıcalık” olarak savunan hiçbir mücadele perspektifi sınıfın birliğini sağlayamaz. Bilakis memur ayrıcalığını savunmaya yönelik bir söylem, diğer işçilerin ilgisizliği ile karşılanacak, hatta burjuvazi işçileri memurlara karşı kışkırtma imkânı bulacaktır.
link: Zehra Aras, İşçi-Memur Ayrımı Kalksın, Tüm Çalışanlara İş Güvencesi!, 3 Kasım 2010, https://en.marksist.net/node/7236
Kapitalizmin Derin Krizi Devam Ediyor
Burjuva Adalet ve Bağımsız Yargı