Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projeleri ile devletin kasasından patronlara yıllardır milyarlarca dolar aktarılıyor. 1980’li yıllardan bu yana imzalanan KÖİ sözleşmelerinin parasal büyüklüğünün yüzde 78’i 2008 yılından sonra aktarılmış. Bu projelerde uygulanan en yaygın model Yap-İşlet-Devret (YİD) modeli. Projelerin ihalesinden tutun da sözleşmedeki şartlara kadar her şey bir avuç şirketi nasıl daha çok zengin ederiz üzerine kurulu. Enerji üretimi, sağlık tesisleri, otoyollar, limanlar, havaalanları, sınır kapıları ve yat limanları yapımında KÖİ modeli uygulanıyor. Usulsüz bir şekilde yapılan ihaleler ve adrese teslim projelerin üstüne bir de işletmelere yolcu, araç ve hasta garantisi verilerek patronlara zarar etmeme, hatta aşırı kâr garantisi veriliyor.
Bu projelerden biri olan Ankara Yüksek Hızlı Tren Garına bakalım. YHT Garı yap-işlet-devret modeliyle yapılmış. Yağlı kapıyı kapan şirketi çok yakından tanıyoruz. Cengiz-Kolin-Limak ortaklığına ait yüklenici bir firma. Bunlar kamu projeleriyle semiren, emekçileri sömüren, iktidarın gözbebeği şirketler. YHT Garı da yolcu garantili bir proje. Hatta garantinin üstünde yolcu gelse bile gelen her yolcu başına Hazine’den, şirkete 0,5 dolar veriliyor. 2020’de 5 milyonluk yolcu garantisi verilen Ankara Yüksek Hızlı Tren Garı, seneyi 727 bin yolcuyla kapattı. Hazine gelmeyen her yolcu için 1,5 doları Cengiz Holding, Limak ve Kolin’e verecek. Yükleniciliği üstlenen bu ortak firmalara yapılacak toplam ödeme 7,5 milyon dolar olacak. Ne kadar da kârlı bir iş değil mi? Aynı yağlı kapıyı şehir hastanelerinin hem inşasında hem de uzun süreli sözleşmelerde görüyoruz. Hasta garantili hastanelerde Sağlık Bakanlığı hastanenin yıllarca kiracısı oluyor. Burada da devasa bir vurgun bulunuyor. Sadece bir şehir hastanesinin bir yıllık kirasıyla beş tane hastane yapılabilir. İktidarın niyeti halka nitelikli ve kaliteli bir sağlık hizmet vermek değil. Hem kamu hizmeti olan sağlık hizmetlerini özelleştiriyor hem de bu yolla YİD projeleri adeta iktidara yakın inşaat şirketlerini fonlama aracına dönüştürülüyor. İktidar, çevresindeki sermaye gruplarını semirtebildiği kadar semirtiyor.
Peki, sıra işçi ve emekçilere geldiğinde iktidar ne yapıyor? Bunun için en yakın örnek olarak 2021 bütçe görüşmelerinde yaşananlar verilebilir. Muhalefet partilerinin sunduğu ve MHP-AKP oylarıyla reddedilen önergelerden bazılarına bakalım. Görüşmeler sırasında asgari ücretlilerden vergi alınmaması, emeklilikte yaşa takılanların emekli edilmesi, atama bekleyen 200 bin öğretmenin atamasının yapılması, işsiz 5 milyon gencin KYK borçlarının silinmesi, okulların depreme dayanıklı hale getirilmesi için MEB bütçesine 10 milyarlık ek ödenek ayrılması, her haneye temel ihtiyaç sınırına kadar doğalgaz ve elektriğin ücretsiz sağlanması, koronavirüs aşısının herkese ücretsiz yapılmasına ilişkin önergeler reddedildi! Oysa bütçe gelirlerindeki en büyük payı işçilerden alınan vergiler oluşturuyor. İşçi ve emekçiler yine yılın vergi rekortmeni oldular ama karşılığında paylarına düşen krizin bütün yükünü yüklenmek oldu.
Muktedirler sınıfsal meşreplerine uygun bir şekilde hareket ediyorlar. Yıllardır devletin bütün olanaklarını bir avuç asalağı ihya etmek için kullandılar. Halka kuru ekmeği reva gördüler. Emekçilerin açlığına, yoksulluğuna kader dediler, sabredin dediler ve kendileri sefa sürdüler, sürüyorlar. Ama efendilerin ebediyen kusursuz bir şekilde devam edecek zannettikleri düzenleri pek istedikleri gibi gitmiyor. Milyonların öfkesini enselerinde hissediyorlar. Ondan zorbalıklarını ve baskılarını artırıyorlar. İşyerlerinde ve sokaktaki sesleri engellemek için olur olmadık yollara başvuruyorlar. Ama korkunun ecele faydası yok! Halkın öfkesi yatağını bulduğunda işte o zaman hiçbir zorba bunun karşısında duramaz.
link: Ankara’dan işsiz bir işçi, Hazineden Halka Kuru Ekmek, Patronlara Milyar Dolarlar Çıktı!, 12 Ocak 2021, https://en.marksist.net/node/7146
Kapitalizm Hastalıklı Kriziyle Debelendikçe Açlık ve Yoksulluk Üretiyor
Rejimin Boğaziçi Taarruzu: Kayyum ve Kelepçe!