“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”, “yeni bir dünya düzeni kurulacak”, “dengeler değişip güç ilişkileri ters yüz olacak”, “sosyal devlet modeli yükselecek”… Bugünlerde sıkça duyduğumuz cümlelerden bazıları. Burjuva ideologlarından çeşitli tipte yorumculara kadar pek çok kişi ve kurum “acaba koronavirüs sonrası bizi nasıl bir dünya bekliyor” sorusunun cevabını bulmaya çalışıyor. Kimilerine göre büyük güçler konumlarını kaybedip gerileyecek ve yerine daha zayıf ama kendine yeterli devletler yükselip öne geçecek. Kimileri de “baskıcı yönetimler artık bu şekilde gitmeyeceğini anlayıp daha özgür bir demokratik toplum modeline kapılarını açacak” diyor. Kimileri bilinçli bir ideolojik propaganda yürütüyor, kimileri de yaratılan şokun etkisine kapılıp yokuş aşağı sürükleniyor. Bugün yaşanılan durumu anlamak, burjuvazinin bilinçli olarak yaydığı propagandaya kapılmamak için sağlıklı bir bakış açısına sahip olmak gerekiyor. Bu da ancak Marksist bir perspektiften bakmak sayesinde olur. Marksist Tutum sayfalarında yıllardan beridir dile getirilen bir gerçeklik var ki o da kapitalizmin tarihsel sistem krizi içinde olduğu gerçeğidir. Bu tarihsel tıkanmışlık sürecinde ekonomik krizler de çok daha ağır seyretmektedir. Burjuvazi kapitalizmin krizinin sorumluluğunu bir virüsün üzerine yıkarak, kendi düzenini temize çıkarmaya çalışıyor. Pek çok ülkede egemenler koronavirüse tüm kötülüklerin anası olma anlamını yükleyip korku ve paniği körüklerken bir yandan da otoriter yönetimlerini güçlendirecek adımlar atıyorlar. Olağanüstü hal uygulamaları, toplumsal yaşamı altüst eden düzenlemeler, kısıtlamalar, polis devleti dayatmaları pek çok ülkede hayata geçiriliyor. Macaristan’da Victor Orban’ın hayata geçirmeye çalıştığı düzenlemeler buna örnektir. Orban da “koronavirüse karşı etkin bir mücadele vermek” bahanesiyle, otoriter yetkilerini bir adım daha ileri götürmüş durumdadır.
Onlarca ülkede Covid-19 virüsüyle mücadele uygulamaları olarak ilan edilen olağanüstü hal, Macaristan’da 11 Martta yürürlüğe girmişti. Bugün Macaristan sokakları ordunun yürüyüşlerine sahne oluyor. Hastanelerde, okullarda, fabrikalarda denetim görevini Macar ordusu yürütüyor. Ordu, kamu ve özel sektörde yer alan 100’ün üzerinde şirketin güvenliğini sağlamak için görevlendirilmiş durumda. Macaristan hükümetinin ilan ettiği OHAL, virüsün ülkede yayılmasını engellemek ve toplumun sağlığını korumak gerekçesiyle hayata geçti. OHAL yetkisi ile devreye alınan kararnameler, parlamento tarafından uzatılmadıkça on beş gün yürürlükte kalabiliyordu. Bu süre boyunca Macaristan kanunlarında yer alan kimi yasal hakların, olağanüstü koşullarda askıya alınmasına hükmedilebiliyordu. Macaristan temel kanunlarında OHAL, “tehlike” hali koşullarında ilan edilebiliyor ve bu süre boyunca ülke çapında bazı kısıtlamalar devreye giriyordu. Ancak uzun bir dönemdir başbakanlık makamında yetkilerini arttıran ve otoriter bir yönetim arzusuyla hareket eden Orban için bu yeterli bir adım değildi. Orban’ın istediği, süresi belirsiz, son kullanma tarihi olmayan bir kanun hükmünde kararname yetkisiydi. Orban kanun hükmünde kararname ile yetkilerini kalıcılaştırmak istiyor, parlamentonun üçte iki çoğunluğu elinde olmasına rağmen, en hafif bir engelin dahi önüne gelmesini istemiyor.
OHAL ilanından dokuz gün sonra, Orban başkanlığındaki faşist parti Fidesz (Macar Yurttaş Birliği) parlamentoya bir kanun teklifi sundu.[1] “Koronavirüse Karşı Koruma Hakkında Kanun” başlığını taşıyan ve muhalefetin “yetkilendirme yasası” olarak gördüğü bu teklif, 199 milletvekili bulunan parlamentoda muhalefet partilerinin 53 hayır oyuna karşı, iktidardaki faşist parti Fidesz ile ortağı Hıristiyan Demokrat Partinin 138 evet oyuyla kabul edildi. Orban’ın sadık adamı Cumhurbaşkanı János Áder kanun teklifini hiç geciktirmeden onayladı. Áder, parlamentodan ve sivil toplum kuruluşlarından gelen sert eleştirilere cevap olarak, kanunun uluslararası yasalara aykırı olmadığını ve hükümete sınırsız bir yetki vermediğini iddia edip toplum sağlığı için yasanın demokratik içerikte olduğu açıklamalarında bulundu. Muhalefet milletvekilleri bu kanunu, giderek yara alan Macar demokrasisine darbe vurduğu ve Orban’a sınırsız bir yetki verdiği gerekçeleriyle eleştiriyorlar. Dünyada koronavirüse ilişkin gerçeklikten uzak değerlendirmeler yüzünden, sol da dâhil olmak üzere tüm siyasi çevreler, yürüyen ideolojik bombardımanın çekim alanından uzaklaşamıyor, siyasi iktidarların isteyip de bulamadığı ortamı kendi elleriyle yaratabiliyor. Türkiye ve daha pek çok ülkede muhalefet güçleri, aynı tuzağın içine ne yazık ki girmiş durumdalar.[2] Mesela Macaristan’da da muhalefet, Orban’ın iktidarını bir tür diktatörlük olarak görmesine, ülkenin kararnamelerle yönetilmesini Hitler’in 1933 yılında tüm ipleri ele geçirdiği “yetki kanununa” benzetmesine, Orban’a “Viktator” demesine rağmen, salgın konusunda hükümete “daha sıkı” önlemler alması gerektiğini söyleyebiliyor. Muhalefet, koronavirüse karşı koruma kanununun parlamentoda görüşülmesi sürecinde, “acil durum yasası” yerine OHAL koşullarının devam etmesi ve gerekirse üç ay sonra tekrar uzatılması tavsiyesini verebildi. İktidar partisi Fidesz, muhalefetin teklifini kabul etmediği gibi muhalefeti koronavirüsle mücadelenin önüne geçtiği gerekçesiyle eleştiri bombardımanına tuttu.
Kabul edilen kanun teklifi, “acil durum” süresi boyunca Orban’a ülkeyi kararnamelerle yönetme yetkisi vermiş bulunuyor. Olağanüstü hal koşullarına eklenen “acil durum” maddesi ile Orban, kendisi için acil durum ne zaman biterse, o süreye kadar KHK yayınlayacak. Yasanın ne kadar bir süre yürürlükte kalacağı ve ne şekilde rafa kalkacağıyla ilgili büyük bir muamma mevcut. Yasanın yürürlükten kalkması için “acil durumun” ortadan kalkması ve bakanlar kurulu genelgesi çıkarılması gerekiyor. Mevcut parlamentonun dağılımı göz önüne alındığında, yasanın ne zaman yürürlükten kaldırılacağını iktidar partisinin tutumu ve ihtiyaçları belirleyecektir. Özetle Orban ne zaman isterse, yasa o zaman kalkacaktır.
İktidara geldiği 2010 yılından beri temel kanunlarda yaptığı değişikliklerle otoriter yetkilerle donanan Orban, yasama, yürütme ve yargıda köklü değişiklikleri hayata geçirdi. Kurumlar arasındaki denge ve denetleme ilişkisi silikleşti. Bütün ipler giderek Orban’ın elinde toplandı. Örneğin muhalefet isterse koronavirüse karşı koruma kanununu, anayasa mahkemesine gönderip yürütmeyi durdurma davası açabilir. Ancak muhalefet çok iyi biliyor ki, anayasa mahkemesinden istediği sonucu çıkaramaz. Çünkü anayasa mahkemesinin bağımsızlığından söz edilemez ve yargıçların çoğunluğu Orban’ın atadığı adamlardan oluşmaktadır. Soruşturmaya uğramaktan ve Orban’ın müdahalelerinden korkan yargıçlardan bunu gündeme alıp tersi bir karar vermeleri beklenemez.
Koronavirüs bahanesiyle gündeme getirilip yasallaşan kanun, zaten sınırlı olan temel hakları hepten rafa kaldırmış durumda. Toplum sağlığını korumak yalanına sarılıp kendi yetkilerini arttıran Orban, kararnameler yoluyla da muhalif sesleri susturmanın derdinde. Yasada belirtilen “acil durum” süresi boyunca seçim de referandum da yapılmayacak. Kamu kurumlarında, belediyelerde değişiklikler tek elden yönetilebilecek. Parlamento çalışmaları süresi belirsiz bir zamana kadar ertelenebilecek. Ceza kanununda yer alan suçlar genişletilebilecek. Orban’ın hoşuna gitmeyen açıklamaları yapanlar cezalandırılacak. Yürürlüğe giren koruma yasası ile ceza kanununda kimi maddelerde değişikliğe gidilmesinin, yeni cezai suçlar eklenmesinin nedeni budur. Hem yazılı ve görsel basın hem de sivil toplum kuruluşlarının yaptıkları yorum ve açıklamalar daha sıkı bir kontrolden geçirilecek. Kanuna göre “yanlış ve çarpıtmaya yönelik açıklamalarda bulunanlar”, “açıklamalarını toplumu etkileyecek biçimde icra edenler”, “korona önlemlerini engelleyecek beyanlarda bulunanlar”, “var olan durumu abartacak şekilde ifade edenler” bir yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak. Üstelik neyin gerçek, neyin yalan olduğuna tüm yetkileri elinde tutan Orban karar verecek. İsteniyor ki hiçbir eleştiri yapılmasın, Orban’ın aldığı kararlara herkes gönüllü rıza göstersin. İfade özgürlüğünün tümden önüne geçecek biçimde ucu açık olan ceza maddeleri ile muhalefet, istim üstünde tutuluyor. Bu süreçte yayınlanan kararnamelerin eleştirilmesinden tutun da toplumsal yaşamı etkileyen diğer tüm faktörlere kadar yapılan uygulamaların karşısında durmak, mesela sorunları dile getirmek pekâlâ Orban’a göre suç teşkil edebilir. İşten çıkarmalara ses çıkarmak, geçim sıkıntısını protesto etmek, koronavirüse karşı mücadelenin önüne geçme gerekçesiyle engellenebilir ve cezai yaptırım uygulanabilir. Gazetelerde ve sosyal medyada yapılan yorum ve haberler, yalan haber diye gösterilip basın üzerinde tam bir kontrol kuruluyor. Muhalif basın çalışamaz duruma getiriliyor.
Orban iktidara geldiği günden bu yana pek çok uygulamayla tek sesli bir basın yaratmaya çalıştı. Çıkardığı medya yasasıyla basın sıkı bir kontrolden geçiyor, büyük bir sansür politikası uygulanıyordu. Süreç içerisinde Orban gazete ve medyada muhalif unsurlara karşı operasyonlar yapmaktan da geri durmadı. Gazeteciler “milli kimliği güçlendirmedikleri” gerekçesiyle susturuldu. Binlerce medya çalışanı işten çıkarıldı, yeterli gücü olmayan gazeteler çalışamaz duruma geldi, kimileri de tepeden direktiflerle kapatıldı. Bugün medyanın büyük çoğunluğu Orban’ın sözcüsü gibi davranıyor. Kimi gazete yazarları, muhalif ve eleştirel haber yayınlayan gazete ve muhabirlerin, hükümetin koronavirüsle mücadelesini sekteye uğrattığı gerekçesiyle ceza alması gerektiğini söylemekten çekinmiyorlar. Zor bir süreçten geçildiğinden, herkesin hükümetin yanında yer alması gerektiğinden, bir olmak gerektiğinden bahsediyorlar.
“Koronavirüse Karşı Koruma Kanunu” geçer geçmez, Orban’ın kararnameleri de yayınlanmaya başladı. İlk kararnamelerden biri de muhalif belediyelerin çalışmalarına ilişkindi. Belediye seçimlerinde özellikle büyük şehirlerde seçimleri muhalif belediye başkanları kazanmıştı. Orban hanidir bu durumu kabul edemiyordu ve muhalif belediyeler pek çok engellemelerle karşılaşıyordu. Şimdi koronavirüs bahanesiyle ve kararname yetkisi vasıtasıyla, büyük şehirlerdeki belediyelerin yetkilerini tırpanlamaya çalışıyor. “Acil durum” süresince belediye başkanlarının kararlarının, hükümet tarafından atanan görevlilerin onayından geçmesi isteniyor. Belediyelerin vergi gelirleri gasp edilmeye çalışılıyor. Orban’ın bu adımları büyük bir tepkiyle karşılansa da önümüzdeki süreçte hedefe koyduğu konuların başında bunlar yer alıyor.
Orban, yayınladığı kararnameyle şirketler için kurtarma paketleri de açıkladı. Tüm şirketlerin vergileri hafifletilip ertelendi. İşçi sınıfının aleyhine olacak şekilde yeni kanun maddeleri devreye girdi. Orban’ın imzaladığı yeni bir kararnameyle iş kanununda kimi değişiklikler yapıldı. İşçi sınıfının çalışma ve yaşam koşulları ağırlaştırılıyor, esnek çalışma modelleri yaygınlaşıyor. Kararname ile patronlar, çalışma saatlerinde istedikleri gibi değişikliğe gidebilecek, işin durumuna göre isterlerse işçileri çalıştıracak ya da izne gönderebilecekler. Avrupa ortalamasının çok daha gerisinde bir ücretle çalışan Macar işçiler, kitlesel yoksulluk ve işsizlik sorunuyla yüz yüze. Devletin merkezi istatistik ofisinin verilerine göre Nisan ayında işini kaybeden işçi sayısı 56 bin olarak açıklandı. İstatistik verilerinin mevcut durumu tam yansıtmadığını da düşündüğümüzde gerçek rakamın bunun çok üstünde olduğunu söyleyebiliriz. Bu istatistiklerde mevcut işsizler, patronlar tarafından zorunlu olarak izne gönderilenler ve istihdam ofisinde kayıtlı olmayan işçiler yer almıyor. Ülkedeki resmi işsizlik oranı %3,7 olarak açıklansa da yaklaşık dört ay içinde bu oranın %8’ler düzeyine çıktığı ve devam eden süreç içinde %10’lara yükseleceği tahmin ediliyor. Patronlar için yardım paketleri hazırlayan Orban, işini kaybetmiş işçilere “koronavirüs sonrasında işiniz hazır olacak” umudu veriyor. İşsizlik yardımları ise son derece kötü durumdadır. Orban iktidarının ilk işlerinden biri işsizlik yardımlarını baltalamaktı. Çıkardığı yasayla işsizlik yardımının adını “iş arayan ödeneği” olarak değiştirdi ve dokuz ay ödenen işsizlik yardımlarını 3 ayla sınırlı tuttu. Görüldüğü gibi krizin faturasını koronavirüs bahanesiyle işçi sınıfının üstüne yıkmak, tüm kapitalist devletlerin önceliği haline geldi.
Kapitalist sistemin işçi ve emekçi kitlelerin yaşamını neye çevirdiği ortada. Sistemin tarihsel tıkanıklığını aşması imkânsızdır, kapitalizmde demokrasinin ve özgürlüklerin gelmesini beklemek boşunadır. Elif Çağlı’nın yıllar öncesinden bu duruma işaret ettiği sözleri ile bitirelim: “Bugün tüm belirtileriyle gözler önüne serildiği üzere, kapitalizm tarihsel bir tıkanma içindedir ve peş peşe gelen ölüm sancıları kaçınılmazdır. Daha önce dünya üzerinden gelip geçmiş çeşitli toplumsal düzenleri tarihin çöp tenekesine sürükleyen akıbet, şimdi kapitalizm için pusuda bekliyor. Kapitalist sistem artık kendini ileriye taşıma potansiyellerini tüketmiş ve onun için de ölüm çanları çalmaya başlamıştır. İşte günümüzde kapitalist dünya düzeninin içine sürüklendiği muazzam çatışmalı ve çıkışsızlıklarla yüklü süreç bu gerçeklere işaret ediyor.”[3]
link: Mikail Azad, Orban Koronavirüs Bahanesiyle Otoriterliği Arttırıyor, 5 Mayıs 2020, https://en.marksist.net/node/6926
Adaletin Terazisi
Ali El Hemdan “İnsan Sağlığı Önemsendiği İçin” Vuruldu!