Rivayet odur ki, Çinliler beddua ettiklerinde “tuhaf zamanlarda yaşayasın” derlermiş. Tuhaf zamanlardan tam olarak neyi kastettikleri bilinmez ama bugün gerçekten de tuhaf zamanlarda yaşıyoruz! 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinden bu yana 40 yıl geçti. 1980 sonrası kuşaklar yani ülke nüfusunun büyük bir kısmı darbeyi görmedi, tanımadı. Sadece kitaplardan, belgesellerden, anlatılanlardan biliyor. Ne tuhaf bir zamandan geçiyoruz ki darbeyi görmedik, bilmedik ama darbenin sonuçlarını yaşıyoruz. Sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor, sendikal haklar askıya alınıyor, işçilerin ücretsiz izin adı altında fiilen işten atılmalarının önü açılıyor. Ancak daha tuhaf olanı ise sağcısı, solcusu, muhalifi, iktidar yanlısı, politiği, apolitiğiyle toplumun bütün kesimleri olağanüstü hal koşullarını destekliyor, hatta daha fazlasını talep ediyor. Evet, ilk defa toplumun bütün kesimlerini bu kadar birleştiren bir meseleyle karşı karşıyayız: Koronavirüs korkusu. Bu öyle bir korku ki, işçi sınıfının geniş kesimleri yaşadıkları hak gaspları karşısında eli kolu bağlı bekliyor. Bu öyle bir korku ki, sol partiler, çevreler totaliter bir rejimden sokağa çıkma yasağı ilan etmesini talep ediyor. Bu öyle bir korku ki, yıllarca bir araya gelmeyi ve mücadele etmeyi savunanlar şimdi “evde kal” çağrılarına destek veriyor. Bu öyle bir korku ki, kapitalizme karşı mücadele eden kesimlere bilimin gerçekte kime hizmet ettiğini unutturdu. Yani koronavirüs toplumun tüm kesimlerini, çok farklı sesleri birleştirdi, ancak bu “birleşme” tersinden toplumu atomize etti. İşçi ve emekçileri burjuvazinin demokratik ve ekonomik saldırıları karşısında savunmasız bıraktı.
Hatırlayalım, Türkiye’deki rejim toplumun dokusunu zaten bozmaktaydı. İktidarın kutuplaştırıcı dili kitleleri ayrıştırmış, birbirine düşmanlaştırmıştı. Ancak ekonomik krizin kendisini hissettirmesiyle birlikte krizin acı faturası emekçilere kesilmeye başlanınca işin rengi değişmeye başladı. İşsizlik, yoksulluk, gelecek kaygısı siyasi iktidarın kutuplaştırma siyasetinin tam olarak başarılı olmasının önünde bir engel haline geldi. AKP iktidarı bu engeli ortadan kaldırmak için her yöntemi denedi. Baskıyı arttırdı, savaş ve milliyetçilik çığırtkanlığına hız verdi. Ancak bu da geçici bir çözümdü çünkü dışarıda da işler pek iyi gitmiyordu. Burjuva medya 7/24 iktidarın borazanlığını yapmasına rağmen hayatın gerçekleri emekçilerin hoşnutsuzluğunu arttırmaya devam ediyordu. Tam da böyle bir zamanda ortaya çıkan koronavirüs salgını Allah’ın yeni bir lütfu olarak görüldü ve hemen yalan değirmenleri işlemeye başladı. Ve sonuç bugün ortadadır. Salınan koronavirüs korkusuyla toplum iyice atomize edildi. Sözde bilimsel açıklamaların kendi içindeki tutarsızlıkları, “önlem” adı altında yapılan saçmalıklar görünmüyor. Aynı ailenin fertleri bile “sosyal mesafe” denilen saçmalığa uyarak birbirinden uzak durabiliyor. Komşu komşuyu, hatta evlatlar annelerini babalarını ihbar edebiliyor. Düne kadar greve çıkmaya hazır, öfkeli işçiler şimdi “evde kalmak” istiyor. Yan yana gelemeyen, “sosyal mesafeyi” koruyan emekçiler destekledikleri sol partiler ve sendikaları tarafından da “evde kalmaları” salık verildiği için birbirlerine kapılarını kapatmış durumda. Muhalif partiler, sol çevreler adeta Sağlık Bakanının “kendi OHAL’inizi ilan edin” tavsiyesine uyarak daha baştan faaliyetlerini askıya aldılar, mitinglerini iptal ettiler.
Peki Türkiye manzarası bu da, dünya farklı mı? Türkiye’nin özgünlükleri bir yana bırakılırsa dünyada da manzara farklı değil. Covid-19 korkusu tüm dünyada emekçileri kuşatmış durumda. Doğrusu burjuvazinin yaratıcılık konusunda hakkını vermek gerekiyor! Kapitalist sistem tarihsel krizin içinde debelenirken, dünya genelinde emekçilerin ayak sesleri sokakları inletirken bir süreliğine de olsa tüm muhalefetin ve öfkeli emekçilerin kabuğuna çekilmesini sağlayacak “yeni” bir şey bulmayı başardı! “Uluslararası terörizm”, “dış güçler” gibi argümanların artık kitleleri manipüle etmekte eskisi kadar işe yaramadığı düşünülürse “gözle görülemeyen, çok tehlikeli, ölümcül ve zararları kestirilemeyen bir düşman” olarak koronavirüs dünya genelinde istenilen etkiyi yaratmış görünüyor.
Ama elbette her şeyin karşıtıyla birlikte var olduğunu unutmamak lazım. Solun yaşadığı akıl tutulmasının ağır sonuçları altında kalacağı gerçeği bir yana, yoksulluğun en dibini gören emekçilerin sonsuza dek virüs korkusuyla evlerinde tutulamayacağı kesin. Yani her ne kadar kapitalist sistem bize “tuhaf zamanlar” yaşatsa da bu onu ölüm döşeğinden ayağa kaldırmayacak. Şimdilik işçi ve emekçilerin aleyhine olan bu durum eninde sonunda kapitalizm karşıtlığına yeniden dönüşecek. İşte o zaman bu tuhaf, belirsiz, sisli dönemden sağ salim çıkabilenler, bugün yaratılan korku atmosferine kanmayarak her şeye rağmen kendi bağımsız siyasetini sürdürmeyi başaranlar olacak!
link: Sancaktepe’den bir işçi, Tuhaf Zamanlar, 3 Mayıs 2020, https://en.marksist.net/node/6922
Nâzım’ın Dizeleriyle “İstanbul’da 1 Mayıs”
Sosyal Medya ve Troller