Zamanın birinde bir ülke varmış; Kuşlar Ülkesi! Efsane bu ya, her türden kuşun bir arada yaşadığı bu ülkede gel zaman git zaman işler karışmış. Sıkıntılar artmış, adaletsizlik baş göstermiş. Kuşlar arasındaki birlik ve beraberlik bozulmuş. Bu sorunlardan, ülkedeki adaletsizlikten ve karmaşadan bıkan kuşlar gece gündüz bir kurtarıcı bekler olmuşlar, yani Simurg’u! Anlatacağımız bu efsane Simurg efsanesidir ve doğrusu bizim de hikâyemizdir.
Simurg, nam-ı diğer Zümrüd-ü Anka Kuşu… Kuşların en yücesi, en bilgesi… Rivayete göre ölümsüzdür Simurg, öldükçe küllerinden yeniden doğar. Yeniden ve yeniden... O kadar uzun süre yaşamış ki dünyanın tüm bilgisine sahipmiş. Onu hiç görmemesine rağmen kuş milleti, varlığına yürekten inanır, yolunu gözlermiş. “O her şeyi bilir, her sorunu çözer” diye düşünüyormuş kuşlar, tez elden Simurg’un gelmesini, Kuşlar Ülkesinin başına geçmesini diliyorlarmış. Yazık ki kederli kuş milleti sorunlarının ancak böyle çözülebileceğine inanırmış.
Kuşlar Ülkesinde zaman akıp gitmiş, yaşam iyiden iyiye çekilmez olmuş. Artık daha yakıcıymış Simurg’a ihtiyaç… Ancak ne gelen varmış ne de giden… Daha fazla dayanamaz olmuş kuşlar, “o bize gelmiyorsa biz ona gideriz” demişler. “Sorunlarımızı anlatır ve onu buraya gelmeye ikna ederiz” diye düşünmüşler. Fakat uzaklarda, taa Kaf Dağı’nda, bilgi ağacının üstünde yaşıyormuş Simurg! Neyse ki toplamışlar cesaretlerini, doldurmuşlar kanatlarına rüzgârı ve koyulmuşlar yola! Daha önce hiç çıkmadıkları bir yolculuğa çıkmışlar; Kaf Dağı’na, Simurg’u aramaya…
İşte asıl macera burada başlıyor! Kuşları zorlu bir yolculuk beklemektedir, bizi ise ibretlik bir hikâye... Bir kıssadan hisse… Kaf Dağı’na ulaşmak için yedi vadiden geçmesi gerekir kuşların ve şimdiden bilinsin ki yedi vadinin her biri yolcularını yollarından döndürmek için türlü engeller ve tuzaklarla doludur. İstek Vadisi, Aşk Vadisi, Cehalet Vadisi, İnançsızlık Vadisi, Yalnızlık Vadisi, Dedikodu Vadisi ve Ben Vadisi… Vadilerin her biri Kaf Dağı yolunun yolcusu için birer sınavdır ve efsanemiz boyunca kuşlar bu yolda uçtukça sınanacaktır.
Önce İstek Vadisine ulaşmış kuşlar. Kimi gözler için adeta bir cennetmiş burası. Bu vadide, hayalini kurdukları ne varsa karşılarında gördüklerini sanmış birkaç kuş. “Burada kalarak mutlu mesut yaşayabiliriz” diye düşünmüşler. Aslında etraftaki her şeyin hayalden ibaret olduğunu anlayamamışlar, büyülenmişler. Bu çorak vadide kendilerini avutmayı seçenler; “bizim yolumuz buraya kadar” diye hevesle seslenmiş, yeniden uçmaya koyulan kuşların ardından…
Geçici yol arkadaşlarını geride bırakan kuş kafilesi bir başka vadiye ulaşmış, Aşk Vadisine… Burada kuşları önce ebruliler, hanımelleri karşılamış ve sonra da tüyleri rengârenk, parıl parıl, birbirinden güzel kuşlar… Aşktan gözleri kör olmuş bir kısım kuşların, amaçlarını da çabucak unutuvermişler. Burayı yuva belleyip bu güzel kuşlarla birlikte yaşamak istemiş böyleleri... Ancak vadideki güzel kuşların iştahlı gözlerle avlarını beklediğini, vadinin şaşkın âşıklara mezar olacağını kavrayanlar da yok değilmiş. Kuş kafilesi kayıp vermiş ancak yoluna da devam etmiş.
Uçmuşlar uçmuşlar, Cehalet Vadisine varmışlar. Burada bir düzine kuşu umursamazlık duygusu sarıvermiş. Ne Kuşlar Ülkesindeki sorunlar, ne de bilgelerin bilgesi Simurg… Unutmuşlar, umursamaz olmuşlar. Hiçbir şey bilmeden, düşünmeden yaşamak en iyisi demiş ve burada öylece ömür tüketmeye karar vermişler bazıları. “Yazık” demiş uçmakta ısrar eden kuşlar, “cahilliğin böylesine yazık” ve geriye bile bakmadan yola koyulmuşlar.
Yolundan dönmeyen kuşları İnançsızlık Vadisi bekliyormuş. Bu vadide de safları terk edenler çıkmış. Simurg’u asla bulamayacaklarını, bu kadar yolu boşuna geldiklerini düşünüp mızmızlanmış böyleleri… İnançsızlık Vadisinde de kayıp vermiş kuş kafilesi ancak inancı ve umudu acıya katık eyleyip yola devam etmeyi becerenler de olmuş.
Zor bela Yalnızlık Vadisine ulaştığında kafile, kuşların bir kısmı vadiye yalnız başına ulaştığı hissine kapılmış. Yani bu hiç bilmedikleri yerde, yapayalnız hissetmişler kendilerini. Onca yolu beraber uçtukları arkadaşlarına sırt çevirmişler. Çırpınmışlar, kendi başlarına telaşla hareket etmeye başlamışlar. Sonra da bilinçsizce kafileden ayrılıp yitip gitmişler.
Bir arada kalmaya devam edenlerin yüreği kanatlarında çarpmış, çarptıkça Simurg’a biraz daha yaklaşılmış. Sıradaki vadiye gelindiğinde kuşlar fısıltılar duymaya başlamışlar. Etrafta birbiriyle ve Simurg’la ilgili dedikodular dolaşmaya başlamış. Hatta Simurg’un öldüğüne dair söylentiler bile çıkmış. Bu söylentilere kananlar ise gördükleri ilk köşe başından dönmeye karar vermişler. Fakat kafile yoluna devam etmiş her şeye rağmen!
Dedikodu Vadisinin sınavından geçenleri, son ve en tehlikeli vadi bekliyormuş; Ben Vadisi! Bu vadide kimi kuşlar arasında rekabet başlamış. Sadece kendi bildiklerinin doğru olduğuna inanan kuşlar, kafileye önderlik etmek için saldırganlaşmışlar. Önemli olanın omuz omuza uçmak olduğunu bilemeyen bu çaresizler, birbiriyle yarışmışlar. Vadide “ben” sesleri yankılanır olmuş. Azalan kuş kafilesi ise birbiriyle dalaşanları öylece geride bırakarak yola devam etmeye karar vermiş.
Bu yedi vadi boyunca, tuzaklara düşen, hayallere kapılan ve tek başınalığı seçen kuşlar ya yolunu kaybetmiş ya da vadilerdeki vahşi hayvanlara yem olmuşlar. Yani yitip gitmişler. Tuzaklara aldanmayan, kararlılığı ve inancı sayesinde sahte hayallere dalıp gitmeyen, birlik ve beraberlikten vazgeçmeyen hepi topu otuz kuş kalmış geriye… Bu kararlı kuşlar uzun bir yolun sonunda Kaf Dağı’na ulaşmışlar. Otuz kuş, bu tehlikeli yolu tamamlamanın gururuyla ve büyük bir heyecanla Simurg’u aramaya koyulmuşlar. Ancak Simurg’dan bir iz dahi bulamamışlar. Hayal kırıklığına uğrayan kuşlar, onca yolu boşa geldiklerini, onca zorluğa ve zahmete boşa katlandıklarını düşünmeye başlamışlar. Tünemişler bir nehrin kenarına… Suda suretlerini görmeleriyle fark etmişler aslında Simurg’u bulduklarını. Birbirlerine sevinçle muştulamışlar haberi; “Farsçada Si-otuz ve Murg-kuş demektir! Kurtarıcı diye peşine düştüğümüz Simurg, otuz kuş demektir! Simurg biziz!”
Bu kıssadan heybemize ne almalı?
Dünyanın her yerinde geçmişten bugüne birçok efsane aktarılmıştır. Efsaneler dilden dile, nesilden nesile aktarılarak insanlığın ortak hafızasının bir parçası olmuştur. Bu efsaneler her ne kadar tümüyle gerçeği yansıtmasa da içinde gerçeğe dair birçok ders barındırır. Bir Pers efsanesi olan Simurg Efsanesi de anlayana çok şey anlatır. Hele ki bu efsaneyi okuyan ya da dinleyen kişi, sınıfsız bir dünya hayaliyle uzun ve zorlu bir yola koyulduğunu bilen biriyse! Simurg’u bulmak için yola koyulan kuşların ayağına takılan engeller işte ona, onlara oldukça tanıdık gelecektir.
Tıpkı kuşların yoluna çıkan vadiler gibi, bizim de sınıfsız bir dünya mücadelemizde yolumuza çeşitli engeller çıkıyor, çıkacak. Kuşkusuz bu engellerden en büyüğü de insanın kendisi veya bu düzenin içimize zerk ettiği kimi duygular, alışkanlıklar, düşünce kalıpları… Kapitalist sömürü düzeninde egemenler sadece emeğimizi sömürmekle kalmıyor, daha küçük yaşlardan itibaren tüm duygu ve düşünce dünyamızı esir alıyor. Çeşitli araçlarla kendi istedikleri gibi bizleri, işçi sınıfının gençlerini şekillendiriyorlar. Bencillik, kıskançlık, rekabet, tembellik, kolaya kaçma, acelecilik gibi küçük-burjuvaca duygu ve davranış kalıplarıyla donatıyorlar bizleri. Elbette ki bu yolla bizi büyük sabır, emek isteyen, bir kolektifin parçası olmayı gerektiren devrimci mücadeleden alıkoymaya çalışıyorlar. Önümüze çıkan engeller kuşların karşısına çıkan vadilere benzemiyor mu? Peki, insanın bu mücadelede önce kendisiyle, kendi içindeki şeytanıyla mücadele etmesi gerekmiyor mu?
Elif Çağlı Küçük-Burjuvanın Anatomisi yazısında bu gerçeği anlatıyor bizlere, elbette bu zehirli duyguların panzehirinin de altını çizerek: “Kapitalist toplum işçi sınıfının örgütlü mücadelesini baltalayabilmek için, kolektif eleştiri, yol göstericilik ve dayanışma biçimindeki devrimci değerlerin karşısına bireyciliği çıkartıyor. Burjuva ideolojisi elinden gelen her fırsatı işçi sınıfının örgütlü mücadelesini, ama özellikle de Bolşevik tarzda biçimlenen kolektif mücadelesini atomize edebilmek için değerlendiriyor. Bu bağlamda başvurulan araçlardan biri de küçük-burjuvaca rekabet ve çekişme güdüsünün körüklenmesi ve böylece devrimci örgütsel yaşamın içten çökertilmeye çalışılmasıdır. Tüm bu sistematik saldırıların panzehiri, bilinçtir, disiplindir, ortak mücadele azmidir, devrimci eleştiridir.”
Bizlere sanki mümkünmüş gibi bireysel kurtuluş, bireysel özgürlük hayalleri pompalanıyor. Tıpkı kuşların karşısına çıkan vadilerde olduğu gibi aslında gerçek olmayan boş hayallerle gözlerimizi bağlıyorlar. Kendi bireysel çıkarlarımız doğrultusunda, hırsla hareket edersek neticede kurtuluşa erebileceğimizi söylüyorlar. Bahsi geçen, vaat edilen kurtuluş ya da özgürlük nedir? Önümüze konan seçeneklerin arasından herhangi birini seçebilmek midir özgürlük? Ya da böylesi bir sistem varlığını sürdürdüğü müddetçe kurtuluş nasıl mümkün olabilir? İnsanların birbirine güven duymadığı, yalnızlaştığı, toplumun giderek hastalıklı bir ruh haline büründüğü, her gün savaşlardan, açlıktan insanların öldüğü bir dünyada “iyi bir işe” sahip olmak, “iyi paralar” kazanmak kurtuluş mudur mesela?
Öte yandan insanlığın ortak çıkarlarını savunmak için mücadeleyi seçmek, sınıfının safında dövüşmek gözden düşürülmeye, karalanmaya çalışılıyor. Mesela genç bir insanın zamanını ve enerjisini bir kolektifin parçası olarak bu mücadeleye akıtması “özgürlüğün kısıtlanması” olarak nakşediliyor zihinlere. Tüm bu çarpıtmalara karşı şöyle diyor Elif Çağlı: “Seve seve iş yapmak, haklı ve doğru bir amaca sahip olmak, bu amaç uğrunda zahmeti göze alıp fedakârlıkta bulunmak, aslında insanı kapitalist toplumun pisliklerinden arındırır. İnsanın beyninin içini kötücül kurtlardan temizler, yüreğini enginleştirir. Böyle bir konuma ulaşmak, küçük-burjuva yaklaşımın sandığı gibi özgürlüğün yitirilmesi değildir. Tam tersine, bu, kapitalist bataklıktan kurtulmak için yakalanmış bir şanstır, manevi zenginliğe ulaşmaktır, özgürlüğe yelken açmaktır.”
Efsanede kendilerine zerk edilmek istenen kötü duygulara teslim olmayan, hedefe kilitlenen ve engelleri birer birer aşan kuşlar sonuçta yolculuklarını tamamlayabildiler. Yalnızca yola koyulan ve o yolda içsel bir mücadeleye giren kuşlar Simurg olabildiler. Geriye kalanlar ise yitip gitti. Bizler de kurtuluşumuzun egemenlerin yalan vaatlerinde değil, kendi ellerimizde olduğunu bilelim. Önce kendimizle hesaplaşalım, içimizdeki o kötücül kurtlarla, küçük-burjuva alışkanlıklarımızla mücadele edelim. Değişelim, dönüşelim, dönüştürelim! Birbirimizin içindeki Simurg’u ortaya çıkaralım! Hayalini kurduğumuz o dünyaya kanat çırpmak için mücadelemize dört elle sarılalım! Özgürlüğe yelken açabilmek için, zorluklar karşısında yılmayan, pes etmeyen, küllerinden yeniden doğan Simurglar olalım!
link: Sefaköy’den MT okuru bir işçi, Simurg Efsanesi ya da Bizim Hikâyemiz, 3 Aralık 2019, https://en.marksist.net/node/6793
İspanya’da Seçimler ve Yükselen Milliyetçilik
“Prekarya” Safsatası, İsyan Dalgası ve İşçi Sınıfı Gerçeği