Dünyanın en büyük ekonomilerinden yedisini bir araya getiren G7 zirvesi, ciddi protestolar eşliğinde 24-26 Ağustosta Fransa’da gerçekleşti. Özellikle son iki G20’nin ardından olduğu gibi bu emperyalist zirvenin ardından da ticaret savaşlarının akıbeti, “ateşkes” ihtimaliyle birlikte konuşulur oldu. Çünkü Trump, zirve sonrası yaptığı açıklamalarda Çin’den “Haydi masaya geri dönelim” mealinde telefon aldıklarını belirtti ve bu duruma prensipte yeşil ışık yaktıklarını ima etti. Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’i ise “O harika bir lider” diye tanımladı. “Çin’le kısa süre içinde müzakere etmeye başlayacağız. Tedarik zincirlerini kaybetmek istemiyorlar. Anlaşmak istiyorlar” diyen Trump, konuşmasını “bir anlaşma yapacağımızı düşünüyorum” şeklinde bağladı. Haliyle bu “ters köşe açıklamalar” çok konuşuldu.
Trump’ın zihninde ve ajandasında ne olduğu bilinmez fakat daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz üzere icra ettiği bu ve benzeri şovlar, sadece kişiliğinin değil, stratejik ve taktik hamlelerinin de bir parçasıdır. Zirveden sonra en çok bu şovun ve icracı şovmenin açıklamalarının konuşulduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, bunda güdülen amaçlardan en azından birinin ne olduğunu kavrayabiliyoruz. Büyük lafların, tehditlerin ve zaman zaman yapılan ters köşe açıklamaların bütününün Trump’ın ticaret savaşlarına ilişkin bir pazarlık taktiği olduğu çoktan tescillenmiş durumda. Fakat ne hikmetse açıklamalarındaki “ton değişikliği” ve sarf ettiği ifadeler, bir kez daha, “ticaret savaşlarını sonlandırma sinyali” olarak yorumlandı. Peki, gerçekten öyle mi? Sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim; o işler o kadar kolay değil!
Çelik ve alüminyum ile başlayan ilk raunt!
Ticaret savaşlarının kronolojisinde kaybolmanın lüzumu yok fakat kimi önemli gelişmeleri hatırlamakta da fayda var.[1] Dünya ekonomisinin iki büyük oyuncusu olan ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşının işaret fişeği Nisan 2017’de atıldı. “ABD’nin çıkarına sonuçlanacak bir ticaret savaşı başlatacağım” şeklinde özetlenebilecek seçim vaadinin gereği bir adımı bu tarihte atan Trump, Ticaret Bakanlığını çelik ve alüminyum ithalatının “milli güvenliği” tehdit edip etmediğini incelemekle görevlendirdi. Soruşturmanın 2018 Şubatında sonuçlanmasının hemen ardından ise ithal çelik ve alüminyuma sırasıyla yüzde 25 ve yüzde 10 ek gümrük vergisi getirileceği duyuruldu. “Önce ABD!” mottosunu sıklıkla tekrarlayan Trump, imzaladığı bir kararnameyle birlikte de ticaret savaşlarını resmen başlatmış oldu.
İlk kurşunun ABD’den atılmasıyla başlayan muharebede kısa sürede üç cephe açıldı. Birinci cephe belirttiğimiz üzere çelik ve alüminyumdu ama sanıldığının aksine bu cephede tek hedef Çin değildi. Çin kaynaklı ürünlerin yanı sıra AB, Kanada, Meksika, Türkiye ve Güney Kore gibi “müttefiklerden” gelen ürünler de bu gümrük politikasının kapsama alanındaydı. ABD, bu cephede tam anlamıyla “dünyaya” savaş açmıştı! Güney Kore, ihracatında önemli bir kesintiyi göze alarak ABD’nin kotasını zaman kaybetmeden kabul edip anlaşırken, Çin ve AB’den ayrı ayrı ve yüksek perdeden “savaşa varım!” açıklamaları geldi. AB’nin ABD’den ithal kimi ürünlere ek gümrük vergisi uygulayacağını bildirmesi, taraflar arasındaki savaşı bir başka cepheye, otomobil cephesine taşıdı. Trump, AB’nin uyguladığı tarifeleri kastederek “Bu gümrük vergileri ve engeller yakın zamanda kaldırılmazsa ABD’ye gelen tüm otomobillerine yüzde 20 ek vergi uygulamasına geçeceğiz. Onları burada üretin!” derken, AB’den “misilleme yaparız, aynı dalga boyundan karşılık veririz!” minvalinden açıklamalar geldi. Üçüncü cephe ise teknoloji alanında açılacak, ABD Çin’i teknoloji transferi, fikri mülkiyet hakları ve inovasyon alanlarında haksız uygulamalar yapmakla suçlayacaktı.
Çeşitli sebeplerle, ticaret alanındaki bu muharebe ABD ve Çin arasında daha da alevlenmeye başladı. “Bilindiği üzere ABD, 50 milyar dolarlık Çin malına ek gümrük vergisi getirdikten sonra, Eylül ayında 200 milyar dolarlık ürüne daha ek vergi koyarak Çin’i kıskaca almıştı. Çin ise, özellikle tarım ürünlerini hedef alarak toplamda 50 milyar dolarlık ABD malına yüzde 25 ek gümrük vergisi koymuştu.”[2] Bu iki saldırıyla hedef alınan Çin malının toplam değeri 250 milyar dolar yapıyordu ve bu rakam Çin’den ithalatın yarısıydı! Bununla da yetinmeyen Trump, Çin’den 2017 yılında gerçekleşen yaklaşık 500 milyar dolarlık tüm ithalata ek vergi getirmeye hazır olduğunu söyleyecek kadar gemileri yaktığını açıklıyordu.
Burada bir parantez açmakta fayda var; Çin’in, Trump yönetiminin başlattığı ticaret savaşına bodoslama girmek yerine ağırdan almayı tercih etmesinin nedeni ABD pazarına duyduğu ihtiyaçtan kaynaklanıyordu. 2018 yılı için konuşacak olursak her iki ülke arasında 660 milyar dolar hacminde, büyük ölçüde Çin lehine gerçekleşen devasa bir ticaret söz konusu! Öyle ki Çin, 2018 yılındaki 2,5 trilyon dolarlık toplam ihracatının yüzde 20 gibi önemli bölümünü ABD’ye gerçekleştirdi. Böylece ABD’nin dış ticaret açığının üçte ikisi, Çin ile yapılan ticaretten kaynaklandı. Çin Ticaret Bakanlığının açıkladığı verilere göre, bu yılda ABD’ye 478 milyar dolarlık ihracat yapan Çin, 155 milyar dolar değerinde mal ve hizmet ithal etti. Üstelik Çin, ABD karşısındaki 323 milyar dolarlık muazzam dış ticaret fazlasını, ticaret savaşının yılın son çeyreğine olumsuz etkisi olmasına rağmen kaydetti! Fakat her ne kadar Çin’in ticaret alanındaki üstünlüğü devam ediyor olsa da Trump’ın açtığı savaş sonucu ABD’nin 2018’in ilk çeyreğinde Çin’e karşı verilen 91 milyar dolarlık dış ticaret açığı, bu yılın aynı döneminde 80 milyar dolara düştü.
ABD ile Çin arasında kızışan ticaret savaşında, 2019’un başına kadar binlerce ürüne yüzlerce milyar dolarlık ek gümrük vergileri getirildi. Fakat bu süre zarfında emperyalist güçlerin siyasi temsilcilerinin çok daha fazla oranda tehdit dolu açıklamalar yaptığını, blöf düzeyinde kalan yaptırımlardan bahsettiğini söylemekte fayda var. Karşılıklı yaptırım ve tehditlerle geçen ilk raundun ardından taraflar, 30 Kasım-1 Aralık 2018 tarihleri arasında Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te düzenlenen G20 zirvesinde bir araya geldiler. Bu zirve sonrasında ilk kez o “sihirli sözcüğü” ağızlarına aldılar; “ateşkes!” Zirve sonrasında ABD Başkanı Trump ve Çin Devlet Başkanı Şi Jinping; ticaret tarifelerinde üç ay süreyle yeni bir artış yapmayacaklarına dair ortak bir açıklama yaptı. Fakat Trump, “Anlaşma olmazsa benim «Vergi Adam» olduğumu hatırlayın!” ifadelerini kullanmaktan imtina etmedi. Trump’ın bu açıklaması bile ticaret savaşını sözde nihayete erdirmek için başlatılan 90 günlük müzakerelerden olumlu bir sonuç çıkmayacağını, bu savaşın kolay kolay sona ermeyeceğini gösteriyordu. Nitekim öyle de oldu!
İkinci raunt: Huawei krizi!
Pekin ve Washington arasındaki müzakere turları devam ederken ABD, Çin’in cep telefonu ve telekomünikasyon alanındaki tekeli Huawei’ye savaş açtı. Huawei’nin sahibi Rın Cıngfey’in kızı ve aynı zamanda şirketin Mali İşler Direktörü Mıng Vancou, “ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını delmek” suçlamasıyla Kanada’da tutuklandı. Müzakereler devam ederken tutuklanan şirket yöneticisi, 10 milyon dolar kefaletle ve adli kontrol şartıyla salıverildiyse de bu olay suyun yeniden ısındığının habercisiydi adeta. Bu nedenle bu gelişmenin müzakerelere olumsuz yönde yansıyacağına dair kuşku da yoktu. Keza kısa süre içerisinde “Vergi Adam” Trump müzakerelerin tıkandığını duyurdu ve ABD, hızla Çin’e yönelik gümrük tarifelerinde arttırıma gitti.
ABD-Çin arasındaki ticaret savaşının devamı olarak düşünülmesi gereken Huawei krizinin esas olarak Mayıs 2019’da derinleştiğini söylemek mümkün. Bu tarihte Çin menşeli teknoloji devinin Trump yönetimi tarafından “ulusal güvenlik tehdidi” olarak tanımlanması ortalığı iyiden iyiye karıştırdı. ABD Sanayi ve Güvenlik Dairesi; 70 ortağıyla birlikte Huawei’yi “Kara Liste” adıyla da anılan Kısıtlanmış Varlıklar Listesine ekledi. Peki, bunun anlamı neydi? Amerikan teknoloji şirketleri hükümet onayı olmadan Huawei’ye yazılım veya donanım satışı gerçekleştiremeyecekti artık. Ayrıca ABD’li şirketlerin “ulusal güvenlik riski oluşturan” yabancı şirketlere –biz onu şimdilik Çin menşeli anlayalım!– ait telekomünikasyon donanımlarını kullanmaları yine bu zaman zarfında engellendi.
Trump’ın ilgili kararnameyi imzalanmasının ardından Google, işletim sistemi olarak kullanılan bazı Android hizmetlerinin Huawei telefonlarında kullanılmasını engellerken Panasonic belirli parçaların Huawei Technologies’e sevkiyatını durdurdu. Intel, Broadcom, Qualcomm ve Xilinx gibi çip üreticisi şirketler de Huawei’ye satış yapmayacaklarını açıkladı. Bu yazılım ve donanımların cep telefonu için oldukça kritik bir ihtiyaç olduğunu, bu parça ve hizmetler olmaksızın mevcut akıllı telefonların ya da bilişim altyapısı sistemlerinin üretilemediğinin altını çizmek gerek. ABD’nin teknoloji alanındaki bu atağı, yerinde ifadeyle Huawei’nin Çin dışındaki faaliyetini etkin biçimde sona erdirme planı olarak değerlendiriliyordu. Peki, ortalığı bu denli ateşe veren Huawei krizinin sebebi neydi? ABD’ye göre Huawei İran yaptırımlarını deliyor, Çin hükümetiyle bağlantısı gereği casusluk faaliyeti yapıyordu. İnsan aklıyla dalga geçmek bu olsa gerek! Google gibi devasa yaygınlıkta kullanılan ABD menşeli pek çok aygıtın, attığımız her adımı izlediği günümüz koşullarında, Huawei ABD tarafından casuslukla, Çin ise hırsızlıkla suçlanıyor. İşte karşımızda tüm iğrençliği ile burjuva ikiyüzlülüğü!
Huawei krizinde dile getirilen “casusluk” gibi iddiaların buzdağının yalnızca görünen kısmı olduğunu söyleyebiliriz. Mesele çok daha derin! Çin’in başlıca iletişim şirketi olan Huawei geçtiğimiz yıl dünyanın en büyük akıllı telefon üreticisi olma hedefinde hayli yol almış ve 2018’in ikinci çeyreğinden itibaren Apple’ı (iPhone) geçerek ikinci sıraya yükselmişti. Üstelik ABD ambargosu gelene kadar bir yıl içinde bu alandaki lider Samsung’u yerinden etme hedefini de açıklamıştı. Her ne kadar ambargodan sonra bu hedefini askıya aldığını açıklamış olsa da, Huawei 2018 yılında 107 milyar dolarlık ciro ve 200 milyonun üstünde akıllı telefon satışıyla iki adet rekorunu birden kırdığını duyurdu. 2019’un ilk yarısında da Huawei’in yükselişi durdurulamazken Apple ve Samsung’un pazar payında düşüş devam ediyor. Unutmamak gerek ki sadece birkaç yıl içinde Huawei, zorlu rekabet koşullarının olduğu bu piyasanın en göz alıcı oyuncularından biri haline gelmişti.
Huawei, sadece liderliğe oynayan bir akıllı telefon üreticisi değil aynı zamanda 5G altyapısının da önde gelen sağlayıcılarından… ABD’yi uzun süredir rahatsız eden esas meselelerden biri de işte bu husustur. 4G’den büyük payları Güney Kore, Çin ve ABD kapmıştı ve şimdi de 5G yarışı içindeler. ABD, 5G teknolojisinde yarışı Çin’e bırakmak istemiyor fakat nafile! Çin’in bitiş çizgisini gördüğü söyleniyor. Üstelik Çin’in bu yarıştaki üstünlüğünün yanı sıra önemli devletlere altyapı satıyor oluşu da ABD’nin canını sıkıyor. Aralarında Kanada, İngiltere, Avustralya gibi ABD’nin yakın ortaklarının da bulunduğu pek çok ülke 5G ağlarını oluşturma/kurma konusunda yüzlerini Huawei’ye, yani Çin’e dönmüştür. Hatta bu ülkeler, “Çin etiketli” 5G ağlarının yasaklanması noktasında Washington’un yaptığı göz korkutma numaraları karşısında da geri adım atmadı. Görünen o ki Çin, ABD ile giriştiği teknoloji yarışında bir hayli yol almış bulunuyor. Net olan şu ki teknolojik çalışmalara dayanan yüksek nitelikli ürünler üretme ve geliştirme konusunda ABD’nin konumunu ciddi anlamda zorluyor. ABD ise Çin’in bu alanda kendisini yakalayıp geçmesini engellemek için acımasız ve bir o kadar çılgınca bir savaş yürütüyor.
İşlerin bu şekilde çetinleştiği bir dönemde, 2019 Haziranında, Japonya’nın Osaka kentinde yapılan G20 zirvesi sonrası ikinci kez “ateşkes” lafı ağza alındı. “Trump ve Şi’nin Osaka’daki görüşmesinin ardından yapılan açıklamada, pazarlık ve müzakereye devam kararı alındığı belirtildi. Görüşmelere yeniden başlanması kararının ardından, Trump, ABD’nin hem Çin mallarına getireceğini açıkladığı ek vergileri uygulamayacağını hem de Huawei’ye konan yaptırımların gevşetileceğini söyledi. Trump, yaptığı basın toplantısında, Çin’in yüksek miktarda ABD tarım ürünü alma sözü verdiğini söyledi. Trump buna benzer bir açıklamayı 6 ay önce de yapmış, fakat istediğini alamamıştı. Bu pazarlıkların nereye varacağını bugünden kestirmek güç, ancak kesin olan şudur ki, Çin ABD pazarına bağımlı olduğu kadar, ABD de Çin pazarına bağımlıdır. Ulusal güvenlik gerekçesiyle Huawei’ye mal satışı engellenen şirketlerin Trump’ın politikalarını eleştirmeleri de bu gerçekliğin ifadesidir.”[3]
Bir önceki “ataşkes” sürecine göre taraflar müzakere masasından çok daha kısa süre içerisinde kalktılar. Muharebe Ağustos ayı boyunca tam gaz devam ederken Trump, “düşman hattında” yatırımları olan ABD şirketlerinin Çin’den çekilmesini büyük tartışma yaratacak şekilde “emretti”! Ayrıca ticaret savaşının ABD ekonomisine yönelik risklerine değinen ve Trump’ın istediği şekilde faiz indirimi yapmayan ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Jerome Powell’ı, “Kim daha büyük düşmanımız, Çin lideri Şi Jinping mi yoksa Jerome Powell mı?” sözleriyle hedef gösterdi. Bu zaman zarfında Washington, Çin’den gelen ve hâlihazırda yüzde 25 gümrük vergisi uygulanan 250 milyar dolarlık ürünün yüzde 30, yüzde 10 vergi uygulanan 300 milyar dolarlık ürünün ise yüzde 15 vergilendirileceğini duyurdu. Pekin cevap olarak 75 milyar dolarlık ABD ürününün gümrük vergisini yüzde 5 veya yüzde 10 oranında arttıracağını bildirdi, ayrıca ABD’den tarım ürünleri almayı geçici olarak durdurduğunu açıkladı. Bununla da kalmayan Çin, para birimi yuanın değerini son 11 yılın en düşük seviyesine çekerek rekabetteki gücünü korumaya kararlı olduğu mesajını verdi. Neredeyse bir gün “ateşkes!”, ertesi gün “nerede kalmıştık?” diyerek yürütülen çılgınca düello yeniden alevlenmişti ki Trump’tan G7 sonrasında yaptığı “Çin görüşme isteğinde” açıklaması geldi.
Ticaret savaşlarının mahiyeti ve akıbeti
Bir yılı aşkın süredir gündemden düşmeyen ticaret savaşlarının ne olduğunu zihnimizde iyice açıklığa kavuşturmak gerek. Emperyalist ülkelerin karşılıklı gümrük duvarlarını yükseltmesi görünümünde yürüyen ticaret savaşları, küresel düzeyde yaşanan hegemonya mücadelesinin çarpıcı bir ifadesidir. Büyük emperyalist güçler arasındaki bu mücadele kuşkusuz yeni bir olgu değildir, kapitalizmin tarihi böyle mücadelelerle doludur. Fakat 1990’lardan bu yana devam eden hegemonya yarışı, bugün içinden kolay çıkılamayacak bir hâl almıştır. Baktığımızda ne ABD tartışmasız bir üstünlüğe sahiptir, ne de Çin dâhil bir başka emperyalist güç, ABD’nin yerini alacak denli üstünlük kurabilmektedir. Yani mücadeleden öte bir hegemonya krizi söz konusudur!
Çin, uzun yıllar boyunca emek yoğun malları ABD’ye satarken, ABD’den ileri teknoloji ürünleri alıyordu. Bu durum iki büyük ekonomiyi birbirinin içine geçirerek iyice birbirine bağımlı kıldı. Zaman içinde ABD Çin’in en büyük pazarı, Çin ise ABD’nin en büyük alacaklısı oldu. Uluslararası konjonktür ve elbette ucuz işgücü piyasası, Çin ekonomisinin önünü açtı ve Çin son yıllarda ciddi bir atılım gerçekleştirdi. ABD ise bu süre zarfında ama özellikle de 2008 krizi sonrasında süreğen bir durgunluk yaşar oldu. Gerek ekonomik alanda gerekse de siyasi alanda güç kaybına uğradı. Öyle ki İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya ticaretinin yüzde 50’sini kontrol eden bir ABD söz konusuydu, bugün ise bu oran ancak yüzde 20!
Kuşkusuz meselenin bir de ABD’de yapılacak 2020 seçimlerine ilişkin boyutu var. Gerek tarihsel gerekse de güncel örneklerinde olduğu gibi faşist propagandanın ABD’deki sözcüsü Trump da seçimleri kazanmanın başlıca yolunun bir “dış mihrak” yaratmak olduğunu gayet iyi biliyor! Bu nedenle özellikle iç kamuoyuna Çin’i bir “tehdit” olarak sunuyor, bu arada milliyetçiliği ve militarizmi kışkırtıyor. Ticaret savaşından elde edilecek ek gümrük vergileriyle ABD’nin para kazanacağı ve bu şekilde ekonomideki durgunluktan çıkılacağı propagandasını yapıyor. Tam da burada ciddi bir aldatmaca olduğunu vurgulamak gerek. Çin ile yürütülen ticaret savaşında ABD’nin başarı sağladığını varsayalım, evet bu durumda burjuvazinin bazı kesimleri bundan kazanç sağlar, peki ABD’li işçi ve emekçiler? Onlar da kazanç sağlarlar mı? Elbette hayır! İthal ürünlerdeki vergilerin artması, fiyatların da artması anlamına geliyor ki bu her zaman çoğunlukla bizzat tüketiciyi yani işçi ve emekçileri vurur. ABD’de yapılan bir araştırma da daha şimdiden bunu gözler önüne sermektedir. Yapılan araştırmaya göre Çin ile girişilen ticaret savaşının sonuçları bir milyon işçinin işsiz kalması demek ve dört kişilik bir aileye yıllık maliyeti yaklaşık 770 dolar!
Dünyanın bir ve iki numaralı ekonomileri arasında cereyan eden bu savaş, sadece işçi ve emekçilerin alım gücünü değil küresel ekonomiyi de olumsuz yönde etkiliyor. Anlaşacaklar havasının yaratılmasının ardından açılan her yeni perde, piyasalarda adeta şok etkisi yaratıyor. Nitekim IMF, 2019 yılına damgasını basacak küresel ekonomideki yavaşlama beklentisinin baş faktörünü Washington-Pekin hattındaki ticari savaş olarak ortaya koymuştu. Nitekim öyle de oluyor, gerilim arttıkça ekonomi olumsuz etkileniyor. Dünya daha önce de ticaret savaşlarına sahne oldu fakat unutmayalım ki üretim ve ticaret bugün olduğu kadar küreselleşmiş ve bu kadar grift bir hâl almış değildi.
Elif Çağlı, uzun yıllar önce Üçüncü Dünya Savaşı sürecinin kendine özgü koşullarda başladığını ve sürmekte olduğunu özgün tespitleriyle ortaya koymuştu.[4] İşte bugün yürümekte olan ticaret savaşının da bu emperyalist savaşın bir parçası, yeni bir boyutu olduğunun altını önemle çizmek gerek. Ekonominin bu kadar entegre olduğu bir dünyada, bu derece birbirine bağlı iki ekonomi “savaşamaz” denilebilir, fakat büyük yanılgı içine düşülür! Nitekim ABD ve Çin, yürümekte olan dünya savaşının en önemli aktörleri arasındalar. Üstelik Asya-Pasifik hattı başta olmak üzere çeşitli cephelerde kafa kafaya gelmiş durumdalar. Kaldı ki “savaş”tan kasıt ABD ve Çin’in doğrudan “sıcak savaşa” girmesiyse eğer, bu senaryo da belki hemen yarın için zor olsa da olasılık dışı değildir! Çılgınlıksa çılgınlık, akıldışılıksa akıldışılık! İnsanlık tam da böylesi akıldışı ve çılgınca senaryoların olağanlaştığı bir dönemden geçiyor. ABD’nin ticaret alanında Çin’e karşı uygulamaya soktuğu politikalara gerekçe olarak “ulusal güvenlik” argümanı üretmesi, Çin’in büyük oranda militarist söylemlere başvurması boşa değildir. Ticaret savaşının askeri bir boyut taşıdığının açık birer kanıtıdır.
Ticaret savaşları doğrudan kapitalizmin tarihsel kriziyle ilişkilidir. Buradan hareketle yapılmayan her yorum beyhudedir ve daha ağızdan çıktığı anda gerçeği ıskalamaya mahkûmdur! Kapitalizmin tarihsel krizinin varlığını ve anlamını kavramadan bugün bu krizin birer sonucu olarak karşımıza çıkan önemli olguları kavrayamayız. Üçüncü Dünya Savaşı, hegemonya krizi, dünya genelinde yükselen otoriter-totaliter rejim ve eğilimler, ticaret savaşları ve daha nice çatışma ve çelişki… Tarihsel krizi anlamadan bu sonuçların hiçbirini yerli yerine oturtamayız.
Elif Çağlı’nın yıllar önce önemle üzerinde durduğu şu satırları hatırlayalım: “Sovyetler Birliği’nin ve benzerlerinin çöküşüyle birlikte, kapitalist sistem karmaşık bir denklemin bilinmeyenlerinin tamamen değiştiği yeni bir döneme adım atmış oldu. Dünya üzerinde tek egemen sistem konumuna geçen kapitalizm, bu yeni durumun moral açıdan getirdiği geçici hazla sarhoş olmuşken kendini aniden ürkütücü bir istikrarsızlık ve dengesizlik uçurumunun eşiğinde buluverdi. Kapitalizm insanlık tarihinin yeni milenyumuna, derinliği, şiddeti ve yaratacağı sonuçları önceden tam kestirilemeyen sarsıcı bir sistem kriziyle giriş yaptı. Bu kriz, emperyalist kapitalizmin periyodik bunalımlarının çok ötesindedir. Yaşanmakta olan, tekelci ilişkilere eşlik ettiği bilinen durgunluk eğilimini derinleştirip neredeyse kalıcılaştıran boyutta bir yapısal krizdir. Böylece içinden geçtiğimiz dönem, büyük güçlerin kozlarını yeniden paylaşmak üzere kıran kırana rekabete sürüklendikleri bir tarihsel kesit olarak belirginleşiyor. Bu kesit bazı açılardan Birinci Dünya Savaşı konjonktürünü hatırlatıyor. Ama aslında o dönemdekinden daha da derin bir sistem krizi yaşanmaktadır. Bu durum aynı zamanda bir hegemonya krizi olarak somutlanıyor.”[5] Elif Çağlı bu satırları, daha da öncesine uzanan değerlendirmelerinin bir devamı olarak 14 yıl önce yazdı. Aradan geçen zaman, kapitalizmin tarihsel çıkmazını ve dahası bunun çeşitli alanlardaki yansımalarını çarpıcı bir şekilde tespit eden Çağlı’yı fazlasıyla haklı çıkarmıştır. Bugün adını tam olarak koymasalar da burjuva ideologlarının ağzından bile “sistemle ilgili ciddi bir sorun” olduğuna dair ifadeler duymak mümkündür!
Kapitalizm kaçıp kurtulamayacağı varoluşsal bir kriz yaşıyor. Çünkü ileriye doğru adım atacak tüm potansiyelleri büyük ölçüde aşındı. Küresel ekonomi, bir zamanlar olduğu gibi derdine bir nebze de olsa deva olabilecek büyüme rakamlarına artık ulaşamıyor, kronikleşmiş bir durgunluk yaşıyor. Bu sebepledir ki Çağlı’nın belirttiği üzere büyük güçler, kozlarını yeniden paylaşmak üzere her alanda kıran kırana bir rekabete sürükleniyor, birbirlerini bertaraf etmeye çalışıyorlar. İşte emperyalist devletlerin gümrük bariyerlerini yükseltmesi biçiminde yürüyen ticaret savaşları da bu mücadelenin ekonomi alanındaki bir yansıması olarak alevlendi. Gittikçe de harlanarak oldukça ciddi bir nitelik kazandı. Ortada bu denli çetrefilli bir tablo varken emperyalizmin siyasi aktörlerinin ağzından “müzakere”, “çözüm” veya “anlaşma” gibi sözcüklerin dökülmesi ne ifade eder? Hiç bir şey! Bize ancak “bu türküyü çok dinledik” demek düşer! Tablo ortadayken Trump’ın açıklamalarını “ticaret savaşları bitiyor” şeklinde yorumlamak fazlasıyla saflık olur. Böyle düşünenlere Lenin’in cevabı son derece nettir: “Emperyalizm barış değil, günün sonunda mutlaka yeni çatışmalar ve savaşlar getirir.”
[1] Ticaret savaşlarına ilişkin Marksist Tutum sitesi önemli bir kaynak işlevi görüyor. Çin ile ABD arasında başlayan bu savaşın seyri özelinde ayrıntılı bilgi edinmek için Utku Kızılok’un Kapitalizmin Tarihsel Çıkmazında Ticaret Savaşları 1-2 (Ağustos 2018) ve Ticaret Savaşında Son Durum (Aralık 2018) makalelerine bakılabilir.
[2] Utku Kızılok, Ticaret Savaşlarında Son Durum, Aralık 2018, marksist.com
[3] Utku Kızılok, G20 Zirvesi: Şov Bitti, Sorunlar Baki, Temmuz 2019, marksist.com
[4] Serhat Koldaş, 3. Dünya Savaşı Tespitleri ve Elif Çağlı, Aralık 2015, marksist.com
[5] Elif Çağlı, Küreselleşme, Tarih Bilici Yay., s.104
link: Yılmaz Seyhan, Ticaret Savaşları: Sonlanıyor mu, Sonlanır mı?, 3 Eylül 2019, https://en.marksist.net/node/6740
Keşmir’de Gerilim Tırmanıyor
12 Eylül'ü Unutma!