Egemenlerin her vesileyle yeni bir övünç payı çıkardıkları üçüncü havalimanı, 14 Eylülde bu kez 25 bin işçinin sabah işbaşı yapmamasıyla gündeme oturdu. İnsanlık dışı çalışma koşullarına ve kesintisiz devam eden iş cinayetlerine isyan eden işçiler, daha önce pek çok kez uyardıkları yönetimin umursamaz tavırları üzerine iş bırakarak seslerini duyurmaya çalıştılar. Ne var ki karşılarında sorunlarını dile getirecekleri yetkililer yerine polis ve jandarmayı buldular. Gaz, su, gece baskını ve gözaltı saldırısını nihayetinde 24 işçinin tutuklanması kararı takip etti. “2911 sayılı kanuna muhalefet, çalışma hürriyetinin ihlali, kamu malına zarar vermek, halkı kin nefret düşmanlığa tahrik etmek, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması, görevi yaptırmamak için direnme” suçlamalarıyla tutuklanan işçiler arasında İnşaat-İş sendikasının yöneticileri de bulunuyor.
Oysa “dünyanın sıfırdan inşa edilen en büyük havalimanı” olmasıyla övünülen bu devasa inşaatta çalışan on binlerce işçinin talepleri son derece sınırlıydı. Onlar sadece barınma, yemek, ulaşım, ücret ve iş güvenliği sorunlarımız çözülsün diyorlardı. Bu inşaatta hayatını kaybeden ve yaralanan yüzlerce işçinin sesi olmak için haykırıyorlardı: Artık yeter! Ne var ki, asgaride tuttukları bu makul taleplerle eyleme geçen işçiler, iktidar sözcüleri tarafından neredeyse vatana ihanetle suçlandılar. Konforları azıcık bozulduğunda homurdanan beyler, hanımlar, havalimanı işçilerini “sudan sebeplerle ayaklanmak”la suçladılar. Hatta bazıları “birilerinin bu itlerin kafasındaki bitleri ayıklayıp içeri tıkması lazım” diyecek kadar insanlıktan çıkmış yazılar kaleme aldılar. Nihayetinde, “açılışa bir buçuk ay kala bu neyin eylemi” diyerek öküz altında buzağı arayanların suçlama ve hakaretleri gözaltındaki işçilere dayak ve tutuklama, çalışanlara ise aşırı baskı olarak geri döndü.
“Yeni havalimanı hizmete açıldığında Türkiye’yi Türk halkına yakışır bir şekilde temsil edecek” diyerek onu gurur vesilesi olarak pazarlayan borazanlar, şimdiye dek orada ter döken inşaat işçilerinin çalışma koşullarının “Türk halkına yakışır” olup olmadığıyla zerrece ilgilenmemişlerdir. Onlar için havaalanının “Türk-İslam motifleriyle bezeli olması” işçilerin canından daha önemlidir.
Orada çalışan 40 bine yakın işçi, kapitalizmin vahşetini yıllardır iliklerine kadar yaşıyor. Dünyanın ve Avrupa’nın “en büyüğü” denerek övünç vesilesi yapılan o devasa havaalanını inşa eden bu işçiler, tüm bu zaman zarfında en ağır çalışma koşullarına maruz bırakılırken insan yerine bile konmadılar. Bitli, tahtakurulu barakalara tıkıldılar, yağmurda, karda, 50 derece güneş altında, demirden bir iş makinesiymişçesine çalıştırıldılar. Yemekleri yemek, yatakları yatak değildi. Üstelik tüm bunlara rağmen ücretlerini bile tam ve zamanında alamadılar. Bu yüzden çeşitli eylemlerle seslerini duyurmaya çalıştılar. Yani “dört yıldır sesleri çıkmıyordu da açılış yaklaşınca mı akılları başlarına geldi” sorusu, egemenlerin bilinçli bir çarpıtmayla dikkatleri gerçeklerden uzaklaştırma çabalarının ürünüdür.
Egemenler yalanlarıyla emekçilerin gözüne perde çekmeye çalışsalar da, milyonlarcası o gerçekleri görmekte ve öfkesini bilemektedir. Bugün Bursa’dan İstanbul’a yürürken polis engeliyle karşılaşan Cargill işçilerinin de, aylardır kararlılıkla direnen Flormar işçilerinin de, patır patır işten atılmaya başlayan binlerce işçinin de en çok ihtiyaç duyduğu şey sınıf dayanışmasıdır. O dayanışma örülebilirse, işçi gücünün farkına da varabilir, haksızlıklara karşı, krizin yükünün onun sırtına yıkılmasına karşı ayağa da kalkabilir. Egemenlerin engellemeye, sınıf bilinçli işçilerinse yaygınlaştırmaya çalıştıkları işte bu dayanışma ve mücadeledir.
İnşaat işçileri köle değildir!
Tutuklu inşaat işçileri serbest bırakılmalıdır!
İşçilerin tüm talepleri derhal karşılanmalıdır!
link: Marksist Tutum, İnşaat İşçileri Köle Değildir!, 20 Eylül 2018, https://en.marksist.net/node/6491
Giydiklerimizin Gerçek Bedeli
Savaş, Kriz ve Maduro’nun Tuvaleti!