Göz kapakları ağırlaşmıştı. Biraz zorlayarak göz kapaklarını araladı. Ne olduğunu, nerede olduğunu hatırlayamadı. Vücudunu hissetmiyor gibiydi. Başı zonkluyordu. Sağ kolunu inleyerek kaldırıp alnına götürdü. Alnı, saçları, yüzü ıslaktı. Bu ıslanmışlığı anlamak için eline uzun uzun baktı. Kan vardı elinde. Kolu da kan içindeydi. Ürktü ve doğrulmaya çalıştı. Tüm vücudu ağrıyordu. Ağrıdan gözlerinden yaşlar akıyordu. Olduğu yere oturdu. Önce etrafına bakınmaya çalıştı. Boynu tutulmuş gibiydi. Israrla etrafına bakındı. Koca bir salon ve ayaklarının ucundan kapıya doğru kanlar akmış ve kurumuş. Sonra çıplak olduğunu fark etti. Kıyafetleri çıkarılmış, tüm vücudu bıçakla çizikler içinde bırakılmıştı. Bu gördükleri gerçek miydi? Anlayamadığı bu durum onu iyice korkutuyordu. Sendeleyerek kanlar içindeki bedenini ayağa dikti. Duvara asılı aynadan kendini görünce yüzünü çevirdi. Bu gördüğü o olamazdı. Boynunda derin bir kesik vardı. Ne olmuştu, anlam veremiyordu.
Kulakları çınlıyordu. Sesler duyuyordu. Sesler gittikçe yaklaşıyordu. Biri ona şunları fısıldıyordu: “Münevver Karabulut, 17 yaşında lise öğrencisiydi. Sevgilisi tarafından öldürüldü. Senin gibi.”
“Gizem Akdeniz 6 yaşında bir çocuktu. Parkta oynarken babasının kuzeni tarafından kandırıldı. Elleri ve ayakları bağlanıp tecavüz edilerek yakıldı. Tıpkı senin gibi.”
“Pippa Bacca 8 Mart 2008’de Barış Gelini projesi için giydikleri beyaz gelinliğiyle Milano’dan Slovenya, Hırvatistan, Bosna Hersek, Bulgaristan, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin üzerinden devam ederek Tel-Aviv’de yolculuğunu noktalayacaktı. Kocaeli’de bir kamyon şoförü tarafından tecavüz edildikten sonra boğularak öldürüldü. Senin gibi.”
“N.Ç. 13 yaşında. Kaldığı yetiştirme yurdundaki iki görevli tarafından 26 kişiye pazarlandı. Bu olaylardan sonra dört ameliyat geçirdi. Senin gibi.”
“Güldünya Tören. Kuzeni tarafından tecavüze uğrayıp, hamile kaldı. Aşiret kuzeniyle evlenmesini istedi. Kuzeni kaçtı. İstanbul’a amcasının yanına gönderildi. Bir çocuk doğurup adını Umut koydu. Fakat öldürülmesinden korktuğu için evlatlık vermek zorunda kaldı. İntihara zorlandı, silahla yaralandı. Kaldırıldığı hastanede öldürüldü.”
“Jesca Nankabirwa Ugandalı göçmen bir işçi. Yaklaşık bir yıldır Türkiye’de yaşıyordu. Tekstil işçisiydi. Tecavüz edildikten sonra camdan atıldı.”
“Özgecan Aslan 20 yaşında üniversite öğrencisiydi. Evine dönmek için bindiği minibüsün şoförü tarafından önce tecavüz edildi. Sonra elleri kesildi. Ardından yakılarak bir dereye atıldı.”
“Reyhanî Cebbari 26 yaşında mimardı. Ofisini dekore etmek için gittiği kişinin (eski istihbarat görevlisi) saldırısına uğradı. Kendini korumak için onu bıçakladı. 7 yıl hapiste kaldı. Sonra idam edildi.”
“Suriyeli Emani Al-Rahmun 20 yaşındaydı. 9 aylık hamileyken, 10 aylık bebeğiyle birlikte kocasının iş arkadaşları tarafından tecavüz edilerek öldürüldü. Tıpkı senin gibi.”
Bu sesler bitmiyordu. Kafasını ne yöne çevirse binlerce kadının ismi, hikâyesi ve ölümü kulağına fısıldanıyordu. Artık dayanacak durumu kalmayan kadın çığlık atıp bağırmaya başladı: “Bu kadınları biliyorum. Ben değilim hiçbiri. Ben kimim?” Aynı ses yine kulağına şunu söyledi: “Bu sistem kadınlara bunu reva görüyor. Kurulu düzen devam ettikçe kulağına gelecek sesler canını acıtacak. Duymak istemiyorsan, bu düzeni yıkıp yok etmenin şart olduğunu bilmelisin. Yüzünü çevirmeden aynaya bak. Çözüm sensin, çözüm senin gibi çığlıklara tahammülü olmayan milyonların birliğinde, mücadelesinde!”
link: İstanbul’dan bir kadın işçi, O Sensin!, 24 Kasım 2017, https://en.marksist.net/node/6069
Bu Neyin “İkrarı”, Neyin İsyanı?
Toplumsal Atmosfer Kadına Şiddeti Körüklüyor