Jose Saramago’nun Körlük adlı kitabını okudum. Roman ismi belirsiz bir şehirde, belirsiz bir zamanda geçiyor. Kitaptaki hiçbir karaktere isim verilmemiş, sadece karakterlere göre tanımlama yapılmış. Kitap araç kullanan bir adamın kırmızı ışıkta beklerken “kör oldum” diye bağırmasıyla başlıyor. Ardından körlük bu adamla temas halindeki insanlardan başlayıp tüm şehre yayılıyor. Bu körlük normal bir körlükten farklı olarak tasvir ediliyor: Beyaz körlük! Kör olan kişiler karantinaya alınıyor. Bunun bir salgın olduğu öğrenilince, beyaz körler ve onlarla temas halindeki kör olma riski olan insanlar terk edilmiş bir binaya kapatılıyor. Aslında kitap bu körler topluluğu arasında geçen çatışmalar üzerinden ilerliyor.
Karantinaya alınan ilk körler arasındaki 7 kişi ana karakterleri oluşturuyor. Bu 7 kişi arasında sadece göz doktorunun eşi olan karakter beyaz körlük hastalığına yakalanmıyor. Ama kör olduğunu söyleyip eşinden ayrılmamak için karantinaya giriyor. Kitapta dikkat çekici yanlar var. Neden olayın geçtiği kentin bir adı yok? Neden karakterlerin isimleri yok? Aslında Saramago evrensel bir sorundan, oluşturulan sistemden bahsediyor. Herhangi bir zamanda herhangi bir yerde geçmiş olabilir. Hastalığa yakalananların kimliği, milliyeti, cinsiyeti, mesleği önemli değildir. Kitabın en başından sonuna kadar artık herkes kördür ve eşittir. Kitap ilerledikçe bu hiyerarşik yapının bozulduğunu sanırız. Aslında bozulduğunu sandığımız bu hiyerarşik yapı karantina binasında kendini türetmeye başlar. Başka koğuşlarda ellerinde silah olan körler topluluğu yemeklere el koymaya başlar. Kadınlar bedenleri karşılığında yemek bulmaya çalışırlar. Adeta despotik bir devlet düzeni oluşur; beyaz körler zorbalık, açlık, sefalet, pislikle dolu bir yaşama mahkûm olurlar. Ancak insanca yaşamı devam ettirmeye çalışan birinci koğuş farklılık oluşturur. Bu grup göz doktorunun gözleri gören eşi sayesinde o koşulları bile yaşanır hale getirmeye çalışır. Az olan bir yiyeceği bile eşit olarak paylaşırlar. Bütün yaptıklarını örgütlü hareket ederek yerine getirirler. Karantina alanından çıktıklarında bütün şehir tamamen kör olmuştur. Yemek, giyecek, kalacak yer ararken hep örgütlü bir şekilde hareket ederler. Diğer gruptaki insanlar ise insanlıktan çıkmış, sefalet içinde yaşamaya çalışmaktadır.
“Bedenimiz de örgütlü bir sistemdir. Örgütlü kaldığı sürece hayatta kalıyor. Ölüm ise örgütsüzlüğün sonucundan başka bir şey değil. Bu körler toplumu yaşamını sürdürebilmek için nasıl örgütlenebilir? Örgütlenmek yeter, örgütlenmek bir bakıma görmeye başlamak demektir.”
Örgütlenmek görmek, bakmak demektir. Kitaptaki gözleri gören kadın karakter gibi biliyoruz ki tüm bu kapitalist sistemin oluşturduğu körlük diyarında gören ve bakan kişiler olarak üzerimizdeki sorumluluk fazla. Bizler örgütlü mücadele yürüten bilinçli işçiler olarak ne kadar çoğalırsak, bakmaya görmeye devam edersek, bize çizilen beyaz körlükten çıkıp gerçek aydınlığı o kadar görecek ve diğerlerinin de görmesini sağlayacağız.
link: Sağlık işçisi bir MT okuru, Örgütlenmek Görmek Demektir, 27 Ekim 2017, https://en.marksist.net/node/5990
AKP’nin Eğitim Politikaları Gençliği Çıkışsız Bırakıyor
Lyon’dan Gençlere Sesleniyoruz!